Aslında onunkisi bir ‘ihanet’ bile değildi. Çürümüş, teslim alınmış bir kişilik olarak Kara Panterlerin en önemli liderinin katledilmesine hizmet etti. Ama bu arada kendi yaşamını da kocaman bir çöplük haline getirdi
Arif Mostarlı
“İçiyorduk o gece ve o sık sık tuvalete gidiyordu. En son gidişinde uzun kalınca merak ettim. Gidip baktığımda üst kattaki oturma odasından penceresinden atlamak üzereydi. Ayak bileklerinden yakaladım, bir süre boğuştuk ama elimden kurtulup kapıdan kaçtı ve yokuşu aşıp kendini otobandaki yüzlerce arabanın önüne attı. Yetiştiğimde yüzüstü yatıyordu, gözleri açıktı ve nabzı durmuştu…”
15 Ocak 1990 gecesi oldu bütün bunlar… Ben Heard, yeğeni William O’Neal’ın intiharını böyle anlatıyordu. O’Neal, 21 yıl önce, 4 Aralık 1969’da işlediği ağır suçun yükünü artık taşıyamaz hale gelmişti.
Oltanın ucunda
Sıradan bir çocukluktu onunkisi. Chicago’daki siyah çocuklar nasılsa öyle. Sokak çeteleri, küçük ve büyük suçlar… 1967’de, 18 yaşında, bir araba çalıp eyalet sınırını geçerken FBI ajanı Roy Martin Mitchell tarafından yakalandı. Araba çalmaktan, adam kaçırmaya kadar uzanan uzun bir sabıka listesi vardı ama Mitchell ona “Sorun değil” dedi, “hallederiz.” Sonra yakasından düşmedi ama. “Bir gün telefon etti ve borcumu ödeme zamanının geldiğini söyledi. Gidip Kara Panter Partisi’ne katılmamı istedi.” Hakkındaki ağır suçlamaların düşürülmesi ve aylık maaş: FBI’ın teklifi buydu.
O’Neal kabul etti ve ‘işe’ başladı. “Kara Panter Partisi’nin ofisine gittim. Büyük bir binaları vardı ve elemanları azdı. Yani aralarına girmek kolaydı. Kısa sürede beni Güvenlik Sorumlusu yaptılar.” Birkaç ay sonra şehirdeki belli başlı Panter karargâhlarının ve güvenli evlerin anahtarları artık onun cebindeydi. FBI’dan ayda 300-500 dolar alıyordu. FBI’ın asıl derdi Marksist liderler ve silahlı altyapıydı. Ve tabii ki en başta gelen hedef, büyük prestij sahibi Marksist lider Fred Hampton’du. Henüz 20 yaşında olan Hampton, FBI’ın çeteleri birbirine kırdıran oyunlarını bozarak büyük bir “Gökkuşağı Koalisyonu” örgütlemenin peşindeydi. Siyah grupları uzlaştırıyor, beyazlar dahil diğer bütün diğer yoksulları da sisteme karşı birleştirmeye çalışıyordu. “Kapitalist denen bir adam var. Ne renk olduğu önemli değil. Siyah, beyaz, kahverengi, sarı… Onun tek amacı var. İnsanları sömürmek” diye dersler vererek ilkel siyah milliyetçiliğine karşı çıkıyor ve gitgide taraftar topluyordu. Bu arada Hampton, cinsiyetçiliğe karşı da savaş açmıştı, 1969’da parti, cinsiyetçiliği karşı-devrimcilik olarak ilan etmişti ve üyeler arasında kadın oranı giderek yükseliyordu.
Kirli bir görev
O’Neal’a verilen görev de buydu: Yakında Panterlerin ulusal liderliğine yükselmesi beklenen Hampton’un yanında olmak. Başlangıçta sadece bilgi veriyor, FBI’ın isimsiz bildiriler yayınlayarak siyah gruplar arasında provokasyon yaratma politikalarına hizmet ediyordu. Ama işin belli bir noktasında FBI, artık ‘kesin çözüm’ peşindeydi ve Hampton’un ‘yok edilmesi’ kararı alınmıştı. Böylece dikkatler, Hampton ve yoldaşlarının kaldığı eve yöneldi. O’Neal, evin planlarını çizerek anahtarlarla birlikte Mitchell’e verdi.
3 Aralık 1969 akşamı Hampton, yerel bir kilisede verdiği dersten sonra birkaç yoldaşıyla birlikte eve geldi. O’Neal tarafından hazırlanan akşam yemeğini yediler. Bu arada O’Neal, Hampton’ın içeceğine barbitürat kattı ve evden çıktı. Hampton, saat 01.30 sıralarında annesiyle telefonda konuşurken cümlenin yarısında uyuyakaldı.
14 kişilik polis ekibi sabah 04.30’da daireye daldı ve önce av tüfeğiyle nöbet tutan Mark Clark’ı öldürdüler. Rasgele ortalığı tarayıp dairedeki herkesi yaraladılar. Hampton bütün bu kargaşada hâlâ uyuyordu. Hatta yanındakiler ona seslendiğinde, boş gözlerle bakıp yeniden yastığa gömüldü. 9 aylık hamile olan sevgilisi, gövdesini ona siper etmek istediyse de polis onu odadan çıkardı ve Hampton’un başına iki el ateş etti. Biri, “O hâlâ yaşıyor mu” diye sordu. Diğeri, “Tamam” dedi, “öldü artık!” Bu arada, baskından sağ kurtulan yedi Panter, tutuklandı ama hepsi beraat etti.
‘Kurban olabilirdim’
O’Neal, daha sonra da FBI için çalışmaya devam etti. Ancak 1973’te açığa çıktı ve Tanık Koruma Programı kapsamında Kaliforniya’da William Hart adına yeni bir kimlikle yaşamaya başladı. 1984’te gizlice Chicago’ya döndü ve 1989’da ‘Eyes on the Prize’ belgesel dizisi için bir röportaj verdi. Başından sonuna tutarsızlıklar ve gelgitlerle dolu röportajda bir yandan görevini yaptığını söylüyor bir yandan Hampton’u övgülere boğuyordu. 15 Ocak 1990 gecesi, röportajın ilk bölümü yayınlandı. Birkaç saat sonra ise intihar eden O’Neal, otobanın ortasında cansız yatıyordu.
Onun öldüğü saatlerde yayınlanan röportajda bir sürü laf kalabalığının yanında şu cümleler ne kadar da trajikti: “Kendimi ihanete uğramış gibi hissettim. O gece orada uyuyup kalsaydım, muhtemelen bir kurban olacaktım. Harcanabilirmişim gibi sanki… Yanlış taraftaymışım gibi…”
O’Neal’ın doğru söyleyip söylemediğini bilemeyiz artık. Ve artık taraf değiştirme şansı da yok zaten. Ama onun gibilerin hazin hikâyelerinden çıkarılabilecek ne kadar çok ders var değil mi?
* Konuyla ilgili olarak 2021 yapımı ‘Judas and the Black Messiah’ filmi izlenebilir…