Örgüt üyesi suçlamasıyla tutuklanan ve 9 yıl ceza alan sanatçı Dilan Cûdî Saruhan, gönderdiği mektupta, ‘Özgür ruhumdan ve özgür düşüncemden vazgeçmeyeceğim ve asla ıslah olmayacağım’ dedi
Zehra Doğan
Sanata yönelik en ağır baskıların yapıldığı ülke Türkiye. Baskı, hak ihlalleri ve tutuklamalarıyla her alanda “en” olan bu ülke, cezaevindeki sanatçılarıyla da yine ön sıralarda. Siyasi baskı altındaki mahkemelerin olduğu ülkede, gazeteci, siyasetçi, hak savunucularının yanı sıra, sanatçılar da “örgüt üyesi”, veya “örgüt propogandacısı” diye yaftalanarak cezaevlerine konuluyor. Bunlardan biri de sanatçı Dilan Cûdî Saruhan. “Örgüt üyeliği” suçlamasıyla hakkında 9 yıl hapis cezası verilen Saruhan, Aralık 2017 tarihinden bu yana Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuklu. İçinde bulunduğu koşullara dair bir mektup kaleme alan Saruhan, “Her ne kadar buradaki uygulananlar ruhu yalnızlaştırma ve çürütmeye dönük olsa da buna direniyorum. Çünkü sanata ve yaşama inancım büyük” diyor.
Saruhan’ın mektubunun tamamı ise şöyle: “Merhaba ben Dilan Cûdî Saruhan;
Sizlere etrafı duvarlarla örtülü bir ülkeden tutsak bir kadın olarak yazıyorum. Adı İstanbul olan bir şehirde muhalif bir sanatçı olmak, firavunlar ülkesine tutsaklık için gerekçeler listesini oluşturuyor. Muhalif olanın, isyan edenin, devrim mücadelesine katılanların, her zaman hapishanelerde kaldığı bir yer oldu burası. Ama şimdi itiraz etme potansiyeline sahip kişiler de içeride. Ben de her türlü zorbalığa direnen bir sanatçı, bir Kürt kadın olarak buradayım.
Hayallerimi gerçekleştirmek için çıktığım bu yolda planladığım tüm sergiler bensiz gerçekleşti. Tamamlamaya çalıştığım heykeller yarım kaldı. Çamurdan yaptığım heykellerim kuruyup çatlayalı çok oldu. Oysa ki burada en çok ihtiyaç duyduğum şey bir parça çamur…
Okuldan bir arkadaşımla mesajlaşmalarım, mahkeme yargıcı tarafından, ‘hayatın doğal akışına aykırı’ bulunarak özünde insanı sevmiş olmanın yarattığı gerçeklik ve sanatçı olmanın vermiş olduğu sosyalitem cezalandırıldı. Burada yargılanan ben değildim, yargılanan insan ilişkisiydi. Ancak bunun altında yatan başka bir sebep de kimliğime, anadilime duyulan öfke vardı. Aslında bunlara ceza verildi. Anlayacağınız, ‘hayatın doğal akışına aykırı’ mesajlarımdan ötürü 21 aydır ‘ıslah evi’ndeyim.
Her ne kadar buradaki uygulananlar ruhu yalnızlaştırma ve çürütmeye dönük olsa da buna direniyorum. Çünkü sanata ve yaşama inancım büyük. Tüm gücümü üreterek, yazarak, çizerek büyütüyorum. Elbette ki imkansızlıklar içerisinde, imkanları kendim yaratarak. Mesela boya ve fırça yok, resim defteri yok ya da makas yok. Yapıştırıcı yok, doğru dürüst kalem yok. Okuma kaynakları ise çok sınırlı. Ama ‘boya yoksa göz kalemi var’, ‘ruj var’ dedim, resimler yaptım. Kimi zaman boya olmadı, kantinden defter gelmedi, ‘rengarenk ipler var’ dedim. İp kalmayınca da yeleğimi söktüm. Annem gibi iğne ve ipliği aldım elime işlemeye başladım. Önce gökyüzünü nakşettim. Sonra geceyi… Geceleri, parmaklıklar ardından avluya düşen ışığı işledim. Bunların hepsini kendi atletlerime işledim. Bir de yaptıklarımı dışarı çıkarma hikayesi var, kapıdaki kontrolcüler atletime yaptıklarımı değersiz bir iş olarak gördüler ve üzerine ne işlediğimi anlamadılar. Bir gün koğuşa yapılan arama anında, kolaj çalışmam için biriktirdiğim görseller gardiyanlar tarafından fark edilip ‘istif yapmak yasaktır’ gerekçesiyle çöpe atılmak istendi. Mücadele sonucunda ben kazandım. Kontrolcülere izin vermedim. Yine yaptığım resimleri avukat aracılığıyla çıkarmak isterken, resimlerime el koymaya çalıştılar. Neyse ki direnerek buna da izin vermedim. Yaratımı her koşulda engelleyen kurallar her koşulda karşıma çıkıyor. Değişmeyen bu işlem yaptıklarıma el koymak, beni yarım bırakmak istese de yazmak, çizmek, yaratmak benim için ortadan kalkmayacak, yok edilmeyecek tek şey.
Özcesi nerede olursam olayım, dört duvarın ardında, 7 kapılı, 21 kişilik bir labirentin içinde ve demir parmaklıklar arkasında olsam da bu ‘ıslah evinde’ kontrolcüler tarafından mahremiyetim işgal edilmeye çalışılsa da buradaki 21 kadının emeğiyle özgür ruhumdan ve özgür düşüncemden vazgeçmeyeceğim ve asla ıslah olmayacağım….”