Devletin bekası diye diye iktidara adeta demir atanlar, 200 bine yakın insanın göçük altında kaldığı ve iktidarın inanılmaz yavaş, vurdumduymaz ve beceriksiz hallerini eleştirenlere hakaret ederek, şerefsizler diyebiliyorlar. Çocuğu, eşi, ana babası göçük altında kalan yurttaşların haklı isyanını şerefsizlik olarak nitelemek en hafif tabirle aymazlıktır. Halk, ‘bizi canlı canlı adeta mezara soktunuz ve şimdi de işinizi yapın’ diye isyan ediyor!
Nedir bu halkın sizden istediği? Saraylar, köşkler, ejder meyveleri mi? Tabii ki hayır. Yaşam hakkını istiyor, adalet istiyor, ekmeğini çalanlardan ekmeğini istiyor. Bakın, Bretolt Brecht ‘Halkın Ekmeği’ şiirinin son bölümünde bize gerekeni aktarıyor: “Ekmeği kim pişiren? Adaletin ekmeğini de kendisi pişirmeli halkın, gündelik ekmek gibi. Bol, pişkin, verimli.”
Yaşanan deprem için yapılan ‘geliyor’ uyarılarına rağmen kılını kıpırdatmayanlar siyaset yapmayın diyorlar. Oysa bu sözle siyasetin daniskasını yapıyorlar. Onların siyaseti sermaye çıkarlarını korumak üzere programlanmış bir siyaset. Ve bu nedenle yüzbinler göçük altındayken isyan edenlere şerefsizler diyebiliyorlar! Oysa ne güzel yönetiyorlardı ülkeyi!
Hatta seçimler için birçok hazırlık içindeydiler ve neşeliydiler de ve vardı mutlaka bir planları. O plan şimdi dumura uğradı ancak yeni planlar onlarda bitmez. Açlıktan kırılan halkın marketlere girip yiyecek ve su almalarını manşetlerine taşıyan çukur medya, halkı yağmacılıkla suçladı. Bu suçlama elbette bir plana hizmet ediyordu ve hemen peşine OHAL ilan edildi.
99 depreminde Yalova ve Gölcük’te destek olmak için çabalarken, o dönem deprem konutları ihaleleri yapıldı. İhale alan şirketler ihaleleri çok kârlı olarak kapatırlarken, ihaleyi yapan dönemin muktedirlerine ihale bedelinin yüzde 8’ini rüşvet olarak verdikleri ileri sürülüyordu. Bu rüşvet kimin cebine gidiyordu, nasıl paylaşılıyordu bilmem ancak sistem hep böyle işledi.
Bugün bu yüzde 8’lerin yüzde 30’lara ulaştığı iddiaları yapılırken, bu paralar halkın yoksullaştırılması üzerinden sağlanmakta. Depremin olduğu ilk saatlerin hemen ardından çimento şirketlerinin borsada yükselen değerleri bir tesadüf değil elbette. Çünkü binlerce bina yıkılmış, on binlerce ev yani aile evsiz kalmış durumda. Bu durum onlar için yeni kârlar demektir.
Deprem yaşandığı andan itibaren kesintisiz haberleri ve sosyal medyayı takip etmekteyim ve içim içimi yiyor ve kahroluyorum. Rahatsızlığım nedeniyle deprem bölgesine gitmem olanaksızdı. Bu şartlarda depremde yaşananları takip ederken, birçok acıyı içimde derinden hissettim. Bu acılardan birisi de bir babanın betona sıkışıp can vermiş olan kızının elini bırakamayan o görüntüsüydü.
İnsan nasıl katlanabilir böyle bir şeye hayal dahi edemiyorum. İçim kan ağlıyor. Yeni Türkü’nün bir eserinde “Bana bir masal anlat baba” sözleri aklıma takılıyor. “Anlatırken tut elimi, Uykuya dalıp gitsem bile, Bırakıp gitme sakın beni…” O baba nasıl gitsin, o el orada ve o eli bırakmak zorunda kalmak nasıl bir acı…
Bir ailenin borçlanarak almış olduğu evde tapuyla beraber çektirdikleri fotoğraf da insanın içini kanatıyor. Bin bir umutla aldıkları evin o aileye mezar olması nasıl olağan karşılanabilir? Ya o yıkıntılar altında kalan yakınlarına yardım edememenin verdiği acılar nasıl unutulur. Yardım yardım diye inleyen sesler havada kaybolup giderken, o sesleri duyması gerekenler ortada yoktu.
Yalnızlığa ve çaresizliğe itilen binlerce kişinin isyanını terbiyesizlikle suçlamak hangi aklın ürünü olabilir? Depremin ilk saatlerindeki şoku atlatan ve derhal dayanışmaya ve desteğe koşanlar olmasa umutsuzluk çok ama çok derinleşecekti.
Hepimiz biraz olsun devletin ne mal olduğunu biliyoruz aslında ama yine de onların görevi olan göçük altındakileri kurtarma girişimini bir an önce başlatması umudu vardı. Yerle bir olan o umudun yerini halkın dayanışması alınca görevini yapmayan devlet hemen ortaya çıktı ve dayanışmayı yok edecek adımlar atmaya başladı. Hakkında birçok yolsuzluk iddiaları bulunan AFAD’ın dayanışmayı ortadan kaldırmayı amaçlayan girişimi “her şey benden sorulur” edasıyla başladı.
Dünyanın dört bir yanından gelen kurtarma ekipleri havaalanlarında bekletildi. Gelen yardımların dağıtımı engellendi ve deprem bölgesine gelen TIR’lar sanki gümrük kapısında bekler gibi sıraya dizildi. Enerjisini engellemelere harcayan AFAD işini layıkıyla yapmazken, yapmaya çalışanları engellemesi anlaşılır gelmeyebilir. Ama yukarıda belirtiğimiz gibi devletin daha doğrusu iktidarın bekası için bu gerekliydi.
Ancak bu kez halk beka meka sallamayacak gibi. Hakları olan adaleti kendi elleriyle sağlamak ve kendi ekmeğini kendisi yapmak isteyecek. Çünkü halkı umuda taşıyacak başkaca hiçbir gelecek kalmamış durumda. Sermaye sahibi olmadığı halde aynı trendeyiz teranelerine inananlar varsa o trenden acilen insin yoksa hep birlikte çok acı çekeceğiz…