Geçtiğimiz günlerde, bir vakıf üniversitesi tanıtım videosunu dümbelekle yapınca, rakip üniversite geride kalmamak için duşakabin görünümlü bir kavanoza 1,5 tonluk turşu kurup, “turşu da önemli, uzay da” diyerek eğitimdeki vizyonunu ve misyonunu ortaya koymuş oldu.
Turşu, yalnızca fakirin kuru-pilav kombinasyonunun asli tamamlayıcısı olarak değil, bilhassa şu içinden geçmekte olduğumuz Covid-19 günlerinde kelle paça ile birlikte salgınla mücadelenin de olmazsa olmazı.(!) O bakımdan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin 1,5 tonluk turşusu ve kapsül görünümlü kavanozu gerçekten mikro biyoloji ile uzay bilimlerinin kesişim noktasına gönderilmiş hakiki bir uzay kapsülü…
Bu üniversiteler, “kapağı açıldığında led ışığı yanan ramazan pidesi sepeti”ne proje ödülü veren TÜBİTAK’ın izinde giden gecekondu yapılar. Üniversite taklidi yaparak güldüren ama aynı zamanda düşündürerek göle maya çaladursunlar, memleketin gençleri bunların sütünden yoğurt olmayacağını anladıklarını, pek çok üniversitenin (özellikle taşrada AKP/MHP’nin kadro deposu olarak gördüğü) sosyal bilimler kontenjanlarını fiilen boykot edip boş bırakarak gösterdiler.
Turşu önemli tabii ama Mısır Çarşısı esnafına uzay bilimlerini sorup, ismiyle müsemma (ismi zaten kâinat/uzaydan gelen) üniversiteye turşu yaptırırsan, Nasrettin Hoca’nın göl fıkrasından çıkıp, kendi bindiği dalı kestiği fıkraya geçmiş oluyorsun… Nasrettin Hoca düşünce “ben zaten inecektim mi” diyordu?
Hülasa, memleketin üniversiteleri imam-cemaat diyalektiğine uygun bir şekilde maişeti doğrultma peşinde. Tabi tüm bu lahana turşuları filan, iktidarın yeni Osmanlı rüyaları görürken, üstünün açıldığı zamana denk gelen yerler. Malum, 1. Tayyip iktidarının sonu göründü, Adliye’nin açılışıyla birlikte oyuna bir de Şeyhülislam’ı sürerek, uzatma maçı döndürmeye çalışıyor. Şeyhülislam, rolünü çaldığı Dâhiliye Bakanı’ndan daha iyi, devleti soyma meraklı akrabaları olmaması bir yana, Ayasofya’da kılıç çekmesi filan baya güzel!
Tabi bunlar aslında artistik hareketler, memleketin siyasi metinlerin uzunca bir süredir, Diriliş Ertuğrul benzeri dizilerin senaryolarından mayalandığı ve memleketin her yanı bilhassa 15 Temmuz’dan bu yana dizi setine döndüğü için, Şeyhülislam, kılıç çekmiş n’olacak! Adli yıl açılışında, “din siyasete de girsin, ticarete de girsin” deyip, tıpkı Mustafa Kemal’in 1. Meclisi açtığı gibi, yeni adli yılı, din-i mübin halkımıza yaraşır bir şekilde açmış olsun… Tüm o dualar, salat-ı selamlar, aslında uzunca bir süredir musalla taşında boylu boyunca yatan AKP rejiminin, cenazesine okunuyor.
Ama cenaze niye kalkmıyor? Asıl soru bu, sorunun yanıtı aslında bir kısım Edremit’in kurtuluş günü şenliklerinden geldi. AKP’nin 20 yıllık iktidarında dinin şahsi bir alan olduğu, olması gerektiğine ilişkin binlerce veri birikti ama Kemalizmin 75 yıllık iktidarında da devletin seküler olması gerektiğine ilişkin binlerce veri birikti. Ne var ki, işte devletin dindar, vatandaşların seküler olduğu memlekete Türkiye deniyor. AKP’nin musalla taşındaki tabutunu kaldırması gerekenler, memleketi hala zincire vurulmuş, namusu kurtarılması gereken bir kadın olarak tahayyül ediyorlar…
Burada bir kez daha dönüyoruz imam-cemaat ya da Cumhur-Millet diyalektiğine.