Tam yüz yıl olmuş. Yüz koca yıl. İrili ufaklı katliamlar, sürgünler, tehcirler, ağır bir Sünnileştirme, Türkleştirme plan ve programının ülkeyi tam bir çöle çevirdiği, Ermeni’den, Rum’dan, Süryani’den, Laz’dan arındırılmış; katliamlarla, sürgünlerle, asimilasyon programları ile arındırılamayan Kürtlük için yaşadığı coğrafyanın devasa bir açık cezaevine dönüştürüldüğü betondan bir Sünni Türklük ikliminde tam bir yüz yıl.
Bir ülke düşünün ki bir koca yüz yılını bin bir renkli bir çiçek bahçesi olma potansiyelli bir ülkeyi, devasa bir çöle çevirmeye harcamış. İnsan kaynağını harcamış, maddi kaynağını harcamış, zamanını harcamış, mesaisini harcamış. Ülke çöl olsun diye yapmadığı plan, harcamadığı mesai, denemediği yol yöntem, yemediği herze kalmamış. Türk, Müslüman, Sünni olmayana hayat hakkı tanımamış da bu tanımın içinde kalan, bu ideolojiye ram olmuş, onay vermiş, uğruna planlanan katliamlara, soygunlara, talanlara ortak olmuşlar mutlu mesut yaşayabilmişler mi bu yüz yıl boyunca. Bir yüz yıl boyunca ve geldiğimiz ikinci yüzyılın arifesinde hala yüzde doksanı aç, sefil, eğitimsiz, yarınsız, ümitsiz Türk, Müslüman, Sünni olan da. Seküler ırkçı rejimin yönetici elitinin İslamcı ırkçı elitle yer değiştirişine tanıklık ettiğimiz son yirmi yıllık dönem, bize gösterdi ki ideolojik sosu ne olursa olsun, ister seküler, ister İslamik ister başka bir şey olsun, bu cumhuriyet, özü itibariyle koyu bir apartheid “ırksal ayrılık” rejimi olarak teşekkül ve tekamül etmiştir.
Cumhuriyetin tekçi kurucu ideolojisinin kafa fikir adamlarından ve dönemin adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Müslüman olmayanlara ait mallara, mülklere nasıl çöküldüğünü, Türk burjuvazisinin nasıl bir talancılıkla oluşturulduğunu ballandıra balandıra anlattığı konuşmasının devamında Cumhuriyetin hangi esas üzerine kurulduğunu ve hangi esas üzerinde devam edeceğini söyler. “Cumhuriyet Halk Fırkasındanım. Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır.”
Esas itibariyle buradaki Türklük de sermaye ve bürokrasiyi tarif eden ve içeren sınıfsal bir tanımlamadır. Küçük, orta ve büyük sermaye ile bürokrasi dışında kalan Türklük, hiçbir zaman efendi olamamış, yüz yılın başında nasıl köle idiyse aç ve sefil idiyse yüzyılın sonunda ve ikinci yüz yılın başında da aynı şekilde aç ve sefildir, köledir. Fakat geldiğimiz nokta itibariyle direnen ve sayısı belki bir on milyonla ifade edilebilecek Kürtler, sayısı ülke nüfusunun yüzde birini geçmeyecek sol, sosyalist, demokrat kitle dışında nüfusun neredeyse yüzde doksanının ruhunda, müesses nizamın murat ettiği asimilasyon gerçekleşmiş, kayıtsız şartsız kurucu ideolojiye biat eden, hizmet eden, yokluk, sefalet ve açlığını bile devletin bekasına halel getirmemek adına dillendirmeyen köle bir Türklük ve Müslümanlık inşa edilmiştir.
Bu yüzden Kürtlerin ve sosyalistlerin direnişi, Türkler ve Türkleştirilmişler, Müslümanlar ve Müslümanlaştırılmışlar da dahil olmak üzere bütün halkların ve inançların kölelikten kurtuluşuna hizmet etmektedir. Türklüğün ve Müslümanlığın da kendi doğal esaslarına rücu etmesi, kölelikten kurtulması, muteber hale gelmesi, onurlu bir yaşamı mümkün kılması, Kürtlerin ve sosyalistlerin direnişinin galebe çalmasıyla doğrudan ilintilidir. İkinci yüzyıla girerken hala bütün halkların ve inançların bir ve eşit yaşayacağı demokratik bir cumhuriyet kurma şansı vardır. Eğer bu ağır ırkçılığın hükmü kırılamazsa, özgürlüğünden ve onurundan taviz vermeyen Kürtlerden ortak vatan ve demokratik cumhuriyeti seçenek olarak gören kimseyi bulmak mümkün olmayacaktır yarın. Böylesi bir durum ise Filistin- İsrail örneğinde, Suriye örneğinde de görüleceği üzere bir yüzyıla daha yayılacak bir boğazlaşma ikliminin bütün şiddetiyle hüküm sürmesinin önünü açacaktır.