Hüseyin Kalkan
Ender derlemeci kadın müzisyenlerden olan Aynur Haşhaş ile Aleviliği ve müziği konuştuk
Aynur Haşhaş diyor ki “Alevilik döne döne gelir, her döndükçe kendine bir şeyler katar.” Onu herkes sesi ile yani seslendirdiği deyişlerle tanıyor. Ama Haşhaş ondan daha fazlası, uzun yıllar derlemecilik yapmış, derlediği türkülerden albümler yapmış bir isim. Onun ötesinde Aleviliğin felsefesi üzerine kafa yormuş, söz geliştirmiş. Aynur Haşhaş ile söyleşimiz, söyleşi sınırlarını aştı, ta Şotik’e kadar uzandı, aşiretlerin yaylarında dolaştı. Söyleşiye sığdırabildiklerimizi, size sunuyoruz.
- Derlemeciliğinizden başlayabilir miyiz?
Derlemeciliğe şöyle başladım. Ben konservatuara 1983 yılında şan talebesi olarak girdim. Fakat daha sonra ikinci sınıfta 85 yılında ben şeyi sorgulamaya başladım, derslerdeki monotonluğu sorgulamaya başladım. Başka şeyler istiyordum. Evet, notaları gördük, ama bizden öncekiler de notaları görmüş ve bizimle aynı türküleri öğrenmişler. Belki yöreleri öğretmek temel taşlardır. Konya havası için, bozlak için, kırık hava için ama sanki bir şey daha eklenmeliydi.
- Alevi müziğine dair notlar, bilgiler yok muydu?
Vardı. Nida Tüfekçi ve Muzaffer Sarısözen bu notaları toplamışlar. Benim şan hocam vardı, Diyar Güven, Diyar Hoca ile konuşurken dedim hocam hep bu türküleri geçiyoruz, neden ben hep söylenmiş türküleri söyleyeyim. Ne istiyorsun, dedi. Dedim bu âşıklar yazmış-çizmiş ama nasıl yaşamış, onu bilmiyoruz. Mesela Âşık Veysel’in yaşadığı yeri görmek isterim. Ruhsati’nin yaşadığı yeri görmek isterim. Ben aslında derlemecilik mi yapsam diye sordum. Daha sonra Nida (Tüfekçi) Hoca’nın bölümüne geçtim. Derlemecilikle ilgili her şey öğrendim. Zaten öğrencilik sırasında bir derlemeci grup oluşturmuştuk ve ilk gezimizi de Antalya’da Elmanlı köyüne yapmıştık. 1986 yılı itibarı ile derlemeciliğe başlamış oldum ve köyleri dolaşmaya başladım. Böylece bir ayağım konservatuvarda, bir ayağım köylerde oldu. 1996 yılına kadar sürdürdüm derlemeciliği. O yıl küçük bir rahatsızlık geçirdim ve bir süre ara verdim. 1999 yılında tekrar başladım. Ama derlemeciliğin en iyi yılları öğrencilik yıllarıydı. Albüm çıkarıp biraz isim olunca artık insanlar siz biliyorsunuz, siz bize söyleyin demeye başladılar. Derlemeciliğim sırasında güzel insanlar tanıdım. Hep alan araştırması sürdürdüm. Hemen her bölgede sürdürdüm, derleme çalışmalarımı. Bir tek Mezopotamya’ya gitmedim. Onun dışında Malatya, Maraş, Kastamonu, Safranbolu, Antalya’yı dolaştım, Tahtacılar, Çepniler, Abdallar, Çingene Alevileriyle görüştüm. Derleme çalışması yapmasam bile muhabbetler yaptım. Sadece muhabbetler için dolaştım. Bazen kayıt almama izin verilmiyordu, istemiyorlardı. Bazen de kayıt almak için param olmuyordu. Nida Tüfekçi bize derdi ki: Kayıt almak için paranız yoksa, kafanıza yazın. Kafanızdakini defterinize dökün, 10 küsur yıl sadece Alevi Bektaşi babalarla muhabbetler için dolaştım.
- Koçgiri’de derlediğiniz türküler Alevi türküleri miydi?
Zaten Koçgiri’nin tamamı Alevi’dir bir kere. Koçgiri tamamen bir Kürt Alevi yerleşimidir bence. Her ne kadar Türkmen geleneklerine rastlansa da, Kürt Alevi’dir. Koçgiri’deki ağıtçı gelenek, Türkmenlerde yok, Sünni Kürtlerde de yok. Koçgiri’deki ağıtçı geleneğin kendisine özgü bir müzikal yapısı var, kadın ağıtçılar yaygındır, yasa uygun bir giyim kuşam geleneği var. Ben orada ağıt derlemeleri yaptım. Koçgiri’de Kürtçe deyişlere çok az rastladım. Kürtçe nefes ve deyişlere daha çok Adıyaman ve Maraş’ta rastladım. Malatya’da daha çok Arguvan’da rastladım Kürtçe deyişlere. Orada Atma aşiretinin köylerinde derlemeler yaptım. Gökağaç’ta yaptım, Şotik’te yaptım derleme
- Şah Hatayi Türk değil ama
Benim araştırmalarıma göre, (Nejat Birdoğan Hoca da öyle diyordu) o tarihte Alevilikte uluslar üzerine bir cümle kurmak yanlış olur. Çünkü Alevilik yol üzerinde gidiyor. Senin ırkınla, ulusunla uğraşmıyor. Şah İsmail’in kullandığı da Türkçe değil aslında , Ortaylardaki Türkçe, Türkçe değil. Daha farklı bir dil, biraz içinde Farsça da olan, biraz Türkçe kelimelerin de olduğu, biraz da Kürtçe kelimelerin olduğu bir dil. Son çalışmalarımda ben şuna vâkıf oldum. Alevilikte ulus aramak yanlış bir şey. Bence her ulusta Alevi olur. Cumhuriyetten sonra, yazmaya başlayan bir Alevi aydını grubu var ya, onların işine gelmiş, biraz da Bektaşilikte etkilenerek, ‘Alevilik Türklüktür’ demişler, diyorlar. Ama şöyle bir baktığımızdan Kürtçe konuşan Alevilerin deyişleri, müzik külliyatları, daha etkin, daha büyük. Bir kere Sivas, Dersim, Malatya, Maraş, Adıyaman, Koçgiri, Şadılı bölgesi, Sinemillililer, Hormekliler hepsi Kürt ve Alevi. Popüler olan deyişler, müzik kalitesi yüksek olan deyişler hep Kürtçe konuşan bu Alevilerden çıkmış.
- Cemlerin müzikle yapılmasını nasıl değerlendirmek gerekir?
Çok eski, kadim bir gelenektir. Alevilik yüzyıllarla tanımlanacak bir inanç değil, çok eski bir inançtır. Döne döne gelir ve her döndüğünde de kendine bir simge bulur. Hazreti Ali’ye derler ya ‘Haydar-ı kerrar’, anlamı döne döne gelendir. Her defasında döne döne gelir. Musa’dır, İsa’dır, her neyse döne döne gelir. Kendine bir şeyler kata kata gelir. Dolayısı ile Alevilikteki müzik geleneği çok çok eski bir gelenektir. Belki Şamanizmden etkilenmiştir, belki Manizm’den etkilenmiştir. O zaman Anadolu’da hangi inançlar varsa, onlardan etkilenmiştir. Bence Aleviliğin en güzel yanı müziği alması, insani olan her değeri kendine katmasıdır.
- Yani Aleviliğin halen yaşaması ve buraya kadar gelmesi müziğe bağlı.
Evet, müziğin dinamizmi ve sözlerinin kulaktan kulağa, gönülden gönüle geçmesi ile bugüne gelmiştir. Ama ben şöyle bir şey de düşünmüyorum. Aleviliğin sadece sözlü geleneğe dayandığına inanmıyorum. Yazılı gelenek de var. Ama ne yazık ki Alevilik her seferinde yakılan yıkılan bir inanç olmuştur. Hâkim güçler bir yeri işgal ettiğinde veya iktidara geldiklerinde ilk önce kütüphaneleri yakmışlardır, yıkmışlardır. Alevi erenleri ve yol ustalarının çok akıllı davrandıklarını düşünüyorum. Nedeni şu: Bakmışlar ki kitapları yakıyorlar, nefesleri saza yüklemişler. Nefesleri, müzikleri ile birlikte yüklemişler ki kimse tahrip edemesin. Küçük tahribatlar olabilir zaman içinde sözde, ama kayıp edemezsin, yok edemezsin, yok etmek için bütün insanları öldürmen gerekir. Buna rağmen yok edemezsin, niye biliyor musun, komşusu duyuyor, komşusunda kalıyor. Sözlü geleneğin bu kadar güçlü bir yanı var. Asimile olmazsan kimse seni asimile edemez. Mesela Alevilikte kadın erkek eşitliği vardır. Ama kentli Alevi erkek, bunu değiştirmek istiyor. Kendi çıkarı için değiştirmek istiyor. Alevilikte iki kadınla evlenmek yol düşkünlüğüdür, aldatma yol düşkünlüğüdür, kadın dövmek yol düşkünlüğüdür, müziksiz bir Alevi inancı yoktur. Bir tek Nusayri Aleviler cemlere kadınları almıyorlar. O da Alevilikten çok Arap olmakla kaynaklıdır bence.
- Yeni bir çalışmanız var mı?
Ben çok küçük yaşlarda düğün salonlarında sahneye çıkmaya başladım. Çok sevgili bir dostum var, haydi türkülerimizi söyleyelim dedi ve başladık. O da Kemal Elmas’tır. Bir düğün salonunda müdürdü. Ben hep işin arkasını merak ettim. Solist olayım gideyim derdine düşmedim. Hemen hemen bütün albümlerimi Arif (Sağ) Hoca yönetti. Son dört albümümü kendim yönettim. Yönetmenliği de Arif Hoca’dan ve Oğuz Abadan’dan öğrendim. Ben tekniği babamdan öğrendim, okula gittiğimde Güven Hoca bana doğru okuyorsun, dedi. Nasıl öğrendin bu tekniği dedi. Babamın kamyon şanında öğrendim. Sonra ben dedim türküleri notalarla okumayacağım, türküleri anlatacağım dedim. Şimdi türküleri anlatıyorum. Beden dilini tiyatrocu arkadaşlarla çalışarak öğrendim. Dedim bana bir duruş, oyun öğretin. Çok opera dinlerim.
Dili bilmiyorsun ama sana şarkıyı anlatıyorlar. Ben de türkülere mimikler oturttum. Ondan sonra Arif Hoca’ya dedim ‘Hocam ben oldum. Albüm yapabilirim.’ İlk albümümü Mazlum Çimen yönetti. İkinci albümü Arif Hoca yönetti. Ondan sonra hep Arif Hoca yönetti. Arif Hoca’dan çok şey öğrendim. Dünyada en büyük minnettarlığı ona sunarım. Sonuç olarak bu sistemin istediği şeyleri yapmadan isim oldum. Albümlerim gitti vücut buldu. Ben gerçekte halkın yarattığı bir sanatçıyım. Yelpazemi genişleterek yürüdüm. Son olarak Musa Eroğlu ile bir düet yaptım. Yusuf Hayaloğlu’nu çok sevdiğim için, dostumu tekrar hatırlatmak için ‘Dağlarda Kar Olsaydım’ı okudum. Dört parça yaptım yine ikisinin bestesi bana ait. Söz ve müziği bana ait olan eserler yaptım. Birçok albümün düzenlemesinin aranjelerini ben yaptım. Kalan Müzik’ten çıkardım, 4 eser mayıs ayında. Şimdi yeni çalışmam var, 6 parçayı Haydar Timisi ile beraber çalışıyorum. Haydar Timisi yönetiminde oldu. İkimizin yönettiği bir albüm olacak. Ben istediğimi söyledim, ama Haydar Timisi de benim istediğimin fazlasını gerçekleştirdi. 4 deyiş okudum, iki tane aşk türküsü okudum. Bu altı eser de şubat gibi çıkacak.
Albümün adına da ‘Pervane’ dedik. Türkü söylemek benim için ibadetlerin en güzeli. Türkülerle oynaşmayı seviyorum. Türkülerle sevişmeyi seviyorum. Onlarla söyleşmeyi seviyorum. Onlarla dertleşmeyi seviyorum. Ruhi Su gibi, şöyle diyor ya ‘Ben hiç Türkülerime yalan söylemedim. Onlar da bana yalan söylemedi, Birbirimizi aldatmadık’ diyor. İşte onun gibi. Tekrar deyiş okumamın nedeni şu: deyişlerin sözlerini yanlış okuyorlar, tanımadıkları için, bunu da burada söylemek istiyorum. Lütfen bunu kibir olarak algılamayın. Deyiş okumak için sadece sesin olması yetmez. Deyiş okumak için senin bir tasavvuf bilginin olması gerek, edebi bilginin olması gerek, sağında solunda sözlüklerin olması gerek, büyük bir kütüphane olması gerek, bir arşivinin olması gerek. Hepsini inceleyip okuman lazım. En son bir tane Duaz-ı İmam’ın sözlerinde tahribat yapıldığı için, bunu düzeltmek için okudum. Mesela Duaz-ı İmam olması için 12 imamların isminin olması lazım, 8 imam söylemiş gerisi yok. Ben de güldüm arkadaşıma dedim ki, imamları bari tamam söyleseydin. Zaten Duaz-ı İmam demek 12 İmam demek. Haa öyle mi dedi. Hatta dedeler çıkmış dedeliği bilmiyor. Alevilikle ilgili çalışma yaparken dede bulmakta zorlanıyorduk. Sevmiyorlardı böyle şeyleri. Şimdi birçokları dedeliğe soyunuyor.
Kürtçe deyişlere az rastlanıyor
Aşıklar daha çok Türkmen kökenli olduğu için, daha çok Türkçe deyişler var. Şah Hatayi, Teslim Abdal, Seyit Nesim, Pir Sultan Abdal hepsi Türkmen. Böyle gittiği için daha çok Türkçe deyişlerle cemler yapılıyor. Bunlar hepsi Türkmen aşıklar. Tamamen ona dayalı bir şey. Kasıtlı bir şey yok. Kürtçe konuşan Aleviler bile cemi, Türkçe yapıyorlar. Çünkü Şah İsmail deyişinin Kürtçeleştirmesi çok zor.
- Alevi müzikleri ile Bektaşi müzikleri arasında bir fark var mı?
Var. Çok önemli bir fark var. Bektaşi müziğinde makamlar daha geniş. Birçok makam üzerine oturtulmuş, köy Alevilerinde makam geçişleri daha az. İşte uşak makamı fazladır, Hüseyni ayağı daha fazladır, Hicazlar daha azdır. Bir de şöyle bir şey var, onlarda enstrümanlar farklıdır. Onlar daha ziyade nefesli ney gibi, yaylı tambur gibi, tam kent Bektaşilerine ait enstrüman kullanır. Ama onun dışında sözler aynıdır. Mesela ‘Bugün bize pir geldi’yi onlar da cemde okur, sen de okursun. ‘Güzel aşık cevrimizi çekemesin demedim mi’ o yaylı tamburla ya da dizlerine vurarak okur, sen sazla okursun. Makam farklı olabilir. Ama şöyle bir gerçek var, Türkiye’yi köy Alevisi dediğimiz, doğu Alevileri belirledi. Onların müziği daha dinamik, daha güçlü olduğu için zaman içinde batıdaki Aleviler de o müzikleri tekrar söylemeye başladı. Kırklar semahı mesela Balkanlardaki semahı etkiledi. Balkanlarda ben öğrenci iken gittiğimde semahları farklıydı. Diyelim ki oradaki dokuz sekizlik zaman ritmi farklıydı, Anadolu’daki daha farklıydı. Ama Anadolu daha dinamik müzik yapınca öbür tarafı etkiledi. Bu etkileşim de güzel bence.
‘Kürdistan ellerinden bu yana gelen turnalar…’
1987 yılında ben Teke köyüne gittim. Abdal Musa ile ilgili çalışmalar yapıyoruz, o zaman. Köyde misafiriz. Bu arada Sivas, Dersim, Erzincan tarafından gelenler de oldu. Oradaki bakıcı ooo Aynur, Kürtler geliyor diye bana takılıyordu. Bunlar Kürdistan’dan geliyor diyor. Cümleye bakar mısın? Ben de güldüm dedim ki böyle bir yer mi var. Abdal Musa’nın bazı menkıbelerinde ve Kaygusuz Abdal’ın da bazı türkülerinde Kürdistan kelimesi olduğu söylenir, ‘Kürdistan ellerinde bu yana gelen turnalar Ali’yi görmediniz mi’ gibi sözler olduğu söylenir. Şaşırtıcı geliyor ama bu çok normal, çünkü Pir Sultan döneminde Sivas’a kadar Vilayet-i Rum değil miydi. Bu da zaten Kürdistan olarak geçiyor. Benim dediğim bir şey değil ki belge böyle. Şair şiirini yazarken ne diyecek, ‘Türkmen ellerinden beri gelen…’ dediği gibi, ‘Kürdistan ellerinden beri gelen…’ de diyecek. Orada toplumda şu var, mesela Roman Aleviler geliyor, Çepniler geliyor, kentlerdeki gibi kaygılı bir davranış şekli yok. Birbirleri ile birlikte cem yapıyor, şakalaşıyorlar, birlikte oturuyorlar. Kimse kimseye sen şusun, sen busun demiyor. Zaten sen şusun, sen busun dediğinde Alevilik düsturunun dışına çıkarsın. Bu bile Alevilikte bir düşkünlük sebebi sayılıyor. Bizden mi, değil mi lafı Alevilikte Kürt mü Türk mü anlamına gelemez. Alevi mi Sünni mü anlamına gelir. Çünkü Alevilik; Kürt olmasıyla, Türk olmasıyla, Roman olmasıyla ilgilenmiyor. Aşağılanan kimliği ile ilgileniyor. O kimlik de Alevilerde Aleviliktir. Aleviliği tek tipleştirmek yanlış. Tek tipleştirirsen zaten, o Alevilik olmaz. Ben Aleviliğin bu çok sesliliğini seviyorum.