ABD ara seçim sonuçları, kaybedilen sağduyunun geri dönüşü olarak yorumlanıyor. Belli ki seçmen, Donald Trump’ın tahrip ettiği kurumsal yapıların restorasyonuna önem veriyor. Ara seçimler, ABD siyasal sisteminin önemli ‘kontrol ve denge’ mekanizmalarından biri. Beyaz Saray’da oturan başkanın icraatına kamuoyunun tepkisini ölçme işlevi görüyor. Genellikle de muhalefette olan parti kazanıyor. Bu kez de büyük bir ‘kırmızı dalga’ yani Cumhuriyetçilerin büyük başarısı bekleniyordu. Herhangi bir sıfatı olmamasına rağmen Trump da sahaya inerek Cumhuriyetçi adaylara destek verirken 2024 başkanlık seçimlerinde yeniden aday olmak için nabız yoklamış oldu. Bu nedenle de Cumhuriyetçi oyların beklenenden düşük çıkışıyla birlikte Trump kaybetmiş oldu. Cumhuriyetçiler, başkanlık için daha sağduyulu bir aday arayışına girecekler.
Joe Biden önderliğindeki Demokrat yönetim, bundan sonra gerek iç gerekse dış siyaset alanında daha rahat ve cesur hareket edecek. Biden, petrol fiyatlarından başlayarak yükselmekte olan enflasyonun sorumlusu olarak Rusya’yı gösterdi ve bu argümanın seçmen tarafından kabullenildiği görüldü. ‘Dış güçler’ ABD siyasetinde de işe yarayan bir unsur. Bu onayda, Ukrayna savaşı üzerine yürütülen propagandanın etkisi büyük. Biden’ın formülasyonuna göre bir ‘Liberal Dünya Düzeni’ halen mevcut ve ABD jandarmalığı altında varlığını sürdüren bu düzen, Rusya’nın tehdidi altında. Yine Amerikan yönetiminin anlatısına göre Rusya-Ukrayna savaşı bu tehdidin açıkça görülmesini sağladı. ‘Liberal blok’ tarafından Ukrayna yönetimine verilen askeri ve mali desteğin somut etkisi Rus ordusunun Kherson’dan da çekilmesiyle açıkça görünür hale geldi. Savaşta ‘kış molası’ döneminin böyle bir kazanımla başlıyor olması, Ukrayna’nın bedelini yakıtsız bir kış tehdidi altında ödemeye hazırlanan Avrupa kamuoyunda da bir miktar teselli yaratmış görünüyor.
Ukrayna çatışması, Amerikan yönetiminin liberal dünya düzeni sloganını güçlendirirken, bu düzenin oluşumu ve işleyişinde pürüz çıkaran müttefikleri de bir kez daha hizaya getirme hamlesini içerecektir. Bu durumda, Türkiye’nin konumunun yeniden gözden geçirilmesi kaçınılmazdır. Mesele, Ukrayna savaşında takınılan ikircikli tutumla sınırlı değil. Hatta Türk yönetiminin Rusya ile diyalog kapısını kapatmamış olması Batı’nın siyasi hedefleri açısından olumlu karşılanıyor. Ama liberal dünya düzeni Ukrayna’dan ibaret değil. Uzak Doğu’dan Latin Amerika’ya, oradan Afrika ve Ortadoğu’ya kadar dünyanın her köşesine Amerikan nizamı öngörüyor. Erdoğan ve müttefiklerinin Suriye’de izledikleri Kürt düşmanı siyaset, önemli bir küresel pürüz niteliğinde. Küfür ettiği Ortadoğu liderleriyle sarılıp öpüşmekte sakınca görmeyen Erdoğan, Esad’la da pekala barışabilir. Ama asıl sınav, Rojava ve Afrin üzerinden verilecektir. Erdoğan ve müttefiklerinin damarlarında dolaşan Kürt nefretini bastırarak YPG ile de barışabilecek esnekliğe sahip olup olmadığı yakın zamanda sınanabilir.
Erdoğan yönetimi, bir başka açıdan da ‘pürüz’ niteliği arz ediyor. Biden’ın tahayyülü içinde Trump ve benzerlerinin dünya sahnesinden tasfiyesi büyük önem taşıyor. Bu otoriter popülist rejimlerin çoğunluğu zaten ABD’nin karşısına aldığı ülkelerde mevcut: Rusya, Çin, Kuzey Kore ve İran gibi. Ama bir de ‘müttefik’ ülkeler arasında o tarza meyledenler var: Brezilya, Macaristan ve Türkiye gibi. Brezilya’da henüz başkanlık devri yapılmadı ama Jair Bolsonaro’nun rol modeli Trump’ın yaşadığı son yenilgi ışığında, seçim sonuçlarına uymama gibi bir seçeneği kalmadığını idrak etmiş olması beklenir. Lula önderliğinde Brezilya, yakın zamanda demokratik ülkeler kategorisine dahil olacaktır. Tabi burada ironik olan, ABD’nin Latin Amerika sosyalizmine bakışında gerçekleşen değişimdir. Sosyalist lider Lula’nın Brezilya cumhurbaşkanlığını ilk tebrik eden dünya lideri Biden oldu. Macaristan yönetimi ise ülkenin konumu ve Avrupa Birliği içindeki varlığı gibi nedenlerle ciddi bir pürüz oluşturmuyor. Ama Türkiye öyle değil.
Türkiye, ABD’nin en köklü müttefiklerinden biri. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk siyasal mimarisinin büyük ölçüde Amerikan modeliyle ve açık ABD müdahalesiyle inşa edildiği bilinir. Siyasal partiler, Avrupa’daki sağ ve sol kavramlarından çok Demokrat ve Cumhuriyetçi benzeri zihniyetlerle donanmıştır. İşçi sendikaları, ABD yönetimi tarafından eğitilmiş birtakım şahıslar tarafından kurulmuş bir ülkeden söz ediyoruz. Ordu, yakın zamandaki savrulmalara rağmen halen ABD’nin vekalet gücü anlamında NATO bağımlısıdır. Siyaset kadar sosyal hayat ve ekonomi açısından da ABD ayarına açık bir ülke özelliği görülür.
İşte bu nitelikler, Erdoğan yönetimi altındaki Türkiye’nin öyle sıradan bir pürüzden ibaret olmadığı sonucunu doğurmaktadır. Erdoğan, gelişi kaçınılmaz görünen Biden ayarı karşısında Suriye siyasetinde bir U dönüşü yanında ülke içinde de açılımlar, hukuk paketleri gibi yollara başvuracaktır. Ama ABD başkanının aklında bir B planı olması da kuvvetle muhtemel. Sahi, Kılıçdaroğlu’nun Okyanus aşarak gerçekleştirdiği ABD ziyaretinden bilimsel gelişmeleri izleyip eli boş geri döndüğüne kim inanıyor?