Mücahit Akgün
Trump’ın Suriye’den çekilecekleri yönündeki açıklamasının ardından Türkiye’den Moskova’ya giden heyet, Rusya’ya bir öneride bulundu. Buna göre, Türkiye, Minbic kırsalının Türkiye ve Suriye rejimi arasında bölüşülmesini teklif ediyordu. Türkiye’nin bu talebi ve ABD ile yapılan görüşmeler, Rusya ve taraftarı İran ve rejimde ciddi soru işaretlerine neden oldu. Rusya, Minbic’i mevzubahis etmeden daha önce verdiği vaatlerin başında gelen İdlib’in durumunu öncelikli gündem olarak Türkiye’nin önüne koydu. Rusya bununla iki şeyi amaçlıyordu. Birincisi Türkiye var olan karambolü değerlendirme telaşındayken bir an önce İdlib’de istediğini almak, ikincisi zaman kazanarak, Türkiye ve ABD arasında gelişebilecek olası angajmanı görebilmek.
ABD veya Rusya arasında tercih yapmakla yüz yüze kalan Türkiye ise özellikle İdlib konusunda ciddi bir sıkışma yaşıyor. Son günlerde İdlib’de artan çatışmalar, Türkiye’nin bu sıkışmışlığı aşma ve Rusya’ya daha önce verdiği vaadi yerine getirmenin senaryosudur. Türkiye kendisine birebir bağlı olan ÖSO gruplarını, hala Kürtlere karşı kullanmayı amaçlamakta. Dolayısıyla bir süre daha bu gruplara ihtiyacı var. Bu gruplara verdiği bazı sözler de var. İdlib’deki ÖSO varlığı Türkiye açısından, Rusya, rejim ve İran’la karşı karşıya gelme ve verdiği sözleri yerine getirememe anlamına da geliyor. Buna bağlı olarak Türkiye’nin şu an yaptığı bütün dünya tarafından da terörist örgüt olarak görülen El Kaide tandanslı Heyet Tahrir Eş Şam (El Nusra) örgütüne İdlib’i bırakmaktır. HTŞ, bölgenin tamamına hakim olduktan sonra, Rusya ve rejim buraya dönük istediği zaman ve koşullarda operasyon yapabilecek. Dolayısıyla Türkiye ile de karşı karşıya gelme durumunda olmaz. Buralardan çekilen ÖSO gruplarını, Afrin başta olmak üzere diğer Kürt bölgelerinde Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG) karşı kullanmak için sevk edecek. Ayrıca Rusya ve rejimin operasyonu karşısında Türkiye ve kontrolü altındaki bölgelere sığınacak olan HTŞ kalıntıları da Türkiye’ye muhtaç bir şekilde yine bu ÖSO gruplarına dahil edilmeye çalışılacak. Günün sonunda ise Türkiye, İdlib yükünden kurtulurken, buralardan devşirdiği çaresiz kalan grupları da Fırat’ın doğusuna yönelik bir şantaj aracı olarak kullanma fırsatını elde etmeyi umuyor. İdlib’de yaşanan durum Türkiye’nin bilgisi ve koordinasyonu dahilinde gerçekleşen bir olaydır. Türkiye’nin izni olmadan HTŞ’nin bu düzeyde toprak alması ve bağlı ÖSO gruplarını sürmesi mümkün değildir. Türkiye’nin bu hamlesi rejimin operasyonuna zemin hazırlamanın ilk adımıdır.
Kuşkusuz ABD ve Türkiye arasında 8 Ocak’ta gerçekleşecek görüşmeye bağlı olarak Türkiye bu tavrını değiştirebilir. Bu da ABD ile anlaşmasına bağlı olacaktır. Şayet ABD ile Fırat’ın doğusunu da kapsayacak bir ortaklaşma sağlayabilirlerse, HTŞ’yi de barındıran yeni bir politika tercih edebilir. Bu da şu anlama geliyor, Rusya, rejim ve İran’la bütün köprüler atılacaktır. Türkiye bunu göze alabilir mi, çok zor bir tercih. Zira, bu durumda ABD’nin Türkiye ile DSG arasında da belli bir ortaklaşmayı sağlaması zaruri oluyor. Mevcut atmosfer, ne Türkiye’nin Rusya ile bu düzeyde köprü atmasına ne de Türkiye ve Kürtlerin ortaklaşmasına müsaittir. Dolayısıyla Suriye özelinde Ortadoğu’da Trump’ın kararıyla alt üst olan güç dengelerinin yeniden şekillenmesi için bir süre daha beklemek gerekir.
Tüm taraflar şu an yaşanan rölanti durumunu sürdürerek bekle-gör tavrıyla gelişmelere göre pozisyon alacaktır. Yine de 8 Ocak’ta Washington’da Türkiye ve ABD arasında yapılacak olan görüşme birçok konu bakımından netleşebilecek mahiyette görülüyor. Son birkaç gün içinde hem ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun “Biz Türklerin, Kürtleri katletmesini engellemeye çalışıyoruz” hem de Trump’ın “Biz çekilsek de Kürtleri korumak istiyoruz” şeklindeki çıkışları dikkat çekiyor. Bu söylem 8 Ocak görüşmesi öncesi Türkiye’ye yönelik taleplerini realize etme mesajı olarak okunabilir. Ancak ilk defa ABD’nin Türkiye’nin Kürtleri katletme olasılığından bahsetmesine ek olarak bir süre önce ABD Holokost Anma Müzesi desteğiyle yapılan ‘soykırım risk listesi’nde Türkiye’ye 8. sırada yer verilmesi, yine geçen ay ABD Senatosu’nda ‘soykırıma müdahale ve soykırımla mücadele’ye ilişkin bir yasanın tartışılması ile birlikte tüm tartışmalar Kürtlere yönelik Türkiye’nin farklı yönelimlerinin olabileceğinin mesajı olabilir. Zira ABD’nin istihbaratı Ortadoğu’da oldukça güçlüdür. Tüm bunlar ABD, Türkiye’nin bir süreden beri Kürtsüz bir dünya politikasının ciddi katliamlara yönebileceğinin somut bilgisini mi aldı acaba sorularını akla getiriyor.