Türkiye’de önemli siyasal ve toplumsal gelişmeler yaşandı. Hem devlet ve hem toplum önemli süreçlerden geçti. Türkiye’de devlet tüm toplumu ulus-devlet olarak örgütlenen ve kapitalist sistemin bölgedeki çıkarları ekseninde hareket eden iktidar elitinin hizmetinde olacak şekilde dizayn edildi. Söz konusu olan bu iktidar eliti eski devletten kalma askeri veya siyasi bürokrasiydi. Osmanlı devlet sistemi dağılınca bu kesimler yeni dönemin egemenleri olma arzusu ile hareket ediyorlardı. Dönemin dünya güçleri olan Britanya, Almanya, Fransa ve diğerleri bölgedeki çıkarları doğrultusunda yeni bir devlet tarzı geliştirmek istiyorlardı. Ancak Türkiye’de hegemonik güçlerin istediği tarzda bir sınıfsal temel yoktu. Batı’daki şekliyle bunun toplumsal ve siyasal temeli yoktu. Sınırlı da olsa Batı’da buna zemin olacak gelişmeler yaşanmıştı. Türkiye’de ise böyle bir durum yoktu. Bu olmadığından eski devlet içerisinden bir dönüşüm sağlanması yoluna gidildi. Bu şekilde ulus devlet üstten dayatıldı. Eski devletten kalma elitler zaten büyük oranda yükselen kapitalist modernitenin anlayışıyla yetişmişlerdi. Doğu’da devlet ve toplum daralıp etkisizleşirken Batı’nın siyasal ve kültürel etkisi yükseliyordu. Oryantalizm revaçtaydı. Yeni devlet ve iktidar arzusu içinde olan eski devletin bürokratik kesimleri bunun yoğun etkisindeydi. Bu etki olmadan devlet ve iktidar olunamazdı çünkü. Sağdan sola savrulmalardan sonra Britanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yı yenmesinin sonucunda Britanya’nın etki alanı içerisinde bir ulus-devlet inşası gerçekleşti.
Türkiye’de egemen sınıf devlet içerisinde ve devlet eliyle geliştiğinden, devlet-sermayebürokrasi de birbirinin eşiti şeklinde gelişti. Toplumun aşırı bir şekilde devlete ve devletin topluma taşınmak istenmesinin temelinde bu vardır. Bugün AKP-MHP blokunun bu kadar özel savaş uygulamalarına, beka ve millet-devlet söylemine başvurması bu gerçekliğin sonucudur. Türkiye’de devlet kurulduktan ve hegemonik sistemle ilişki-bütünlük sağlandıktan sonra, toplum, ulus-devlet ve yeni sermaye elitinin çıkarlarına göre biçimlendirilmeye başlanmıştı. Mustafa Suphi ve arkadaşları katledilerek sosyalist hareketin gelişimi engellendi. Daha sonra Kürtlere yönelindi. Kürtler ulus-devlet olmanın önünde en büyük engeldi. Bundan dolayı Kürtlere yönelim sert oldu. Bunlar yapıldıktan sonra toplumun tümüyle istedikleri biçimlenişe geçeceği düşünüldü. Ancak öyle olmadığı zamanla anlaşıldıkça bu operasyonların sürekli olması gerektiğine karar verildi. Suikastlar, siyasi operasyonlar, askeri darbeler, tehdit ve gizli operasyonlar bu minvalde yapıldı. Fakat tüm bunlar Kürtlerin mücadelesi sonucu istenilen biçimlenişin tamamlanmasına yetmedi ve 2000’lere gelindiğinde Türkiye’de devlet büyük oranda çöktü. ABD, AKP eliyle ulus-devleti kendi menfaatlerine göre dönüştürmeye çalıştı. Fakat ABD’nin istediği şekilde ilerleme olmadı. Kısa süreli bir türbülanstan sonra eski devletin korunması, restore edilmesi gerektiği fikri etrafında devlette bir yeniden oluşum gelişti. Fakat bu oluşum eskiye, eski ulus-devletin saf haline dönüşü ifade etmektedir. Şimdi daha geniş bir özel savaş ve teknik güçle eskiden kaldığı yerden devam edilmektedir. Ve aynı şekilde şimdi de Türkiye’de izlenen politika hegemonik güçlerin bölgedeki çıkarlarına endekslenmiştir. Bazılarının ABD’den uzaklaşıldığı, bundan ötürü kapitalizme, emperyalizme hizmet edilmediği şeklindeki söylemleri gerçekleri çarpıtmaya dönüktür. ABD’den ne kadar uzaklaşıldığı ayrı bir husus ama Rusya’ya dayanarak politika yapmanın aynı kapitalizm ve emperyalizme hizmet anlamına geldiği kesindir
Toplum ise önemli gelişmeler, değişim ve dönüşümler yaşadı. Kürtlerin mücadelesi büyük katliamlar pahasına gelişti ve sonunda çizgisine ve önderliğine kavuştu. Mücadele çizgisi kesinleşti. Türkiye’de de emek ve demokrasi mücadelesi gelişti. İkisi önemli bir güç düzeyine gelmiş durumdadır. Şimdi dünyadaki gelişmeler, Ortadoğu’daki konjonktür, statükocu ulusdevlet sisteminin eskisi gibi hegemonik güçlerce desteklenmemesi önemli fırsatlar sunmaktadır. Yani eski deyimle objektif koşullar uygundur. Fakat sübjektif koşulların, öncülüğün hazır olmadığı anlaşılmaktadır. AKP-MHP bloku hiç olmadığı kadar zayıf bir konumu yaşıyor. AKP-MHP’nin yapmaya çalıştığı aklın alacağı bir şey değildir. Toplum da bunun farkındadır ve AKP-MHP blokuna destek vermiyor. İhtiyaç olanın demokrasi ve özgürlük olduğunu biliyor. Desteğini buna veriyor ve bunu bu zor baskı koşullarında yapıyor. Bu, toplumun mücadeleye hazır olduğunu gösteriyor. Ama mücadeleye öncülük etmesi gerekenler toplumun gerisinde bir durumda seyrediyor. Türkiye’deki emek ve demokrasi hareketi ile Kürt halkının mücadele ortaklığı gelişirse söz konusu yetersizliğin aşılması, dolayısıyla demokratik dönüşüm ve gelişimin sağlanması anlamına gelecektir. HDP’nin bu yönlü çabaları gelişmektedir ama sadece HDP’nin değil herkesin sorumluluğudur. İstanbul belediyesine el konur mu diye tartışılıyor. Eğer mücadele birlikteliği sağlanmazsa herkesin bu düzene hizmet etmesi istenecek. Bu kesindir. Ve herkes bunu kabul etmek durumunda kalacak. CHP ve onun belediye başkanları bunu bilerek hareket etmeliler. Mücadele evvela kendi içerisinde olmalı, sonra dışa yönelmeli.