“Tarımsal gayri safi milli hasılada Fransa’dan sonra ikinciyiz. Yakın bir zamanda Fransa’nın önüne geçeceğiz” diye konuşan Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli.
Nerden baksan tutarsızca şarkı sözünü aklıma getirdi. Sayın Başkan her yer alev alev yanıyor.
Tarım sektöründeki gelişmeler gündemden düşmüyor.
Yüksek seyreden kırmızı et fiyatları, para etmeyen çiğ süt, tarlada kalan domates, depoda bekleyen patates… Fındıkta ‘tekelleşme’ tartışmaları… Öte yandan tarladan markete yüzde 300 fark atan diğer meyve ve sebzeler…
Üretici kan ağlıyor, tüketici isyanda…
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor..
Türkiye’de tarıma bakış açısının köklü şekilde değiştirilmesi gerekiyor farkında değil misiniz? Ya da farkındasınız ama görmezden mi geliyorsunuz?
Öncelikle tarımsal üretim politikasına bütüncül bakış açısını benimsememiz lazım.
Bitkisel ve hayvansal üretim birbirinden bağımsız düşünülemez. Bu iki alan birbirini tamamlar nitelikte. Bir tarafta yaşanan aksaklık ya da eksiklik diğer tarafı olumsuz etkiler, hatta bazen domino etkisi yaratır.
Türkiye’de tarım sektörünün kendi içinde farklı sorunları var. Ama bir üst perdeden baktığınızda bu sorunların büyük çoğunluğu ortak noktada birbiriyle kesişir.
İsterseniz kısaca tarım sektörünün kronik hale gelen ve hiçbir yetkilinin dillendirmediği 2020 bütçesi sıcak sıcak Meclis’ten geçmişken ortak sorunlarına bir göz atalım.
1- Türk tarımında plansız üretim sorunu var. Üretici kendi haline bırakılmış durumda. Arz-talep dengesinin sağlanmadığı bir yerde fiyat istikrarından söz etmek zor. Kim, nerede, hangi ürünü ne kadar ekiyor, dikiyor ya da yetiştiriyor? Ürünlerin ne kadarı iç tüketime, ne kadarı ihracata gidiyor? Hangi ürünü ne kadar ithal ediyoruz? Bu veriler ışığında üretim planlaması yapılıp, doğru teşvik ve desteklerle yönlendirilmeli.
2- Girdi maliyetleri çok yüksek. Tohumdan gübreye, yemden ilaca kadar girdi kalemlerinin önemli kısmının ithal edildiği bir ülkede mevcut konjonktürde üreticinin mağduriyeti kaçınılmaz.
3- Üretici dağınık yapıda. Ülkede işlevsiz birlik ve dernek enflasyonu var. Tabela ötesine geçip gerçek anlamda kooperatifleşme seviyesi çok düşük. Böyle bir ortamda üretici de haliyle ne girdi fiyatlarını kontrol etme ne de ürünün satış fiyatını belirleme şansına sahip. Organize olmayan üreticinin karşısında ise monopol ya da oligopol yapıya müsait sanayici/market zincirleri var.
4- Verimlilik, ürün kaybı sorunumuz var. Hem bitkisel hem de hayvansal üretim tarafında yaşanan verim kaybı, lojistik tarafındaki yüksek zayiat oranı üreticinin rekabet avantajını ortadan kaldırıyor, düşük kar marjını da alıp götürüyor.
5- Veriler sağlıklı değil. Başta Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri olmak üzere tarım sektörüne yönelik veri tabanının güvenilirliği tartışma konusu. Bunun yeniden sağlıklı bir şekilde oluşturulması gerekiyor. Aksi takdirde, elinizde doğru veri olmadan doğru projeksiyon oluşturmak ve geleceğe yönelik üretim planlaması yapmak mümkün değil.
6- Piyasalarda yeterli regülasyon yok. Farklı ürünler açısından serbest piyasa ekonomisi adı altında bir boşluk söz konusu. Tarım sektörü spekülasyonlara açık bir sektör hatta bir noktadan sonra işin içine manipülasyonlar dahi giriyor. Gerekli altyapı ve düzenlemeler ile makro ve mikro açıdan tarım politikaları oluşturulması gerekiyor.
7- Kamu kurumlarının işlevselliği yeterli değil. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO), Et ve Süt Kurumu (ESK), Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) gibi kurumlar olması gereken düzenleyici ve destekleyici etkiyi sağlayamıyor.
8- Üçlü sacayağı işlemiyor. Özel sektör-kamu-üniversitelerden oluşan ‘ortak akıl üçgeni’ oluşturulamadığı için kurumlar arasında etkileşim kopuk. Bu da inovasyon, Ar-Ge ve katma değerli ürünlerin üretimi ve pazarlanması noktasında yeterli altyapının oluşmasına engel oluyor.
9- Günlük ya da kısa süreli müdahaleler kalıcı çözüm yaratmıyor. Orta ve uzun vadeli tarım politikalarına ve reformlara ihtiyaç var. Üstü açık fabrika olarak da nitelenen tarım sektörü için üretimden ihracata kadar farklı süreçlerdeki olası risklere karşı ‘acil eylem planları’ oluşturulmalı.
10- Verilen destek ve hibelerin etki analizi yapılmıyor. Geçen yıl tarıma 10 milyar TL destek verildi. Son 12 yılda verilen destekler 78 milyar TL’yi buldu. Ancak bunun tarımsal üretimde verimlilik başta olmak üzere nasıl bir etki yarattığı analiz edilmiyor.
Bu maddelere ek olarak son dönemde artan jeopolitik riskler de gösteriyor ki artık tarımsal ihracat pazarımızı daha da çeşitlendirmemiz gerekiyor. Rusya ve Irak pazarında yaşadığımız sıkıntılar gösterdi ki üretim odaklı bir sisteme sıkışıp kalmışız; pazarlama, satış sorunlarımız sürüyor.
Entegre bakış açısı ve orta-uzun vadeli reform politikalarının eksikliği, geleceğin en stratejik alanlarından birisini yelkensiz bir gemi misali bir yerden başka bir yere sürüklüyor.
Eğri oturup doğru konuşalım…
Üretim artışına paralel olarak katma değerli ürünlerin ve alternatif pazarların yaratılmadığı bir ortamda siz ne kadar ucuza üretirseniz üretin, rekolteyi ne kadar yüksek tutarsanız tutun, ürününüzü hakettiği değerden pazarlayamıyorsanız boşa kürek çekiyorsunuz demektir. Bugün yaşadığımız tablo bunun kanıtı değil mi?
Kısacası yukarı da değindiğimiz kronik sorunlara kalıcı çözümler bulmadığımız sürece tarım ve gıda sektörüne yönelik tartışmalar yıllar boyu sürüp gidecektir.
Olan, adeta varlık içinde yokluk çeken üreticisinden tüketicisine 81 milyona olacaktır.