Hükümet artık ne yapmak istiyorsa açık açık yapıyor. Hukuku istediği gibi eğip büküyor. Kamusal bilgiyi istediği gibi çarpıtıyor. Tarihi, tarihçilere bırakın diyor ama kendisi tarihi istediği gibi yorumluyor. Ekonominin yoksulları ayağa kaldıracağını bildiğinden bekçiliği yeniden inşa ediyor. Yalnızca Suriye’ye değil, Yunanistan’a da, Fransa’ya da ayar veriyor. Üstelik bütün bunları Saray’daki üç-beş kişiyle yapıyor. Diğerleri mi? Onlar da can sıkıntısından Meclis bahçelerinde yan gelip yatıyor. Muhalefet “yoklama” istediğinde de koşa koşa gidip el kaldırıyor.
Hükümet artık ne yapmak istiyorsa açık açık yapıyor dememin sebebi ülkenin zayıf da olsa var olan demokrasi geleneğinin iyiden iyiye yok edilmiş olması. Belki de asıl önemlisi ülkenin habitatında ezici bir biçimde var olan biat kültürünün giderek demokratik ilişkilerin yerine geçmiş olması. Zaten, anayasayı okuyunca insan böyle bir başkanlık sisteminin bu ataerkil zihniyet dünyasıyla birlikte bir baskıcı rejime dönüşeceğini hemen kavrıyor. Başka türlüsü nasıl olabilirdi ki? “Başkan ne dediyse o!”
Hükümet, bu anlayış dünyası içinde, eskiden “kardeşimiz” olan Kürtlerle ilgili inanılmaz bir şiddet ve baskı politikasını pervasızca uyguluyor. Kimse de “Gık!” diyemiyor. Bırakın PKK/YPG gibi örgütleri, içerde kendisini sivil, demokratik ve barışçı bir siyaset anlayışı içinde tanımlamış, içinde Kürt siyasetçilerin olduğu kadar ülkedeki ezilen kesimlerin dertleriyle hem hal olmuş sol ve demokrat insanlardan oluşan Halkların Demokrasi Partisi’ne karşı aldığı tutum inanılmaz. Hiçbir nesnel neden olmaksızın önemli birçok HDP’li siyasetçiyi bir tür “tutsak” alarak cezaevlerine koymak, hemen her gün, parti mensuplarını, normal bir soruşturma ile ilgili olsa da sabahın köründe kapılarını kırarak, çocuklarının önlerinde, başlarına tabanca dayayarak alıp götürmek, sanırım ancak “düşman hukuku” ile olacak işler.
Kısacası, dedim ya Hükümet artık hiçbir şeyden çekinmiyor. Çünkü onun çekinmesini gerektirecek bir durum yok ortada. Çünkü artık ulus devletler çok-kimlikli toplumlara dönüştükçe içlerinde kendini “ulusun sahibi” olarak gören kimliklerle “diğerleri” arasında kutuplaşmalar oldukça, ulus devletler “temsili demokrasiyle” yönetilemez hale geliyor. O zaman da değerleri kendilerinden menkul “liderler” sahneye çıkıyor, başkanlıklar oluyor vs.
Türkiye’de olan da bu!
AKP ve arkasındaki kalabalıklar toplumun kendilerine ait olduğunu düşünüyorlar. Bir zamanlar Kemalistlerin düşündükleri gibi. “Düşünüyorlar” dedim ama aslında demek istediğim “olmasını istiyorlar” olmalıydı. Yani bir zamanlar “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” diyen bazı fanatikler gibi. Oysa bu toplum çok-kimlikli bir toplum. Öyle tek bir “sahibi” olamaz. Eğer bir gün tek bir sahibi olursa bilin ki bu toplum toplum olmaktan çıkmış, ölmüş demektir. Tıpkı eğer bir gün herkes Fenerbahçeli olursa futbol diye bir şeyin kalmayacağı gibi…
Kısacası iyi ki “HDP” var. Görmüyor musunuz renklerini!