Bugün Dünya Mülteciler Günü. Dünyada savaş ve yoksulluk nedeniyle milyonlarca insan yurtlarını terk ediyor. Türkiye ise bir yandan milyonlarca Suriyeli mülteciyi ağırlarken, diğer yandan kendi yurttaşları siyasi baskı nedeniyle mültecileşiyor.
Gülcan Dereli/İstanbul
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü. Mülteci terimi, iltica hakkıyla müsemma hukuksal bir terim olmakla birlikte, zorunlu ve hayati nedenlerle ülkesinden ayrılıp bir başka ülkeye göç etmek zorunda kalan herkes için kullanılması gereken bir terimdir. Toplumsal barışın yerle bir olduğu sosyolojik bir zeminde pek çok korku, endişe ve şüphenin varlığı altında mültecilerin toplumsal ilişki alanlarının da bu kırılgan fay hatları üzerinde kurulduğunu görmekteyiz. Mültecilik, bir yandan toplumsal zemini sarsarken bir yandan da gittikleri ülkelerde ayrımcılık ve ırkçılığın nesneni haline getirilmekte, ülkelerin iç siyasetinin aracı haline getirilmektedir. Sadece Avrupa değil Türkiye de artık bu fotoğrafın bir parçası.
12 Eylül’ü geçti
BM’ye göre Türkiye mülteciler konusunda güvenli ülke değil. Türkiye mültecilerin en fazla göç ettiği ülkelerden biri pozisyonundayken şimdi ise en çok göç veren statüsüne kavuşmak üzere. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) sonrası en çok göç veren ülkelerden biri konumuna geldi. Ülke bir yandan milyonlarca Suriyeli mülteciyi ağırlıyor, bir yandan da kendi yurttaşlarını iktidarın siyasi baskısı nedeniyle mültecileştiriyor. Türkiye, 12 Eylül 1980 Darbesi dönemini aşan bir şekilde göç veriyor. Ülkenin en birikimli beyinleri, gazeteciler, aydın, yazar ve sanatçılar, gençler siyasi ortak nedeniyle hayatlarını riske atarak Batı’ya göç ediyor. Ulaştığımız veriler Türkiye’nin 12 Eylül Darbe döneminden daha fazla göç verdiğini ortaya koyuyor.
İltica kabulünde önde
The New York Times’ın 3 Aralık 2018’de Türkiye basınına yansıyan “Varlıklı ve yetenekli Türkler kitleler halinde
ülkeyi terk ediyor” başlıklı haberiyle Türkiyeli mülteci sayısındaki ciddi artış dikkat çekmişti. Özellikle OHAL sonrası Avrupa ülkelerine iltica eden kişilerin sayılarındaki tırmanma açıkça belli olmakta. İlginçtir ki, Avrupa Sığınma Destek Ofisi (European Asylum Support Office) verilerine göre Avrupa Birliği’ne iltica eden Tunuslu, Cezayirli, Hindistanlı, Senegallilerdeki iltica talebini kabul oranı yüzde 7 iken, Türkiyeli yurttaşların iltica talebini kabul oranı yüzde 54’e ulaşmış durumda. Yüzde 54 kabul oranı, müracaat yapılan ülkedeki makamların kabul oranıdır. Ret halinde mahkemeler kanalı ile alınan oran muhtemelen daha yüksek olacağı tahmin ediliyor. OHAL sonrası Türkiyeli yurttaşlarının yabancı ülkelere iltica sayıları ikiye katlandığı verilen istatistiklerle gözler önüne seriliyor.
‘Ülke cadı kazanı’
KHK ile Adıyaman Üniversitesi’nden ihraç edilen Doçent Doktor Bayram Erzurumluoğlu, konuya dair gazetemize şu yorumu yaptı: “Bu durum Türkiye’nin kendi yurttaşı için güvenli bir ülke olmadığının Avrupa ülkeleri tarafından da kabul gördüğü anlamına gelmektedir ki bu Türkiye için çok acı bir göstergedir. AKP Türkiye’yi düşürdüğü durumla artık övünebilir. Cadı kazanına çevrilen ülkeden kaçıp Avrupa ülkelerine sığınan vatandaşlarımızın sayıları 2009 yılına göre 11 kat, 2013 yılına göre 26 kat arttı. Hak, hukuk, adalet, özgürlük yok. Ölüm ve kaçmak var. Yaparsa AKP yapar.” Erzurumluoğlu, “Kaçanların çoğunluğu yüzde 99 üniversite ve üzeri mezunu. Eğitilmiş beyinlerimiz ülke dışına kaçıyor” vurgusu yaptı.
Dünyada 68.5 milyon göçmen var
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2017 yılı sonu itibarıyla dünyada savaş, şiddet, baskı gibi nedenlerle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan 68.5 milyon insan olduğunu duyurmuştu. Bu rakam geçen yıla göre 2 milyon 900 bin daha fazla. Bu yıl ise rakamlar henüz açıklanmasa da sayının artmış olma ihtimali ön görülüyor. Bu rakamın sonucunda ortaya çıkan tablo bütün dünyada yerinden edilmiş insan sayısının İkinci Dünya Savaşı sonrası en yüksek boyutlarına ulaştığının gözler önüne seriyor.
Mavi sular ölüm denizi oldu
Yerinden edilen milyonlarca insan, savaş, yoksulluk, şiddet, yaygın insan hakları ihlalleri ve açlıktan kaçarken daha güvenli bir gelecek için insan kaçakçılığının kontrolünde hayatlarını riske ediyor. Binlercesi can veriyor. Uluslararası Göçmenler Sivil Örgütü’nün (IOM) verilerine göre, dünyada mülteci ve göçmenlerin ölüm oranı rekor düzeyde. 2000 ile 2017 yılları arasında Akdeniz’i geçerek İtalya, Yunanistan, İspanya ve Kıbrıs üzerinden Avrupa ülkelerine iltica etmek isteyenlerden 33 bin kişi denizde yaşamını yitirdi. Son iki yılda Ege ve Akdeniz’de yaşamını yitirenler dikkate alınırsa sayı katlanarak artıyor.
ABD sınırına yığılan hayaller
Yıl 2018… Orta Amerika ülkelerinden mülteci kervanları ABD topraklarına doğru yola koyuldu. 7 bini aşkın Orta Amerikalı mülteci Meksika sınırına doğru ilerledi. ABD basınında yer alan haberlere göre, ABD’ye girdikleri gerekçesiyle şimdiye kadar gözaltında tutulan biri bebek 4 çocuk yaşamını yitirdi.
3 buçuk milyon Suriyeli
Suriye ve Ortadoğu’nun diğer bölgelerinden kaçarak Türkiye’ye gelmiş olan mülteciler, belirsiz bir geleceğin korkusu ve kaygısı ile her açıdan çok ciddi sorunlarla iç içe yaşam mücadelesi veriyor. Mültecilerin hukuksal, insan hakları, toplumsal cinsiyet, çocuk, emek, sosyal haklar, eğitim, sağlık gibi ihtiyaçları neredeyse karşılanmıyor. Türkiye’de resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 4 milyon mülteci bulunuyor. Bunların büyük çoğunluğu yaklaşık -3,6 milyonu- Suriyeli. Türkiye’ye gelen mülteciler, Türkiye’nin 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince koşulu nedeniyle bu coğrafyada kalacak şekilde bir mülteci statüsü alamıyor. Suriyeli mülteciler bir yandan ırkçı saldırılara, ayrımcılığa maruz kalırken, bir yandan da Avrupa’ya ve Kürtlere karşı iktidar tarafından bir koz olarak kullanılıyor. Mültecilerin içinde sayıları onbinlerle ifade edilen cihatçıların bulunması da ülke için önemli bir güvenlik riski barındırırken, devletin bu cihatçı gruplarla ilişkisi bir başka sorun yumağı. Suriyeli mülteci sorunu aynı zamanda AKP iktidarının bizzat ürettiği bir sorun zira Suriye savaşına müdahil olarak iç savaşı derinleştirme rolü oynadı.
Ayrımcılık kurumsallaştı
HDP Göçmen ve Mülteciler Komisyonu Sözcüsü Gülsüm Ağaoğlu konuya dair gazetemize değerlendirmelerde bulundu. Süriyeli mültecilere yönelik ırkçı söylem ve uygulamaları kaygı ile takip ettiklerini söyleyen Ağaoğlu, “Suriye’deki kanlı savaşa taraf olmayıp, kendilerinin ve ailelerinin yaşamlarını korumak amacıyla Türkiye’de zor şartlar altında ucuz işgücü olarak sömürülen, suça itilen ve insanca bir yaşam için devlet tarafından koruma altına alınması gereken Suriyeli çocuklar, Türkiye’de de baskı, dışlama ve ırkçı yaklaşımlara maruz kalıyor. Yapılması gereken, yaşam haklarını güvence altına almak, maruz kaldıkları ayrımcı ve ırkçı politikalara karşı hukuku ve insan hakları kaidelerini egemen kılmaktır” dedi.
Geri gönderme merkezleri
Mültecilerin hukuksal anlamda yaşadıkları ihlallerin bir başka boyutu Geri Gönderme Merkezleri (GGM) olarak tanımlanan sistem. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlarda mültecilerin Kumkapı gibi GGM’nde tutulması insan hakları ihlali olarak kabul ediliyor. Buna rağmen 30’u aşkın GGM’in yanı sıra halen yenileri inşa ediliyor. En son Iğdır’da bulunan GGM’nde 3 mülteci çağ dışı hastalık olarak tanımlanan tüberküloza yakalanmıştı. GGM’leri varlıklarını tıpkı mülteci kampları gibi denetime açık olmayan bir sistemle sürdürüyor. AFAD bünyesinde hizmet verilen mülteci kamplarının hiçbirine, yapılan tüm başvurulara rağmen insan hakları alanında çalışan örgütler hiçbir şekilde alınmamaktadırlar. Bu kamplarda hiçbir şekilde denetlemeye tabi tutulamamaktadır.
İnsanlık kıyıya vurmuştu
Ailesiyle birlikte Avrupa’ya kaçmaya çalışırken bindikleri botun batması üzerine hayatını kaybeden ve cansız bedeni 2015 yılında Bodrum kıyılarına vuran 3 yaşındaki Alan Kurdi’nin bu fotoğrafı infial yaratmıştı. Alan Kurdi, adı gibi Kobanili bir Kürt çocuğu idi. Alan’ın can verdiği dönemde IŞİD, Kobani ve Kuzey Suriye’ye işgal saldırılarında bulunuyordu.