Türkiye, Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik savaş politikasını uluslararası alana dayatmaya devam ediyor. İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine olur vermesinin merkezine Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik saldırı ve Kürt karşıtı politikaya destek şartını koydu. Bunu ‘ulusal güvenliğinin ihtiyacı’ olarak öne sürüyor. Türkiye’nin ulusal güvenlik politikasının temel kurgusu Kürt karşıtlığı üzerine kurulu bir politikadır. Kürt halkına karşı süreklileştirilmiş bir baskı ve savaş hali temelinde sürdürülmekte.
AKP-MHP iktidarı cumhuriyet tarihin bu politikasının en saldırgan, en yıkıcı, en faşist düzeyini sergiliyor, bölgesel ve küresel ortama tüm gücüyle bu yönlü bir dayatma içinde.
Türkiye’nin, AKP-MHP iktidarının NATO’dan beklentisi amasız, fakatsız Kürt karşıtı politikaya destek vermesidir. Doğrusu NATO da Türkiye’nin Kürt karşıtı politikasına desteğini esirgemiyor. Hukuksuzluğun, insanlık dışılığın, zulüm, inkâr, kırım, katliam ve demokratik hakların gaspı içerikli tüm versiyonlara şimdiye kadar desteğini esirgemedi NATO. Ve NATO’nun bu yönlü desteği kronik bir alışkanlık düzeyinde sürüyor. Bu alışkanlığın, bu kronik desteğin Kürt halkı üzerindeki sonuçları hayli ağır, hayli yıkıcı ve hayli büyük trajedilere yol açtığı ortada.
Tayyip Erdoğan, Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik yeni bir saldırı hareketini, işgal hareketini başlatacağını ilan etmesinin hemen akabinde, başta NATO Genel Sekreteri olmak üzere NATO’nun belli başlı ülkeleri ‘Türkiye’nin güvenlik endişesi’ söylemine sarılmaya başladılar. Söz konusu söylem tümden haksız, tümden temelsiz bir kurguya dayanıyor ve yalan içeriklidir.
Tehlike altında olan Türkiye’nin güvenliği değil, Türkiye’nin saldırılarında savaş ve işgal politikalarından dolayı güvenlikleri ve varlıkları tehlike altında olan Kuzey Doğu Suriye halklarıdır; Orada yaşayan Kürtlerin, Süryanilerin, Ermenilerin, Êzidîlerin varlığı ve geleceği büyük bir tehlike içinde. Türkiye 2018’de Efrîn’i, 2019’da da Girê Spî’yi (Tel Abyad), Serêkanî’yi (Ayn İsa) işgal etti. Akabinde bu alanlarda talan, işkence, göçertme, kadınlara tecavüz, Kürtsüzleştirme ve etnik temizlik sökün etmeye başladı.
BM Suriye Bağımsız Araştırma Komisyonu bu alanlarda Türk ordusu ve bağlı güçlerin uygulamalarını insanlığa karşı suç, etnik temizlik niteliğinde uygulamalar olarak tanımladı. Yine BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, bu içerikte çok sayıda raporu kamuoyu ile paylaştı.
Tayyip Erdoğan iktidarı, şimdi benzer bir kötülüğü Kuzey Doğu Suriye’nin, Rojava’nın başka alanlarına yönelik devreye sokma peşinde, buna destek istiyor.
Kötülüğü, katliamı, talanı, etnik temizliği kolektifleştirmek ve uluslararası desteğe ulaştırmak istiyor ve bu temelde küresel ve bölgesel güçlerin Kürt karşıtı bekraundlarına ve kirli çıkar ortaklığına sesleniyor.
Tarihte birçok halk, toplum ve topluluk büyük kötülüklere, katliam ve soykırımlara maruz kaldı. Ama hiçbirisi Kürt halkına yönelik olduğu düzeyde kolektif ve uluslararası nitelikte, büyük ve geniş mutabakatlı, uzun süreli ve ince örülmüş bir siyasete dayalı bu denli bir kötülüğe maruz kalmadı.
Geçen yüzyılın başında uluslararası ve bölgesel güçlerin ortak mutabakatı ile Kürdistan’a ve Kürt halkına karşı oluşturulan kötülük konsepti sürüyor. Kötülük konseptinin başını çeken Türk faşizminin Kürt halkına karşı kötülükte tatmin düzeyi yoktur. Bölgesel ve küresel alanda her kesimi Kürt halkına karşı sürdürdüğü kötülüğe katma seferberliği içinde. Kürt halkının, bölgenin ve insanlığın geleceğini karartmaya çalışıyor. Kötülüğün seferberliğine karşı insanlık seferberliğine, kötülüğe set çekecek direniş ve dayanışma seferberliğine ihtiyaç var.