HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Türkiye’nin kazanacağı bir seçenek yarattıklarını belirterek, “HDP’nin etkisinin doğru okunması” çağrısı yaptı. Kaybettikleri yerlerde “garnizon etkisine” dikkat çeken Temelli, her şeye rağmen özeleştirel yaklaşacaklarını söyledi.
Türkiye tarihinin en kritik yerel seçimleri AKP’nin büyük kentleri kaybetmesiyle geride kaldı. Yerel seçimler sonuçları itibariyle nasıl etkiler yaratacak? HDP’nin sonuçlara etkisi neydi? Kürt illerinde sonuçlar HDP tarafından nasıl karşılandı? Kritik kentlerde kazananı ve kaybedeni belirleyen HDP’nin seçim sonrası konum ve politikası nasıl şekillenecek? Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, Mezopotamya Ajansı’nından Diren Yurtsever ve Zemo Ağgöz’ün sorularını yanıtladı.
Öncelikle İstanbul ve Ankara başta olmak üzere kimi merkezlerdeki sonuçlara dair iktidardan doğru itirazlar olsa da, ortaya çıkan seçim sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Genel haliyle baktığımızda HDP olarak tüm seçmenlerimiz ve halkımızla, Türkiye siyasetinin değişimine en önemli etkiyi yaratmış bir parti olmanın gururunu yaşıyoruz. Çünkü Türkiye siyaseti özellikle 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren mutlak tecridin uygulandığı bugüne kadar, giderek otoriterleşen, baskının, hukuksuzluğun, adaletsizliğin hakim olduğu bir dönem yaşadı. Bu dönemin içindeyiz. Hala da sürüyor bu dönem.
Neden tecrit?
Çünkü 5 Nisan 2015 tarihinden itibaren mutlak tecridin başladığı tarih Türkiye siyaseti, demokrasisi, ekonomisi üzerinde bir domino etkisi yaratmıştır. Ülkeyi Çöktürme Planı içerisinde olanların bir çöküşe sürüklediği bir süreci yaşadı Türkiye. Bu dört yıllık sürecin bir itirazıdır 31 Mart seçimleri. “Yani bunu kabul etmiyoruz” demektir. 4 yıllık süreç boyunca sürekli siyaset değersizleştirildi. Siyasetsizlik hakim kılınmaya çalışıldı. Tek adam rejimi dediğimiz mesele aslında bir siyasetsiz atmosferdir. Toplum, halklarımız, siyasete, demokrasiye sahip çıkmıştır. Bu anlamıyla önemli bir seçimdir. Tek adam rejimi, faşizmin kurumsallaştırılması, “Sandıkta durdurulamaz” denilen bir anlayışın da aslında her zaman geçerli olmadığı ortaya çıkmıştır. Eğer sandık mücadelesini, faşizme karşı olan mücadeleyle buluşturabiliyorsanız sandıklara da etki yapar. Faşizmi durdurur, otoriter rejime karşı en güçlü itirazı büyütebilir.
Türkiye’de siyasetin aksı değişmiştir. Kabul etsinler etmesinler, artık siyaset dün olduğu gibi bu otoriter rejimin istediği mecrada akmayacaktır. Siyaset demokrasi güçlerinin talepleri yönünde akacaktır. Türkiye bu anlamıyla kazanmıştır. Türkiye’nin kazanabileceği bir seçeneği yaratmış olmak önemliydi.
Seçimlere “Kürdistan’da kazanmak, batıda kaybettirmek” stratejisiyle girdiniz. Bu strateji ne kadar başarılı oldu?
Bu strateji akşam yatıp, sabah bulduğumuz bir şey değil. Onlarca yıllık mücadele, birikim, deneyim, geçmiş seçimlerin sonuçları üzerinde yapmış olduğumuz analizler, fizibilite çalışmaları vardı. Ama her şeyden önce bunun arkasında yatan siyaset anlayışımız, demokrasi anlayışımız var. Paradigmaya olan güven var, fikriyatımızın gücü var. En büyük teşekkürü hak eden halkımızın kararlılığı ve asla vazgeçmez duruşu var. Bunu Türkiye’nin her yerine taşıdığımıza inanıyoruz. Kazandığımız belediyelerde, kaybettiğimiz belediyelerde. Kazanmasına vesile olduğumuz belediyelerde ya da bugün artık Türkiye’nin eskisi gibi yönetilemeyeceği anlayışını taşıyabildiğimiz her yerde bunu hakim kıldığımıza inanıyorum.
Rakamlara baktığımızda batıda ortaya koyduğumuz hedefe ulaştık diyebilirim. Biz kazandırdık demiyorum. Biz toplumu bu seçeneğe ikna ettik. Biz buradan kazanılmış yerlerin üzerinde bir vesayet derdinde değiliz. Bütün belediyeler, belediye meclisleri hak etmiştir, hak ederek kazanmıştır. Kutluyoruz. Ama bu seçeneği koymasaydık sonuçlar böyle olmayacaktı. Bu seçeneği koymak bu stratejiyi hayata geçirmek, sonuçları birinci elden etkilemiştir. Ve bugün baktığımızda Adana, Mersin, Antalya, İstanbul, Ankara gibi batıda hedeflediğimiz yerlerde stratejimiz tüm halklar nezdinde karşılığını bulmuştur. Seçmenimiz, halkımız stratejiye sahip çıkmıştır. Onu kendi duygusallığında yeniden üretmiş ve bu tek adam rejimine, faşizmin kurumsallaşmasına karşı en güçlü tepkiyi vermiştir.
Ciddi bir kuşatılmışlıkla karşı karşıya kaldınız. Her gün onlarca üye ve yöneticiniz gözaltına alındı ve tutuklandı. Buna rağmen yoğun bir kampanya yürüttünüz. Kazandığınız ve kaybettiğiniz yerlere ilişkin neler söylemek istersiniz?
Bölgede ise çok büyük hedefler koyduk önümüze. Bu hedeflerden bir kısmını gerçekleştirdik, bir kısmını gerçekleştiremedik. Gerçekleştirdiğimiz yerlerde önemli bir başarı elde ettik. Bir kere topyekûn kayyum denilen bir mesele ortadan kalktı. Kayyumlar süpürülüp atılmıştır. Bu tartışma bitmiştir. Seçim öncesi kayyum tehdidinde bulunuyorlardı. Artık bu söz konusu bile değildir. Seçimlerde başarılı olduğumuz yerler her şeyden önce çok özenli, meşakkatli çalışmalarla geçti. Yoğun emek vardır. Batıda yaşayan insanlar bölgeyi sadece medyanın kendilerine aktardığı kadarıyla izleyebiliyorlar. Orada bir seçim çalışması falan yürütmek anlatılabilir bir şey değil. Devletin bütün baskı aygıtlarıyla üzerimize gelmesinin ötesinde her türlü hile, şaibe ile karşı karşıya kalındı. Amaçladığımız ama kazanamadığımız yerler konusunda payımıza düşen kısmına dair çalışmalar yapacağız. Neden kazanamadık? Bunun özeleştirisini muhakkak ki vereceğiz. Ayrıntılı çalışma yapacağız. Bu kendimize ait kısımdır. Önümüzdeki süreç açısında önemlidir.
Sadece sandıkların etrafı değil, bütün kent abluka içinde. Biz GBT rekoru kırdık. Bu kadar çok GBT’ye giden yoktur. İki ilçe arasında üç defa GBT’den geçiyor insanlar. Konvoy yapılıyor mesela bizimde konvoylarımız çok muhteşem oluyor. İnsanlar artık konvoy yaparsak GBT’den vakit kaybedersek programımız aksar hesabını yaptı. Böyle bir hesapla kampanya yapıyor olmanın zulmünü düşünün. Bu bir zulümdür. Bana diyorlardı ki “Başkan kusura bakma biz 50 arabayla geldik, diğer arkadaşları getiremedik çünkü GBT’de vakit kaybetmeyelim” diye. Bu kusur devletin kusurudur.
O kadar çok silah var ki ortada. Her yer silah. Bunun anlamı güvenlik diyor fakat ortamdaki o silahlı görüntü zaten bir güvensizlik. Yüzü maskeli güvenlik güçleri etrafta. Çocukları döven, sırf ortam tahrik olsun diye davrananlar vardı. Halkı sürekli tedirgin eden, mitinge gelmesin diye HDP, kalabalık görünmesin diye yapıyorlardı. Seçim günüde fazlasıyla yaptılar. Her seçim sandığının etrafını resmen ablukaya almış durumdalar. Tehdit ediyorlar. Örneğin; halk buluşmalarında kameralar kaynıyordu, gazeteci kamerası değil, polis kamerası. Etrafta kim varsa yakın mesafeden yüzlerini çekerek insanları tehdit eden bunlar işin ilk görünen şeyleri. Ya da konuştuğumuzda mikrofonun sesi kesiliyordu, sinyal atıyorlardı.
Belediye başkanlığını almadığımız yerde hiç kimse bundan dolayı hüzünlenmesin. Bu ortak başarının gücü onlardadır. Türkiye’de siyasetin aksını değiştirdik. Bu her evdeki, her mahalledeki insanımızın başarısıdır. Şırnak’ta da, Bitlis’te de, Dersim’de de böyledir. Bundan kimse olumsuz etkilenmesin. Ama tabi ki daha iyiyi başarabilirdik.
Biz sandığı üç tane belediye kazanalım diye tarif etmedik. Belediye meclislerinde sandalye hesabı yapmadık. Biz sandığı tecride, savaşa, kayyuma karşı bir barış ve demokrasi mücadelesi olarak tarif ettik. Yani üçayak üzerine kurduk sandığı. Demek ki doğru bir şey yaptık. Faşizmi durdurduk. Bütün kimyaları allak bullak olmuş durumda. İnanılmaz bir telaşa düşmüş durumdalar.
Bunu bölge açısından değerlendirdiğimizde önemli ittifaklar geliştirdik. Kürdi partilerle yapılan ittifaklar geleceğe yönelik atılmış önemli adımlardır. Bunun ötesinde kayyumlara, tecride, savaşa karşı mücadele de önemli bir toplumsallık yaratıldı. Amaçladığımız, almayı hedeflediğimiz bazı yerleri yitirdik ama o yerlere de baktığımızda halkın bu söylediğim anlamda iradesi güçlüdür. Örneğin; Şırnak’ın il genel meclisi sonuçlarını kimse konuşmuyor. Şırnak belediye başkanını konuşuyorlar. Ama Şırnak halkının gerçek iradesini görmek istiyorsanız, il genel meclisi sonuçlarına bakın. Orada çok net açıktadır.
HDP’nin etkisi, gücü, iradesinin muhalefet ve iktidar tarafından anlaşıldığını ya da anlaşılacağını düşünüyor musunuz?
Görüp görmeme, anlayıp anlamama biraz onların siyaset yapma hallerine bağlı bir durum. Fakat siyaset, liderlerinin, parti kurullarının, başkanlarının meseleyi anlayıp anlamadığına bakmadan kendi mecrasında akar. Siyasetçinin en önemli özelliği o siyasi iklimi doğru değerlendirip ona göre toplumsal barıştan, hukuktan, demokrasiden yana tavır almasıdır. Mahareti budur siyasetçinin. AKP’ye baktığımda son 4 yıl boyunca, Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddedip, masayı devirdiği günden beri her şeyi militarist bir akılla yönlendirdi. Günlük hayatı da böyle, Suriye meselesinde de böyle. Yakıp yıktığı kentlere yaklaşımında da böyle. Bu militarist akılla devam edecekse eğer bu kendisi açısından bir çöküş senaryosudur. Beraberinde ülkeyi de çöktürmeyi göze almış bir anlayışı kampanya boyunca izledik. Umarım bundan vazgeçerler, umarım siyasetin dilini bu üsluptan kurtarırlar. Umarım yeni gelen dalgayı, yükselen siyaseti doğru bir yerden okurlar. Muhalefet de buna dahildir.
Muhalefette geçmişte çok önemli hatalar yaptı. Dokunulmazlıkların kaldırılması bunun en önemli örneklerinden biriydi. Ya da çözüm süreci döneminde muhalefetin kayıtsız kalması, sadece muhalefet yapmak için muhalefet yapması belki de o dönemde ortaya konulan gerçekliğin toplumsallaşmasını engelledi. Türkiye siyasetine nasıl etki yaptığımıza baktığımızda biz önemli bir hamle gerçekleştirdik. Umarız Türkiye siyaseti, bizim dışımızda kalan siyasi aktörler bunu doğru kodlarla okurlar. Okumazlarsa Türkiye zaman kaybeder ve çok daha derin krizlere sürüklenebilir ama eninde sonunda siyaset kendini doğrular. Bu tarihte de böyle olmuştur. 1930’ların başında Almanya seçimlerinde Alman muhalefeti hata yapmasaydı, dünya 12-13 yıllık bir kabusu yaşamayacaktı. Birebir özdeşlik olsun diye söylemiyorum ama muhalefete düşen toplumdan gelen bu itiraza kulak vermektir.
Siyaset önümüzdeki dönem demokrasiden, barıştan, bir arada yaşamaktan yana akmak istiyor. Toplumsal barışı arzuluyor. Ve bütün bu yıkımın, enkazın ancak dayanışmayla, yeni bir siyaset anlayışıyla aşılabileceğine inanıyor. O yüzden de siyasetin en önemli mecrası olan meclisleri sorumlu davranmaya davet ediyoruz. Belediye meclislerini ve parlamentoyu; bugünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yaratmış olduğu parlamentoyu işlevsiz kılma anlayışından bir an önce kurtulmak gerektiğine vurgu yapıyoruz. Parlamento demokrasiye ve toplumsal barışa sahip çıkma konusunda inisiyatif almalı.
Hakkari’nin sınır hattındaki Şemdinli, Çukurca ve Derecik ilçe ve beldeleri ile sınırdaki Şırnak merkez, Uludere ve Beytüşşebap gibi ilçeleri kaybettiniz. Bunun nedeni neydi? Gerçekten HDP’nin oylarında bir düşüş mü var buralarda, yoksa bu sınır hattında başka bir hesap mı yapılıyor?
Devletin stratejik hesapları var. Bir operasyonel akıl ve stratejik yaklaşım söz konusu. Bu yadsınamaz bir durum. Bu durum hatta Iğdır, Kars için de geçerli. Yıllar önce Iğdır’da Ermenistan sınırını Cemil Çiçek dile getirmişti. “Ermenistan sınırını Kürtler ele geçirdi” gibi talihsiz bir beyanı olmuştu. Aynı şeyi bugün Ağrı için görüyoruz. Kontrol edilebilir bütün ölçeklerde devlet bu stratejik aklını harekete geçirmiş ve operasyonel bir yaklaşım göstermiştir. Asker, polis kaydırmaları, 142 belgesi, vali ve kaymakamların özel emirlerle kampanyanın yürütücüleri olmaları, bakanların oraya yaklaşımı, kaynak kullanımı ve kentin mevcut kendi sosyolojisini değerlendirmeleri bütün bunları hesaba katmak gerekiyor. Kaç gündür Şırnak’tan bahsediyoruz. Hala bizden başka kimse Şırnak’tan bahsetmiyor. Halbuki bahsettiği gün Türkiye’nin önü açılacak. Ağrı’da da öyle. Nelerin yapıldığı, hangi yolsuzlukların, hilelerin yapıldığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkacak.
Muş’u her şeye rağmen kazandık. Şimdi Muş’u çalmaya çalışıyorlar. Muş’ta çok bariz bir üstünlüğümüz var. Yaklaşık bin 900 oy kadar. Tablonun bütününde kayyumları süpürdük, şimdi de gasp edilmiş belediyelerimiz var. Önümüzdeki süreçte bununla mücadele edeceğiz. Bugünden şunu çok net söyleyebilirim; Şırnak belediye başkanı meşru değildir. Hiçbir zamanda meşru olamayacaktır.
Akdeniz Belediyesi’nde aday gösterdiğiniz isim YSK tarafından reddedildi. Başka aday göstermek zorunda kaldınız. Ve seçimde bu ilçe kaybedildi. Buranın kaybedilmesindeki etkenler nelerdi sizce?
Ortaya koyduğumuz stratejinin herkes tarafından doğru anlaşılması ve herkesin siyasi etik olarak buna sahiplenmesi gerekirdi. Biz bunu ortaya koyduğumuzda, tüm demokrasi güçlerini bu mücadeleye davet ettiğimizde siyasetin gereği olarak demokrasi güçlerinin bu dayanışmayı her yerde sergilemesini beklerdik. Biz bu anlamda vicdanen rahatız. Üzerimize düşeni yaptık. Yapamayanlarda muhakkak bunun hesabını her şeyden önce kendi vicdanlarında vermek zorundalar. Ahlaki bir meseledir. Dolayısıyla evet biz kaybettik ama demokrasi güçleri kaybetti. Bu anlamıyla herkes üzerine düşeni yaptığında sonuç değişebilir. Yapmadığınızda AKP-MHP bloğu kazanıyor. Demek ki Akdeniz’de bizim dışımızdaki muhalefet üzerine düşeni yapmamıştır. Yapmamasının bedeline, maliyetine maalesef Akdeniz halkı katlanacaktır. Bu sorumluluktan kaçmak, koltuk hesabını dayatmak topluma yapılabilecek en büyük haksızlık olacaktır. Akdeniz Belediyesi’ni tabi ki yitirmenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Çünkü eğer dayanışma diyorsanız bu karşılıklı bir anlayışı da barındırmak zorundadır. Orada ortaya çıkan şey bugün için muhalefetin henüz demokrasi anlamında bir olgunluğa ulaşamadığını da gösteriyor.
Kazandığınız belediyelerde ilk olarak neler yapacaksınız ve bundan sonra nasıl bir belediyecilik göreceğiz?
Aslında biz sıfırdan başlıyoruz. Bizim 62 belediyemiz var, 65’e çıkacak. Bunun 3 tanesi büyükşehir, 5 tanesi il, 55 tanesi ilçe. Gerçekten bir tarafıyla heyecanlıyız bir tarafıyla da tedirginliğimizi, heyecanımızı ortadan kaldıran en büyük bileşenimiz olan DBP’nin geçmiş deneyimleri, birikimleri ve bu birikimleri aktarmak, taşımak, hayata geçirmek. Ama bir HDP var şimdi. Radikal demokrasi bizim ideolojik olarak referansımız. Bunun yerel demokrasiye uyarlanması yönünde çabamız olacak. Çok ciddi sorunlar var. Bu sorunları hep beraber aşmaya çalışacağız. Kenti tümüyle kucaklayan, herkesi sürece katan, katılımcı bütçe anlayışıyla ama karar mekanizmalarında ortaklaşan bir modeli hayata geçireceğiz. Başaracağımıza da inanıyoruz.
Seçim sonuçları uluslararası arenada nasıl yankı bulacak?
Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nden gelen tepkiler Türkiye’nin bu seçimleri doğru okuyup, demokrasi kulvarına geçmesine dair geliyor. Bizim söylediğimiz şeyleri teyit eden bir yerden okumalar var. Çünkü Avrupa’da çok iyi biliyor ki ülkede otoriter rejim, faşizm yükseliyorsa bu bir tek ülkeye bağlı kalmaz, here yere sirayet eder. Avrupa’da merkez sağın yükselmesi, yükselen ırkçılık aslında Türkiye’deki ırkçılıktan besleniyor. Demokrasi hepimiz için gerekiyor. İlk gelen açıklamalara baktığımızda umut var bir yaklaşım sergilendiğini görüyoruz ve iktidara bir uyarı niteliğini taşıyor. Bu zamanla daha da yaygınlaşacaktır.
Batıda büyük kentleri kazanan başkanlara bir mesajınız var mı?
İnanıyoruz ki toplumcu belediyecilik anlayışıyla hareket ederler. İnanıyoruz ki halktan aldıkları oylar arasında ayrım yapmazlar. Kentin bütün sorunlarına halkla birlikte sahip çıkarlar
Seçim gecesi Cumhurbaşkanı’na “Kendi sınırlarınıza çekilin” çağrısı yaptınız. Bunu biraz açar mısınız? İktidar ne yapmalı, bu sonuçlara nasıl cevap vermeli, demokrasi, adalet, özgürlük, tecrit gibi konularda nasıl bir süreç bekliyorsunuz?
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen bir şeyi Türkiye uydurdu. Böyle bir şey yok. Bir parlamenter sistemde Cumhurbaşkanlığına neden ihtiyaç duyulur? Kuvvetler ayrılığının çalıştığı bir mekanizmada cumhurbaşkanlığı kuvvetler ayrılığının çalışabilmesini sağlar. Çünkü iktidarlar, iktidarda kalabilmek için yargıyı, yasamayı yutmak ister. Tamda işte bunun karşısında Cumhurbaşkanlığı, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve toplumun tümün kucaklayan bir yerden demokrasi anlayışının adresi olur. Türkiye’de bundan bahsetmek mümkün mü? Bizatihi Cumhurbaşkanı kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanlığı demokratik bütün kurumları tasfiye etmeye çalışıyor ve doğrudan suç işliyor. Kampanya döneminde bize dönük söylediği her şey hakaret suçudur. Mesela 20 milyon Kürt’e dönüp “Defolun gidin” dedi. Sonra dedi ki ben Sezai Temelli’ye söyledim. Sonra tekrar döndü “HDP’liler teröristtir” dedi. Cumhurbaşkanı oy hesabına göre konuşuyor. Kampanya boyunca söylediklerine baktığımızda ne denli sağlıksız bir siyaset anlayışının olduğu ortaya çıkıyor. Nedeni de bu sistemin sağlıksızlığından.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi Türkiye tarihine, kültürüne, bir arada yaşama istemine, çoğulculuğuna asla uygun değil. O yüzden bu ülkede başkanlık sistemi olmuyor. Başkanlık olmuyorsa biz Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi diye bir şey uyduralım dediler o da olmadı. Bende diyorum ki bu yürümüyor. Türkiye’nin parlamenter sisteme dönmesi gerekiyor. Fakat bunu paldır küldür yapamayız. Bu bir süreçtir. Erdoğan’nın yaptığı gibi baskın seçimlerle, Anayasa değişiklikleriyle yaparsak bu ülkede toplumsal barışı yeniden var etme olanağını da yitirebiliriz. Bu bir program dahilinde yapılmalı. Bunun için de Cumhurbaşkanı yargıdan ve yasamadan uzaklaşsın. Oraya müdahale etmeye son versin. Bunu da yürütme kabinesinde bir revizyona giderek yapacak. Böyle bir İçişleri Bakanı, Hazine Bakanı ve Tarım Bakanıyla olacak şey değil. Halka hakaret eden, saldıran, ekonomiyi batıran bir anlayışla mümkün değil.
Meclis bir inisiyatif almalı ve bu sistemin birçok arızasına artık müdahil olup çözüm üretmeli. Farklı siyasi ideolojilere sahibiz ama ortaklaşabileceğimiz zeminlerde var. Türkiye’nin özlemini duyduğu Anayasa çalışmasına başlamalıdır. Bir yargı reformu acilen yapılmalıdır. Binlerce insan hukuksuzca cezaevlerinde tutuluyor. Tüm toplumun müdahil olacağı bir süreci başlatmalıdır. Bunun için cumhurbaşkanı parlamentodan, yerel meclislerden, yargıdan uzak durmalıdır.
Bir kabine revizyonu bekliyor musunuz?
Okul sahibinden Milli Eğitim Bakanı, otel sahibinden Turizm Bakanı yaptılar. Patates firması danışmanı çıkıyor Tarım Bakanı; Ticaret Bakanı tüccar. Bunları hakaret olsun diye söylemiyorum. Devleti yönetmek başka bir perspektife ihtiyaç duyar. Başka bir birikime ihtiyaç duyar. O yüzden kabine revizyonu kaçınılmazdır. Yapmak zorundalar. Yönetemezler. Zaten yönetemiyorlar.
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit ve bunu karşı devam edene, kritik aşamadaki açlık grevlerini konusunda önümüzdeki günlerde nasıl bir süreç bekliyorsunuz?
Türkiye’de siyaset hep dolambaçlı yerden meseleyi tartışıyor. Şimdi tecrit dediğimiz şey 20 yıldır var. İnsan haklarına aykırı bir uygulamadır. Son 4 yıldır olan mutlak tecrittir. Hukukun ötesinde siyasi karardır. Bu siyasi karar sonuçlarını bu 4 yıldır gördük. Kürt meselesi çözülmesin diye bu mutlak tecrit var. Kürt meselesi neden çözülmüyor? Çünkü bu ülkede otoriter rejim kendisini Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden besliyor. Savaş, ayrımcı, şiddet politikalarından besliyor. Kürt meselesi de muhatabıyla çözülür. Muhatabı da Sayın Öcalan’dır. Bu kadar açık bir meseledir. Bunu görmezden gelmek aslında Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüktür, yapılmaya da devam ediliyor. Ben bunu söylerken 4 yıl önce 2013 döneminden esinlenerek söylüyorum. Çözülebilir bir şeyi, herkesin ikna olduğu bir şeyi görüyorum. Biz açlık grevleri nedeniyle hiç kimsenin ölmesini istemiyoruz. Bütün arkadaşlarımızın hayatı çok kıymetlidir. Açlık grevlerinin sonlanması ancak ve ancak tecridin sonlanmasıyla mümkündür. HDP olarak bu eylemin sonlanabilmesinin yolunun tecridin sonlanmasından geçtiğini çok iyi bildiğimiz için sürekli olarak Adalet Bakanlığı’na çağrı yaptık. Söylediğimiz şey yasal bir talep. Bu konuda daha güçlü adımlar atma sorumluluğumuz var. Ama biraz önce demokrasiye dair, Anayasamızı yapmalıyız dediğim yer bile Kürt meselesinin çözümüne doğrudan bağlıdır.