Ragıp Zarakolu
12 Eylül’den bu yana en kalabalık cezaevi nüfusuna sahip olduğumuz dönemdeyiz. Ve 12 Eylül ve sonrasındaki döneme oranla her şey çok daha sistematik. Müthiş bir Gulag Adaları sistemine sahibiz. Ahmet Altan’ın tanıklığı, on binlerce insanın yaşadıklarını dillendiriyor. Sessizler adına da konuşuyor bir yerde. Kitabın Türkçesini yayınlamaya çekinmiş best-seller yayıncılar ama, ülkede hala kitabı yayınlayacak cesur yayınevleri olduğuna inanıyorum
Stockholm.
Nazi dönemine ilişkin olarak bana en çarpıcı gelen şeylerden biri toplama kampları haritası idi. 12 Eylül darbesi gerçekleştiğinde ülkede yeteri kadar cezaevi yoktu. Her yer cezaevi oldu, örneğin tüm okullar. Zaten okul sezonu da başlamamıştı ya!
Bizdeki toplama kamplarının haritası yapılmadı hiç. Sayı hayli yüksek; 600 bin, 12 Eylül darbesinden sonra gözaltına alınanların sayısı. Ve tutuklamalar, aileleri de kapsıyordu. Babayı bulmadın mı eşini, çocuklarını al! Ya da tersi, çocukları bulamadın mı? Babaları, anaları al!
Örneğin Fatsa’daki Fındık Fabrikası bir toplama kampına dönüştürülmüştü. Fatsa lanetli kent olarak ilan edilmişti Cunta tarafından. Belediye Başkanı Terzi Fikri ile birlikte tutuklananlar, fındıkkabukları üzerinde yürütüldü çıplak ayak. Cezaevi koşulları çok ağırdı. Yargılamalar sırasında kalbi duruverdi Terzi Fikri’nin.
Perşembe’deki her yeri beton NATO sığınağı insanların doldurulduğu bir depo olarak kullanıldı.
Toplam yekun 600 bin. Yarım milyondan fazla! Rekabet edebilecek sadece Pinochet’nin Şili Cuntası!
İnsanların depolanması ilginç! Perşembe’de en iyi arkadaşlarımdan birinin babası gözaltına alınmıştı mesela. Gürcü kökenli. Sebep, öğretmen okulu öğrencisi kızı ve oğlu aranan listesinde! Her yeri bir yer beton, pencere diye bir şeyin olmadığı bir yeraltı sığınağını tahayyül edin.
Babanın ciğerlerinde sorun var. Bir süre sonra baba serbest bırakılır, ama kısa bir süre sonra yaşama veda eder. Ve bu çocuklarının içinde hep bir yara olarak kalır.
Kızı mezun olmuştur, önce Van’ın Tutak kazasına tayin olunur resim öğretmeni olarak. O zamanlar, bilgisayar sistemleri falan yok. Kütüphane kart dolaplarını andıran dolaplar var. Rafı çekiyorsun, kartlar elinin altında, ama üzerlerinde kitap isimleri değil, insan isimleri yazılı. İsmin altında da, hangi “suçlardan” tutuklandığının, arandığının listesi… Her insan bir kitaptır derler ya!
12 Eylül darbesinden bir yıl sonra, süresi dolmak üzere olan pasaportumu kullanmak istedim. Onu almak da mesele olmuştu ya, 12 Mart’taki hapisliğim nedeniyle. Afla birlikte sözde sicil de aklanmış ya ne gezer. Sonunda Pol-Der’li kadın bir komiserin yardımı ile aldım.
15 Eylül’de İran’a gideceğim, farklı yörelerde İran İslam devrimini izlemek üzere, solcu tanıdıkların yardımı ile. Darbe bir hafta sonra olsa, İran’da olacaktım. Niyet, oradan Almanya’ya geçmek. Almanya’da bağış kampanyası ile gazeteye minibüs alınmış, onu getireceğim. Yazı işleri müdürümüz beni solcu bir gümrükçü ile tanıştırıyor, o yardımcı olacak gümrük işlerinde sorun çıkmaması için.
Solun, toplumun her kesiminde yer aldığı bir dönem. Dayanışma büyük darbe öncesi.
Gümülcene’de doktor arkadaşım hep davet ediyordu zaten. Otobüsten indirildim, bizim doktor devam etti yoluna.
İyi bir komisere denk geldim yine, hemen apar topar gözaltına da aldırabilirdi. Kütüphane kartotekindeki kayıtları inceledi. “İlk kayıtlar geçersiz, aftan dolayı” dedi. “Ancak, ‘yanlışlıkla’ bunların kalktığını bildiren yazı yeni kısıtlama olarak işlenmiş” dedi. “Çözüm” diye sorunca, “İçişleri bakanlığında Aşırı Faaliyetler Komisyonu var, oraya gidip düzelttirebilirsin” dedi.
90 gün gözaltı izni olan günler. İçimden, “pışık” dedim. “Demokrat” gazetesi kapatılmış ama, şirket yönetimindeyim, Arslan Başer Kafaoğlu ve Emin Galip Sandalcı ile birlikte. Kendi kendini ihbar gibi bir şey, cunta döneminde gidip, Aşırı Faaliyetler Komisyonu’nda düzeltme yaptıracaksın!
Zaten bir süre sonra, “Demokrat” gazetesi yöneticileri olarak gözaltına alınacaktık ya. Sıkıyönetimde dava açılmadı. Dosya en son Diyarbakır Sıkıyönetimi’ne gitmiş. Orada da kalkınca, “sivil” savcılığa. “Sivil” savcı bizi yeniden gözaltına aldırmaz mı? Yeniden, 1. Şube DY Masası’na, bu kez “kibarca” alınmaz mıyız. 1982’deki ifadenin aynısı. “Biz 36 aydın bir araya geldik, gazete çıkardık!”
Dosyadaki fark bazı “itirafçı” ifadelerinin eklenmesi. Dosyanın yeniden gündeme gelmesinin nedeni ise, Arslan Başer Kafaoğlu’nun pasaport başvurusunda bulunması.
Neyse. Sıkıyönetimin dava açmadığı dosya için İstanbul 2. Ağır Cezada mahkeme açıldı. Özal’ın yumuşama dönemiydi. Dava beraat ile bittiği için, pasaport alabildik 1991 yılında.
1967’den sonra ilk kez Avrupa’ya çıkabiliyordum, Hrant gibi “pasaport cebimde” deyip. Murat Belge, Kemal Burkay ile birlikte o zaman Bonn’da olan Alman Parlamentosu’nda düzenlenen Kürt Konferansı’na katılıyoruz. Daha sonra Başbakan olacak olan Schröder eyalet parlamentosunda, Sertaç Bucak’ın Kürt İnsan Hakları Derneği’nin düzenlediği bu konferansa yer verilmesini sağlamış.
Kemal Burkay, İsmail Beşikçi’nin kitaplarını yayınladığımız çok mesafeli davranıyor. Dışarıda ise, henüz yasaklanmamış olan Hevaller protestoda, konferansa davet olunmadıkları için.
Bütün bunları bana, İngilizcesinden okuduğum, Türkçesi yayınlanmamış olan Ahmet Altan’ın son kitabı hatırlattı.
De ja vu duygusuna kapıldım kitabı okurken. Anlatılan benim hikayemdi. (*) Ve 2011’de bizzat yaşadığım anlara döndüm yeniden. Türkiye’nin Gulag Adaları’na ilişkin son derece önemli bir tanıklık.
12 Eylül’den bu yana en kalabalık cezaevi nüfusuna sahip olduğumuz dönemdeyiz. Ve 12 Eylül ve sonrasındaki döneme oranla her şey çok daha sistematik. Müthiş bir Gulag Adaları sistemine sahibiz. Ahmet Altan’ın tanıklığı, on binlerce insanın yaşadıklarını dillendiriyor. Sessizler adına da konuşuyor bir yerde.
Kitabın Türkçesini yayınlamaya çekinmiş best-seller yayıncılar ama, ülkede hala kitabı yayınlayacak cesur yayınevleri olduğuna inanıyorum.
Bu sistem maalesef cunta tarafından değil, onu izleyen “sivil” yönetimler tarafından oluşturuldu. Direnişin beli ise Ecevit-Bahçeli hükümeti sırasında yaşanan 19 Aralık kıyımı ile kırıldı ve sistem iyice oturdu. Bu sistem zaman zaman kendi çocuklarına da yaşatıldı.
Bir gün herkesin sırası gelebilir dercesine.
Türkiye’deki tutuklu sayısı 300 bin dolayında. 12 Eylül’deki sayının yarısına ulaşılmış vaziyette yani. “Sivil” yönetim altında. Avrupa birinciliği. Yurttaşlarda mı sorun var yoksa! Kriminal bir toplum muyuz?
IFJ’ye göre ise hapiste gazeteciler sayısında dünya birinciliği. Dünyanın en kriminal gazetecileri bizde anlaşılan!
Yoksa yüce devletimiz mi biraz sorunlu!
(*) Prof. Dr. Büşra Ersanlı da ne iyi yaptı, tanıklığını kitaplaştırdı: Büşra Ersanlı, Bulut Falı/Bir BDP’linin Cezaevi Tanıklığı, Can yayınları 2014.