Önce ‘Muhalif’ gazetemiz Cumhuriyet’ten bir alıntıyla başlayalım. Yazar öyle böyle biri değil ama. Hafife almayın yani; neticede patron sayılır. Gazetenin el değiştirmesi sürecinde kazandığı başka sıfatlar da var ama konumuzla ilgisi olmadığı için o kadarına girmeyelim şimdi. Neyse işte, yazmış adam. Başlık da havalı: “Kafkaslar’da Stratejik ve Ekonomik Yeni Durum.” Epey derinlikli, hatta bana sorarsanız ‘stratejik derinlikli’ bir yazı! Savaş beş aşamada nasıl gelişmiş, Azerbaycan nasıl parlak başarılar elde edip ‘şımarık Ermenilerin’ haddini bildirerek ata topraklarını geri almış, vb. vb… Gayet iyi ve eksiksiz bir özet! AKP iktidarının parmağı, Akar’ın da itiraf ettiği TSK silahları, Libya’dan Suriye’den taşınan cihatçı çeteler, kafa kesip mezar tahrip edenler dışında her şey var!
Bir de şu var ama sonra: “Ermeniler, çekildikleri kentleri yakıp yıktılar. Azerbaycan’ın bundan sonra savaş nedeniyle tamamı yıkılmış olan kent ve kasabaları yeniden inşa etmesi gerekiyor. Ayrıca bölgenin mayınlardan temizlenerek güvenli bir duruma getirilmesi gerekiyor. Bu bölge tamamen imar edilecek, köyleri, kasabaları yeniden kurulacak. Ayrıca yaklaşık bir milyon göçmen eski yurtlarına dönecek… Bunun anlamı, bölgede çok ciddi bir ekonomik devinimin başlayacağıdır…”
Ve sonuç: “Kafkaslar’daki bu yeni durum kuşkusuz Türkiye ve Türk dünyası için de son derece önemlidir.”
Tercümeye gerek var mı? Var. “El koyma” konusunda yetenekli yazarımız özetle diyor ki, ortalık yıkıldı, yıkılanı Türkiye yapacak! (Zeytin yok değil mi Karabağ’da? Yok. Tüh Allah kahretsin!)
Burada kritik soru şu: Türkiye kim? Türkiye diye bir şahıs ya da inşaat şirketi var mı? Yani şunu şunu Türkiye yapsın ya da yapmalı dediğimizde tam olarak kimi kast etmiş oluyoruz? Ya da şöyle soralım, böyle durumlarda, yani mesela Libya’da, Suriye’de bu tür işleri kim yapıyor?
Bir gazeteci, patron-gazeteci olsa da, bu kadar mühim bir sorunun karşılığını öyle ortada bırakabilir mi? Soruyorum yahu! Hakikaten, safiyane soruyorum: Bir ülkede savaş oluyor, kadınlar çocuklar ölüyor, kentler harap oluyor, evler, köprüler harap oluyor ve bir ‘muhalif’ gazeteci, bu yıkılmış binaları, köprüleri Türkiye’nin (yani Türkiye’nin müteahhitlerinin) yapmasını istiyorsa, tam olarak kimin yapmasını istiyor?
***
Aynı gazetede bir başkası daha var: Saygın bir akademisyen… O da güzel bir insan ve o da Türkiye sevdalısı. Ve biraz da sinirli. Ta Süleymaniye çuval hadisesinde kalmış aklı. Bu ‘onur kırıcı’ hadiseyi andıktan sonra (tabii ki o tarihlerde Celal Talabani’nin Kerkük Valisi’ne suikast iddiasını da pek kurcalamadan) bugüne geliyor ve Almanya’nın Libya açıklarındaki Türk gemisinde yaptığı aramaya takıyor kafayı. Ağzına geleni sayıyor iyi bir Türk olarak: Haydutluk, korsanlık, düşmanlık… Yetmiyor, arada yeni seçilen ABD Başkanı Biden’e “demokrasi, insan hakları, özgürlük” çağrısı yapan CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz’e de giydiriyor, ‘yerli ve milli’ olmamakla suçluyor. Ama asıl derdi Almanlarla. Nasıl yaparlar bunu diyor öfkeyle; iktidara da ‘siz de aynısını yapın’ akılları vermeyi de unutmuyor.
Peki, sular seller gibi İngilizce bilen bir uluslararası ilişkiler profesörünün, Türkiye-Suriye-Libya üçgeninde son iki yıldır neler olduğunu bilmemesi mümkün mü? İki yıldır binlerce El Kaide, IŞİD artığının Libya’ya transferi üzerine yazılanları okumamış olması, Libya’da düşürülen SİHA’ların fotoğraflarını görmemiş olması, gemilerden indirilen silahların videolarını izlememiş olması düşünülebilir mi? Bütün bunlar dış basında sayfalarca yazılıp çizilmiyor mu? Özellikle Rus basınında şemalar bile verilmiyor mu?
Yahu Allah aşkına bütün dünyanın bildiği şeyler bunlar. Kimse ses çıkarmıyorsa ahlaksız ve vicdansız oluşlarından. Sahada kendi elemanları var, kendi bilgi kaynakları var, tepede uydunun bini bir para. Bilmiyorlar mı Efrîn’de, İdlib’de, Misrata’da olanları? Ve sayın profesör, iki yıldır bütün sevkiyatları saniye saniye izleyenlerin şimdi yaptıkları ‘arama’nın da şov ve uyarıdan ibaret olduğunu göremiyor mu?
Anahtar bir kelimemiz var ama değil mi? Bilimin de, gazeteciliğin de, etik değerlerin de üstünde bir kelime: Türkiye! Türkiye aşağı Türkiye yukarı!
Ama kim? Gerçekten, bu Türkiye kim?
Bana bakmayın hiç, anlamam o işlerden. Teferruatım ben; hani o vatan söz konusu olunca ortaya çıkan kategori var ya, ben onlardanım işte.
***
Muhalif gazetecilik ve akademi… Budur. Biri yıkılan şehirlerin önünde elini ovuşturur, öteki kafa kesen çeteleri, başka topraklara gönderilen silahları değil, gemilerde yapılan aramayı ‘onur kırıcı’ bulur. Biri savaştan nemalanmayı meşru görürken gazeteciliğinden utanmaz, öbürü okuduğu onca kitaptan, çürüttüğü dirsekten sıkılmaz.
***
Bunlar yine biraz yaşlı başlı ve mutedil olanları. Daha gençleri de dün TTB’nin önündeydi.
Ondan sonra diyorlar ki, yok bize çip takacaklarmış da bilmem neymiş. Yahu Allah aşkına, elin adamı bunun için niye para harcasın ki? Biz doğuştan çipliyiz zaten, no problem!