Kavramlar, sloganlar, spotlar, cümleler ve söz dizinleri sadece soyut söylemler değil, pratik yaşamın rehberi ya da aynasıdır. Yerli yerinde kullanıldığında birey, toplum, siyaset, kültür, felsefe için bütün kapalı kapıları açan sihirli bir anahtardır. Yok, eğer manipüle edilir, doğru kullanılmaz ya da mevcut söyleme başka anlamlar yükleyip gölgesinde yürümeye kalkışılırsa tünelden ışığa değil, karanlık dehlizlere doğru yürüyüş başlar. Beyin, ruh, beden, siyaset debelenip durur.
Mesela “Türkiyelileşme” kavramına sanki “Türkleşme” gibi bir mana yüklenmiş. Devlet merkezli asimilasyon, eritme ve tüketmeye direnen bir halkın, kendi formülasyonuyla aynı sonuca hizmet ettiğine dair bir algı oluşmuş gibi. Böyle ise sisteme gönüllü teslimiyet ve oto asimilasyondan başka bir şey akla gelmiyor.
Oysa bu kelimede ifade edilmek istenen tam aksidir. Türkiye toplumuna, siyasi aktörlerine ve Kürtlere bir çağrıdır. Birlikte yaşama formülünü geliştirelim. Bunun gerçekleşmesi için Türkiye’nin resmî ideolojisini terk etmesi, Kürt realitesiyle yüzleşmesi, kabulü ve gereklerini yerine getirmesidir. Kürtlerin de farklı arayışlarını terk edip yeni sistemde paylarıyla, haklarıyla, güçleriyle, realiteleriyle yer almalarıdır. Bu iddiayı teyit eden çok hayati değerde tamamlayıcı sözler var. Onlarsız bir kavram kullanıldığında anlamsızlaşır, içi boşalır, döner kendini zehirler. “Demokratik Türkiye” ve “Özerk Kürdistan.” Hayati olan bu kavramlar kullanılmadan, içi doldurulmadan, gerekli pratik adımlar atılmadan siyaset yapılırsa okyanuslardaki pusulasız geminin varacağı yere varır.
Türkiye’nin demokratikleştirilmesi
“Demokratik Türkiye” söylemi referans alındığında, Türkiye’nin Jakoben, din düşmanı laiklik anlayışına sahip, elit kadrolarla toplumu tepeden yönetmeyi esas alan CHP ve klasik sol anlayışa bir dur demeyi gerektirmektedir.
Yine iktidar yolunda dini sömüren, toplumsal güç ve sermaye birikimi için tarikatlar etrafında birleşen, sadece Müslüman olduğuna inandığı için dışındaki her kesime her şeyi müstahak gören iktidarcı din anlayışına da karşı durmak gerekiyor.
Ayrıca Türkiye’nin kaderine etki eden bu iki egemen çizgiyi benimsemeyen, ama güçleri itibariyle atıl kalan büyük bir topluluk var. Feminist, çevreci, liberal sosyalist, liberal kapitalist, hür iradeye sahip İslami topluluklar, sendikal mücadele hareketleri, özgün tezlere sahip akademisyenler, aydınlar gibi birbirinden kopuk, ama büyük bir kitle var ki, aslında ellerini taşın altına koymuyorlar. Daha çok CHP ve AKP’de cisimleşen egemen siyaseti benimsemediklerini göstermek için farklı çizgiye sahip olduklarını ispat derdindeler. Oysa artık ellerini taşın altına koymaları, tezlerine söylemden öte pratikte de sahip çıkmaları için uyarıcı olmak gerekir.
İşte bütün bu kesimlere bağımsız, özgürlükçü bir siyasetin olduğunu, mevcut devlet sisteminin anayasasıyla, kanunlarıyla, idari mekanizmalarıyla, kurumlarıyla kökten değişmesi gerektiğini belirten güçlü, iddialı bir söylem için “Demokratik Türkiye” formülüne ihtiyaç var.
Türkiye’de Özerk Bölgeler ve Kürdistan
Fakat görmekteyiz ki “Demokratik Türkiye” söylemini de birçok kesim kullanmaktadır. Erdoğan bile bu kavramı kullanabiliyor yani. Öyleyse, “Demokratik Türkiye” söyleminin altını dolduracak adımları atmak turnusol gibi bütün renkleri açığa çıkaracaktır. Ayırt edici kavram “Özerk Kürdistan”dır. “Demokratik Türkiye, Özerk Kürdistan” dediğiniz anda, siyaset felsefeniz, stratejik hedefiniz, kurumsal yapınız, örgütlenme tarzınız, taktik yaklaşımlarınız tamamen değişir. Bu söylem siyasetin rehberidir. Hatırlanırsa Öcalan Türkiye’de 20’den fazla özerk bölgeden bahsetmişti, ki bunlardan sadece biridir “Özerk Kürdistan”. Öyleyse Trakya’dan Kilikya’ya Toroslardan Ege kıyılarına, Doğu Karadeniz’den Konya ovasına tüm Türkiye coğrafyasındaki etnik guruplar, dini farklılıklar, mezhepler, diller, kültürler, bölgesel, coğrafi isimler yeniden yaşam alanı bulmalı.
Yani devletin sağıyla, soluyla, muhafazakarıyla, sözde demokratıyla tekleştirmeye çalıştığı sistemin karşısına çoğulu koymaktır. Bu coğrafi, kültürel, dilsel, ekonomik özelliklerinden kaynağını alarak şekillenir, özerkliğini kazanır. Mesela İstanbul tek başına özerk bir bölge olarak düşünülmek zorundadır. Özgün problemleri ve avantajları vardır. İstanbul bir Türkiye’dir ama aynı zamanda bir Kürdistan’dır, bir Lazistan’dır, bir Ermenistan’dır bir Arap, Abhaz, Çerkes, Rum, Pomak, Arnavut’un ülkesidir. Ve kültürüyle, diliyle, tarihiyle, dinleriyle, tarzıyla bir dünya kentidir. Londra gibi finansın, sermaye guruplarının, ithalat ve ihracatın ve de işçi sınıfının kentidir. Bu kentin kendini yöneteceği yasaları, kurumları kendine has olmalıdır.
Aynı Türkiye’nin sınırları içinde özerk Kürdistan’ın dertleri ise bambaşkadır. İstanbul gibi düşünülemez. Apayrı kurumsal, sosyal, siyasal ve yönetsel mekanizmalara ihtiyaç var. Bunun fizibilitesi yapıldığında görülecektir ki, bir partinin Kürdistan’daki siyasetinin dili Kurmanci ve Kırmancki olmalıdır. Bir siyasi parti ve kadrosu bunu içselleştirirse İzmir’de Türkçe konuşurken Kürdistan’da Kürtçe hitap eder ya da görev dağılımı buna göre şekillenir. Camilerde, cemaatlerde, kültür merkezlerinde, vakıflarda, belediyelerde, valiliklerde, emniyette sadece Kürtçe kullanılmayacak, bütün idari mekanizmalarda Kürtler Kürt olarak dilleriyle kimleriyle yer alacak. Mesleki, sanatsal, kültürel eğitimleri de böyle olur.
Dolmabahçe’deki ortak açıklama hatırlanırsa tarafların esas aldığı konu devletin dönüşümü meselesiydi. Ve buna yanaşmayan devlet Cizre’den Sur’a katliamlar yaptı, askeri darbe adıyla iktidar mücadelesine girişti. Kayyım sistemini getirdi ve binlerce Kürt siyasetçisini tutukladı. Öyleyse kavramlar dizini bütünlüklü ele alınır ve pratik sahada sahip çıkılırsa iddialı bir siyaset üretmek, ümitli olmak ve yükselişe geçmek mümkündür.