Kapitalizm, tarım üretimlerinde bütünleşik tarım arazilerine ihtiyaç duyar. Türkiye’de bu uygulama hızla sürerken, tarım üretimlerinde tekellerin kontrolü üretimin her noktasında artarak büyümekte
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) tarafından, 2001 yılında Katar’ın başkenti Doha’da 4. Bakanlar Konferansı yapılmıştı. DTÖ tarafından yayınlanan kapanış deklarasyonu ise dikkat çekiciydi. Çevre ve ticaret ilişkisine dönük müzakerelerin DTÖ’nün ticaret lehine düzenlemelerinin kapsamıyla sınırlı olacağı belirtiliyordu. Yani DTÖ’nün hedeflerini çevre ve doğanın korunmasına yönelik ortaya konan, aslında güdük olduğu bilinen önlemlerle engellenemeyeceği açık bir dille ifade edilmişti.
Kapitalizmin örgütü DTÖ!
DTÖ işleyişine engel olan çevresel düzenlemelerin, bir düzenleme olmaktan öteye gidemeyeceği ve uygulanamayacağı, gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelerin kalkınma ihtiyacı göz önüne alınarak bu ülkelerden çevresel standartlara uymalarının istenemeyeceği, aksi taktirde bu ülkelerin kalkınma ve gelişmelerinin önüne set çekilmiş olacağı ve son olarak da kısa adı MEA olan çok taraflı çevre anlaşmasına taraf olmayan devletlerin bu anlaşma hükümlerinden zarar görmesinin DTÖ tarafından engelleneceği açıklandı.
DTÖ’nün 2001 yılında karar altına aldığı doğaya verilen zararlardan gelişmekte olan ülkeler olarak sınıflandırılan geri bıraktırılmış ülkeler için muafiyet istemesi dikkat çekicidir. DTÖ’nün bu yaklaşımı endüstriyel tarım, maden, enerji vd. sanayi tesislerinin tarım alanları üzerine yapılmasının desteği anlamına gelmektedir. DTÖ’nün kapitalizmin bir örgütü olarak tarım üretimlerinde tekelleşmenin her boyutuyla yerleşmesini amaçladığı, geri bıraktırılmış ülkelerde tarımın belli ürünlerinin yetiştirilebileceği, dar alanlara hapsetme amacı taşıdığı anlaşılabilmektedir.
MAI anlaşması ve tahkim
Geri bıraktırılmış ülkelerde bu muafiyet halen uygulanırken belli başlı ürünlerin ithalata bağlanma politikaları uygulanmaktadır. Türkiye’nin tarımsal üretiminin halkın tamamına yetecek düzeyde her türden gıda üretimini organize edebilme yeteneği uzun süredir terk edilmiş ve DTÖ’nün planının uygulamaya koyulduğu izlenmektedir. Tarımda ve hizmet alanlarında neoliberal adımların hızlandırılması, MAI anlaşmasına (Multilateral Agreement on Investment) yani ‘Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’na dayanan yatırımlar ve rekabet, çok taraflı olarak bütün DTÖ üyelerinin uymak zorunda kalacakları bir anlaşma haline getirildi.
Elektronik ticareti üzerinden vergi alınmaması, ticaret ve çevre anlaşmalarının arasında ticaret lehine bir denge tesis edilmesi, genel anlamda dünya ticaretinin kolaylaştırılması için tek tek ulusal engellemelerden vazgeçilmesinin sağlanması, dünya çapında ticaret ve yatırımlardan kaynaklanan uyuşmazlık hallinin, çok taraflı bir uyuşmazlık çözümü mekanizmasına (Uluslararası Tahkim) bırakılması ve daha pek çok alt başlık Doha’da ele alındı. DTÖ’nün Doha toplantısına bütün ülkeler pazarlık yapmak amacıyla gittiler. Ancak bu toplantı kararlarının bütünü büyük kapitalist şirketlerin kazanımıyla sonuçlandı ve başka türlüsü de beklenemezdi.
Arazilerin toplulaştırılması
Kapitalizmin tarım arazilerinin toplulaştırılma hedefi Türkiye’de hızla başladı. Toplulaştırma ve miras hukukunda yapılan değişikliklerle küçük çiftçiliğe son vermeyi hedefleyen AKP iktidarı, diğer yandan tarım tekellerinin tarım üretiminin her noktasında hakimiyetini sağlama amacıyla hareket etmeye devam ediyor. Bu iki kanunla tarım arazilerinin büyüklüklerini belirleyerek, her bölgenin il ve ilçe coğrafyasında değişiklik gösteren ölçeklerde tarım arazilerinin kaç dekardan küçük olamayacakları net rakamlarla belirlenerek dört kategoriye ayrıldı. Bu 4 kategori ise sulak arazi, susuz arazi, dikili arazi ve seralar olarak belirlendi. Bu durum Türkiye’de tüm kentlerde farklı ölçeklerde uygulamaya sokulurken, bazı bölgelerde tarım yapılmaması ve bu alanların maden ve enerji gibi sermaye hizmetlerine ayrılmasının planlandığı görüldü.
Tarım arazileri bu kanunla birlikte miras ya da satış yoluyla belirlenen ölçeklerin altında bölünemeyecek. Bir başka ve belki de en önemli yanı ise tarımsal desteklerin bu ölçeklere uymayan tarım alanlarında çiftçilik yapanlara ve “çiftçi kayıt sistemi”ne kayıtlı olmayanlara (kayıt koşulu da bu belirlenen büyüklüklere bağlanacak) verilmemesi yapılan planlar içinde yer alacak. Bütün bu çalışmalarla iktidar tarımın kapitalist işletmelere dönüştürme hedefini işletmektedir. Avrupa’da 60’larda yürürlüğe sokulan Monshalt Planı’nın AKP iktidarı tarafından uygulanma süreci devam etmektedir.
AB’de destekler tekellere
Kapitalizm tarımın tekelleşme sürecinde birçok evre geçirerek geldiği durumun en can alıcı adımı Avrupa Birliği öncesi kurulan Avrupa Ekonomi Topluluğu döneminde gelmiştir. Avrupa’da uygulanan Mansholt Planı ile tarım topraklarının toplulaştırılması adımları atılmış ve bugün Avrupa’da tüm tarımsal destekler büyük tarım tekellerine verilmeye başlanmış ve küçük üreticiler neredeyse tamamen ortadan kaldırılmıştır. Tarımın modernizasyonu üzerinden kurgulanan planın temeli bu modernizasyonla birlikte tarımın kapitalist tekellerin eline verilmesi sağlanmıştır.
Bu durumun en açık ifade edilişini ise Dr. Gaye Yılmaz’ın bir yazısında, Jose Bowe adlı bir çiftçiyle görüşmesinden aktardığı paragrafta açıkça görülüyordu. Çiftçi Bowe’nin, “AB’de tarımsal desteklemelerin bütçe içindeki payının diğer bütün ülkelerden daha fazla olduğu doğrudur. Ancak pek bilinmeyen bir başka doğru daha vardır ki o da AB’de tarımın çok yüksek oranda kapitalistleştiği, tarım alanlarının büyük tekellerin eline geçtiği ve söz konusu yardımların yalnızca bu tekellere yaradığı, küçük çiftçi ve yoksul köylülerin ise yıldan yıla eriyen ‘Doğrudan Gelir Desteği’ aldatmacasına mahkum edildiğidir” sözleri, AB’ye bazı çevrelerin atıflar yaparak örneklediği desteklerin kimlere yapıldığını göstermektedir.
Şirket köyler oluşacak!
Kapitalizmin tarımsal üretimler üzerinden elde edeceği sermaye birikim süreçlerinde temel ihtiyaçlarından biri geniş bütünleşik tarım arazileridir. Bu bütünleştirme ya da toplulaştırma, yıkım politikaları ve çıkarılan yasalarla zorunlu hale getirilmiştir. Mansholt Planı’nı bugün AKP hükümeti rehber olarak ele almış ve bu yönde birçok yasa ve yönetmelik çıkarmıştır. 15 Mayıs 2014 tarihinde, ‘Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ve Türk Medeni Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’ ve 31.12.2014 günü kanun yönetmeliği de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmişti.
Bu kanunların temel amacının tarım arazilerinin miras yolu ile bölünmesinin önüne geçmek olduğu iddia ediliyor. Kanunu hazırlayan hükümetin o dönem Tarım Bakanı olan Mehdi Eker, tarımsal üretimde 2013 yılında ‘17 milyar dolar’ kayıp yaşandığını ifade ederek, hazırladıkları kanuna bu yaklaşımın temel oluşturduğunu söylüyordu. Bakan, ‘ya şirket köyler oluşacak ve toprak sahipleri şirketlere ortak olacak ya da toprak sahipleri toprağı bir bilene devredecek’ diyordu. Bakan sıradan çiftçilerin elde etmesi gereken paradan söz etmiyordu, söz ettiği şey ‘kayıp 17 milyar paranın’ sermayenin cebine gidecekken gidememiş olmasından yakınıyordu.
Torba yasada toplulaştırma
Tarım ve Orman Bakanlığı, 21 Kasım 2020’de yaptığı açıklama ile tarım arazilerinde toplulaştırılmanın hızlandırılacağını belirtti. Bu kapsamda bu yıl ekim itibarıyla 256 bin hektar alanda toplulaştırma tescili yapıldığı ve yıl sonuna kadar 541 bin hektarda toplulaştırmanın tamamlanacağı açıklandı. 2023 yılına kadar da 8.5 milyon hektar alanda çalışmaların tamamlanmasının hedeflendiği ifade edildi. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun kapsamında tarım arazilerinin Türkiye genelinde ilçe bazında belirlenen “yeter gelirli arazi büyüklüğü” altında bölünmesinin önüne geçildiği ve mirasa konu tarım arazilerinde mülkiyet devrinin zorunlu hale getirildiği vurgulandı.
Yeni çıkarılan torba kanun içinde yer alan bir madde ise daha da ilgi çekici. Kanunla, yeter gelirli tarım arazilerin ekonomik bütünlüğe sahip kısımlarının da parsel bazında satılabilmesinin önü açılırken, sınırdaş arazi sahibinin ön alım hakkı ortadan kaldırıldı. Tarım arazilerinde ifraz, hisselendirme, pay temliki, el birliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi, el birliği mülkiyetinin devri, paylı mülkiyet olarak intikal, taksim ve vasıf değişikliği işlemleri, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın izni ile yapılacak. Bu uygulamada vergi ve harç muafiyetinden yalnızca yeter gelirli büyüklüğü haiz tarım arazilerinin mirasçıları faydalanabilecek.
‘Zeytin market alınır ancak’
Toprakların korunması gibi bir anlayışla hareket ettiklerini söylüyorlar, ancak bu büyük bir yalan. Bunun yalan olduğu DTÖ kararlarından ve hükümetin enerji, maden, kentsel rant politikalarına bakınca net biçimde görülmektedir. 20 yıllık ot parasını yatıranın meralarda her türden işi yapabilmesinin önünü açtılar. Büyükşehir yasası ile kırsal alanları imar planları içine aldılar. Daha önce yenilenebilir enerji yatırımları ‘üstün kamu yararı’ gibi gerekçelerle desteklenirken bugün maden yatırımları ve benzer sanayi yatırımları da aynı ‘yarar’ içine ele alınarak koruma alanlarında her türden faaliyet yapılmasının yasal zeminleri de hazırlanmış ve uygulamaya sokulmuş durumdadır.
Tarımı tekellerin eline verilerek, üretimin her noktasında kontrol etmesini hayal ediyorlar. Hem GDO’lu hem de hibrit tohumlarla ve çoğu bölgede enerji tarımı üzerinden bu işi planladılar. Türkiye’de, iktidarda olanlar kapitalist sömürünün en vahşisini bölgemizde uyguluyorlar ve bunu daha da büyütecekler. Soma’da termik santral amacıyla kesilen 6 bin zeytin ağacına yönelik ortaya çıkan tepkiler karşısında o dönem Enerji Bakanı olan Taner Yıldız, “Zeytini marketten alabiliriz ancak elektrik öyle mi?” diye halka sorabiliyordu. Bu anlayış kapitalizmin temel anlayışının sadece bir parçasıdır. Kapitalizmin tarım arazileri üzerinde mülkiyet sahipliği arayışı ise temel bir arayış değildir. Onun için önemli olan büyük tarım arazilerinde tekellerin patentlediği tohumların, ilaçların ve gübrelerin kullanımını sağlamak öncelikli hedefleridir.
Tohum şirketlerin emrinde
Kapitalizm, yaşamımızın her noktasını yani yaşamsal olarak ihtiyaç duyduğumuz her şeyi metalaştırarak ticarileştirmektedir. Toplumların yaşamsal önemde ihtiyaç duyduğu su ve toprak gibi tohum da aynı ihtiyaç içinde bulunmaktadır. 2006 yılında AKP hükümetince çıkarılan tohum yasasıyla patentlenmemiş yani kayıt altına alınmamış tohumla üretim yapılması yasaklanmıştır. Yasaya uymama halinde ise ilk önce 10 bin lira para cezası, tekrarında ise 5 yıl tarımdan men ve tohumlara el konulması cezasıyla çiftçiyi yüz yüze bırakmışlardır. Verilen para cezasının ödenmemesi halinde ise hapisle cezalandırma da bunun cabasıdır.
2003 yılında Irak’ı işgal eden ABD’nin genel valisi olan Paul Bremer, Irak’taki tarımsal üretimin hangi koşullarda yapılabileceğini düzenledikten sonra Irak’tan çekilmişti. ABD valisi gitmeden önce hazırladığı ve 100 maddeden oluşan ‘kararla’ Irak’ta çiftçilerin patentli tohum dışında tohum kullanmasını yasaklarken, ABD’nin Irak bombardımanı sırasında ilk bombaladığı yerin tohum yetiştirme merkezi olması önemli bir ayrıntıdır. Aynı paralelde ve hemen hemen aynı zaman dilimi içinde Türkiye’de de bu bağlamda adımların atılmış olması kapitalizmin tarım üretimlerindeki perspektifini ortaya koymaktadır. Tarım üretiminde uzun yıllardır tohum, gübre ve tarım ilaçları tekeller tarafından çiftçilere dayatılırken, bu bağlamda patentli olmayan tohumun kullanımının yasaklanması kapitalizmin tarım politikalarında, en azından tohum bağlamında amacına ulaştığını göstermektedir.