“Türkleri tanımak istiyorsanız, sadece bir gün Kürt olun yeterlidir” diyen Nelson Mandela, 1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne layık görülmüş ve “Afrika’da milyonlarca kişi sadece derilerinin renginden ötürü köle muamelesi görüyor. Bu nedenle Kürtlerin çektikleri eziyeti görmezden gelmemiz mümkün değildir” diyerek ödülü kabul etmemişti.
Türkiye’de Kürt olunca başınıza neler neler gelmiyor ki! Yaşadıklarınızı anlatmaya başladığınızda bile Kürt olduğunuz kolayca tahmin ediliyor artık. Nasıl mı?
Kürt olunca, ülkenin en temel sorununun çözümünde baş muhatap olmanıza rağmen uluslararası bir komplo ile derdest edilip ağır tecrit ve izolasyon politikaları ile 23 yıl boyunca bir adada tutulursunuz. CPT bunu dert etmez, Türk dostlarıyla ilişkilerini bozacak adımlar atmaz. “Umut Hakkı”nı kimse umursamaz.
Kürt olunca, diliniz, kültürünüz, kimliğiniz yasaklanır. Yaşadığınız ülke, bütün iç ve dış politikasını Kürt düşmanlığı üzerine inşa eder, dağa taşa “Ne mutlu Türküm diyene” yazar, okula girişte yarım bir Türkçe ile “Türküm, doğruyum, çalışkanım” demek zorunda bırakılırsınız.
Kürt olunca, demokratik siyasette ısrar edersiniz ama açtığınız parti hukuksuz bir şekilde kapatılır, yenisini açarsınız, yine kapatılır. Partinize karşı siyasi soykırım operasyonları yapılır ve binlerce yöneticiniz, üyeniz tutuklanır, terörist ilan edilirsiniz. Partinize Gladyo artığı bir partinin isteğiyle kapatma davası açılır. Milletvekilliğiniz ise iktidar partisinin isteğiyle düşürülür, başınızı eğmek isterler, hapse atılırsınız. Hakkınızda yıllarca delil bulunamaz ama yine de esaretiniz sürer.
Kürt olunca, siyaset yapma seçeneğiniz kalmadığı için dağa çıkarsınız. Dağlarda her türlü savaş suçuna maruz kalarak kimyasal silahların ve taktik nükleer bombaların hedefi olursunuz, Kimyasal Silahları Yasaklama Örgütü (OPCW) görmezden gelir. Savaş uçaklarıyla tonlarca bomba yağar başınıza, helikopterler acımasızca vurur sizi, karadan sürekli topçu ateşine maruz kalırsınız. Hunharca katledilir ve cenazenizle oynanır.
Kürt olunca, bir gece ansızın ensenize yediğiniz kurşunla yere serilirsiniz, yaşadığınız bu olaya faili meçhul denir. İşten döndüğünüzde kontralar tarafından kaçırılıp ıssız bir yerde öldürülürsünüz, cesediniz asit kuyularına atılır, anneniz sizi bulmak için her cumartesi Galatasaray Meydanı’nda adınızı haykırır, İçişleri Bakanı acılı annenize “paçoz” der.
Kürt olunca, “Kendimizi de, kentimizi de biz yöneteceğiz” dediğinizde belediyelerinize kayyum atanır, tutuklanırsınız, bombalar yağar kentinize, cesedinizin üzerinden TOKİ’ler yükselir, yedi yıl boyunca cenazeniz ailenize verilmez. Vazgeçmeyince, toplumsal ve kültürel değerler hiçe sayılarak bir torba içinde babanızın ellerine verilir kemikleriniz.
Kürt olunca, temel hak ve özgürlükler dediğinizde, yaşadığınız ülkenin C.başkanı meydanlara çıkıp Nazi Almanya’sından kalma propaganda sözlerini tekrar edip durur, “Tek devlet, tek …” Öldürülen Kürtlerin sayılarını müjde gibi verir “reis”, öldürülenlerin sayısının artacağını söyler, meydanlara toplanmış güruh zevkten çıldırır, alkış tufanı kopar Kürt ölünce.
Kürt olunca, zar zor yürürken 80 yaşında örgüt üyeliğinden hapishaneye girersiniz, hapishanelerde şüpheli bir şekilde “ölü bulundu” diye tutanak yersiniz, “İdare gözlem kurulu” kararları ile infaz süreniz keyfi bir biçimde uzatılır. Yakınlarınız “Adalet Nöbeti”ne başlar, sizler ise açlık grevine.
Kürt olunca, kaçağa gittiğinizde Roboski’de F-16’lar sizi bombalar, medya susar. Deniz Poyraz olur adınız, partinizin il başkanlığında polislerin gözetimi altında öldürülürsünüz, katiliniz “abicim” olur. Sakarya ve Konya’da ırkçı saldırıların sonu gelmez.
Kürt olunca, yazar, gazeteci, sanatçı, siyasetçi, aktivist, kadın, çocuk vb. olsanız bile İçişleri Bakanı’nın talimatıyla her türlü şiddete maruz kalıp, ölümle tehdit edilirsiniz, konseriniz yasaklanır, tiyatronuz son dakikada engellenir. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde “savaşa hayır, barış hemen şimdi” dediğiniz için gözaltına alınır, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutladığınız için hakim karşısına çıkarsınız.
Kürt olunca, İpek Er olur adınız ve bir uzman çavuşun tecavüzüne uğrarsınız, mahkeme askerini korur ve tutuklamaz, faşistler onu kimseye yedirtmez, İçişleri Bakanı, tecavüzcünün tutuklanması için başlatılan kampanyayı hedef alır.
Kürt olunca, eşiniz ve çocuklarınız AKP’lilerce öldürülür, bir çocuğunuz tutuklanır ve yıllarca Urfa adliyesi önünde “Adalet Nöbeti” tutarsınız, ablukaya alınırsınız. İktidar partisi oylarıyla milletvekilliğiniz düşürülüp yıllarca hapsedilirsiniz, annenizin cenaze töreni yeni bir katle dönüşür, Demans hastalığına yakalanırsınız ama serbest bırakılmazsınız. Oysa aynı hastalığa yakalandığı iddia edilen Çevik Bir bırakılmıştır. Çünkü o Kürt değil.
Türkleri tanımak için bir günlüğüne Kürt olduğunuzda başınıza gelenlerinin %1’i bunlar. İşte Türkiye’de Kürt olmanın ağır bedeli. Mandela empati yapabildiği için neredeyse 17876 km uzaklıktan “Kürtlerin çektikleri eziyeti görmezden gelmemiz mümkün değildir” demişti. Peki ya empati yoksunu kapı komşularımız ne alemde? “Ne mutlu Türküm diyene” demeye devam.