Özü itibariyle Türkiye’de yaşayan her Kürt çocuk, birer yetişkin nefretiyle karşı karşıya kalmaktadır. Komşusundan bakkalına, öğretmeninden öğrencisine, hakiminden savcısına, polisinden doktoruna bir bütün olarak sistematik bir şekilde Kürt çocuklar, ırkçılık ve ayrımcılığa maruz bırakılmaktadırlar
Vedat Çağırtekin*
Ulus-devletlerin kurulması ile birlikte ortaya çıkan ırkçılık kavramı, milliyetçilik adı altında yasalarda yer edinmiş ve ulus-devletler tarafından sistematik bir şekilde uygulanmıştır. Kısa sürede yaşamın tüm kademelerine sirayet eden bu olgunun öncül hedeflerinden biri de toplumun en dezavantajlı grubu olarak çocuklar olmuştur. Azınlık halkların çocukları; ulus-devletlerin bünyesinde ırkçılık ve ayrımcılığa maruz bırakılarak dışlanmış, köklerine ve kültürlerine yabancılaştırılmış, bastırılarak sindirilmeye ve yaşamdan koparılmaya çalışılmıştır. Bu nedenle uluslararası düzeyde çocuklara yönelik ırkçılık ve ayrımcılığın önüne geçebilmek amacıyla 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesi, 1959 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi gibi önemli belgeler imzalanmıştır. Ancak bu alanda en kapsamlı belgelerden biri, 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi olmuştur. Türkiye, bu sözleşmeyi 14 Eylül 1990 tarihinde imzalamış, 4058 sayılı Onay Kanunu ile 11 Aralık 1994’te resmi gazetede yayınlanmış ve T.C. Anayasası’nın 90. maddesi uyarınca iç hukuk normuna dönüştürmüştür.
Türkiye’nin de tarafı olduğu 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ikinci maddesinde: “Taraf Devletler, bu Sözleşmede yer alan hakları kendi yetkileri altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana babalarının veya yasal vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk, cinsiyet, dil, siyasal ya da başka düşünceler, ulusal, etnik ve sosyal köken, mülkiyet, sakatlık, doğuş ve diğer statüler nedeniyle hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt ederler” denilir. Bu sözleşme ile çocuk haklarının korunması amaçlanmış, çocukların ırkçılığa maruz kalmalarının önüne geçilmek istenmiştir. Bu itibarla taraf devletlere çocukların ırkçılığa karşı korunması için sorumluluklar yüklenmiştir. Ancak Türk devletinin bu sözleşmeye uyduğunu söylemek oldukça güç. Özellikle de Kürt çocuklar söz konusu iken Türkiye’de Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin esamesi okunmaz. Aksine, Kürt çocuklara yönelik ırkçılık desteklenir, büyütülür. Kürt çocuklar, ırkçılık ve ayrımcılığa uğradığında Türk toplumunun ve devlet yetkililerinin çocuk haklarını ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ne derece ihlal ettiğini çarpıcı bir örnekle açıklayalım.
Ocak 2024’te İstanbul’da 13 yaşında bir çocuk, isminin Kürtçe olması sebebiyle okul arkadaşları tarafından ırkçılığa uğrar. Irkçılığın ısrarla devam etmesi üzerine çocuk, tepki gösterir ve okul arkadaşlarıyla kavga ederler. Okul müdürü tarafından çocukların velileri okula çağrılır. Gelen veliler, 13 yaşındaki çocuğun “terörist” olduğunu söyleyip okuldan uzaklaştırılmasını ister, okul müdürünün çocuğa su uzatması üzerine “PKK’li çocuğa bir de su veriyorsunuz” diyerek tepki gösterirler. Daha sonra veliler tarafından okula polis çağrılır, gelen polisler 13 yaşındaki çocuğu “terörist” diyerek gözaltına alır. İfadesi alınmak üzere savcılığa çıkarılan çocuk, savcılıkça “sen Türk değil misin? Bu ülkenin suyunu içiyorsun, bedavaya yaşıyorsunuz, daha ne istiyorsun?” gibi ırkçı sorulara maruz bırakılır ve çocuk hakkında Sulh Ceza hakimliğince yurt dışına çıkış yasağı verilir. 13 yaşında bir Kürt çocuk, sistematik olarak önce arkadaşları, arkadaşlarının velileri, kolluk güçleri ve savcılık tarafından ırkçılığa maruz bırakılır. Çocuğa karşı suç işlendiği gün gibi ortada iken ve resmi makamlarca bu durum biliniyorken bununla ilgili hiçbir işlem yapılmaz. Üstüne üstlük mağdur çocuk, cezalandırılarak kriminalize edilir.
Henüz 13 yaşında olan bir çocuğa karşı nasıl bu denli nefret beslendiği aklın sınırlarını zorluyor olsa da aslında Türkiye’de yaşayan her Kürt çocuğunun yaşadığı durum, bundan farklı değildir. Kürt çocuklara yönelen ırkçılık, öylesine kapsamlıdır ki bunu hayatın her anında ve alanında görmek mümkündür. Kürt çocuklar; yaşadıkları mahallelerde arkadaşları tarafından en kötü yakıştırmalara maruz kalır, şivelerinden ötürü alay konusu edilir, zorbalanırlar. Ebeveynler tarafından çocuklarıyla arkadaşlık yapmaları istenmez, dışlanırlar. Muayene olurken doktorlar tarafından azarlanır; mahalle bakkalından hırsız muamelesi görür, kollarından çekiştirilerek kapı dışarı edilirler. Yetişkinlerce “doğurup doğurup sokağa atıyorlar” denilerek nesneleştirilirler. Yanlarından geçilirken tiksintiyle bakılır, yüzler ekşitilir, psikolojik şiddete maruz bırakılırlar. Okullarda; ezkaza Kürtçe konuştuklarında öğretmenleri tarafından şiddetli bir şekilde uyarılır hatta kimi zaman disiplin soruşturmalarına tabi tutulurlar. İstiklal Marşı okunduğu esnada müdürler tarafından çatık kaşlarla göz takibine alınır, sınıflara girilirken köşeye çekilir, İstiklal Marşı’na eşlik etmedikleri gerekçesiyle hırpalanır, okuldan atılmakla tehdit edilirler. Sınıf öğretmenleri tarafından esmer çocuklar, hep en arka sıralara oturtularak ikinci sınıf öğrenci muamelesi görür, “sınıfın tembel çocukları” olarak etiketlenir, her fırsatta kötü örnek olarak gösterilirler. Henüz çok küçük yaşlarda polisler tarafından GBT uygulamasına tabi tutulur, kaçırılarak işkence edilir, katledilen insanların fotoğrafları gösterilmek suretiyle “sonun bunlar gibi olur” denilerek tehdit edilir ve “Türkün Gücü”nden korkması tembihlenir. Adliyelerde hakim ve savcıların ırkçı sorularına maruz kalır, yargılamalarda lehine olan deliller toplanmaz, hak arama çabaları sonuçsuz bırakılır. Rütbeliler tarafından istismar edilir, susturulur ve intihara yönlendirilirler.
Özü itibariyle Türkiye’de yaşayan her Kürt çocuk, birer yetişkin nefretiyle karşı karşıya kalmaktadır. Komşusundan bakkalına, öğretmeninden öğrencisine, hakiminden savcısına, polisinden doktoruna bir bütün olarak sistematik bir şekilde Kürt çocuklar, ırkçılık ve ayrımcılığa maruz bırakılmaktadırlar. Her fırsatta “Dünyada çocuklara bayram armağan eden tek millet biziz” diye böbürlenenler, Kürt çocuklara hayatın her alanında nefretle yaklaşmaktan asla geri durmamaktadırlar. Malcolm X’in deyimiyle ırkçılık “hastalığı”na amansız bir biçimde tutulan bu mikrobik zihinler, Kürt çocukları çoktan yargılamış ve hükümlerini vermişlerdir. Bu sebepledir ki katledilen, panzerlerle ezilen Kürt çocukların arkasından “hak etmiştir” deme haddinde bulunurlar. Onlar; baktıkları yerde bir çocuk değil, bir düşman görür ve saldırıya geçerler.
“Irkçıklık cahilin sığınağıdır. Bölmek ve yok etmek ister. Özgürlüğün düşmanıdır ve kafa kafaya çarpışıp yok edilmeyi hak eder” der Pierre Berton. Zannımca ırkçılıkla karşılaşan her bireyin veya toplumun yapabileceği en doğru şey, onunla kafa kafaya çarpışması ve ona alan tanımamasıdır. Türkiye’de çocuk hakları mevzuatının uygulanmadığı aşikar. Bu nedenle; sokaklarda, mahallelerde, okullarda, mahkeme salonlarında ve yaşamın her alanında çocuklara yönelen ırkçılığın önünde durmak, kafa kafaya çarpışarak çocukları ondan korumak hepimizin sorumluluğudur.
*Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi, avukat