Yaşadığımız günlerin getirdiği olsa gerek. Aklımda sürekli Friedrich Engels’in ‘Tarihte zorun rolü’ adlı kitabı var. Bir yandan Maraş Katliamı’nın, diğer yandan ‘Hayata Dönüş Operasyonu’nun yıldönümleri içerisinde hatıralar beni gençlik yıllarıma götürüyor. 12 Mart Muhtırası ilan edilmiş, ülkede sıkıyönetim hali varken gençlik içinde değişime, devrime olan inanç basit bir ilgiden müthiş bir tutkuya dönüşmüştü. Delicesine kitap okuyorduk. Bazen algılarımızı zorlayacak bir konu çeşitliliği içinde felsefeden sosyolojiye, antropolojiden tarihe elimize ne geçerse büyük bir iştahla okumaktaydık. Okuduklarımızdan kimisi zihnimizi açarken, dünyaya bakışımızı şekillendirirken kimisi de kötücül tercümelerden ve ölçüsüz bir ‘Öztürkçe’ hevesinden anlaşılmaz hale gelebiliyordu. 12 Mart Muhtırası Türkiye’de sol uyanışın kökünü kazımaya yetmemiş, sadece budama işlevi görmüştü. Bilindiği gibi doğru zamanda budanan ağaç, çok daha gür dallarla coşar, daha fazla ürün verir.
Yayınevi sayısı bugünle kıyaslayınca çok daha azdı ama o azlık içerisinde müthiş de bir üretkenlik yaşanıyordu. Bir yandan telif eserleri, diğer yandan tercüme kitapları okura ulaştırmak için yeterli kitapçı dükkânı dahi yoktu İstanbul’da. O eksikliği her gün bankaların kapanış saatinden sonra kapı girişlerinde kitap satıcılığı yapan seyyarlar karşılıyordu. İlk kez o dönemde bir yandan da ‘yasak kitap’, ‘sakıncalı kitap’ tabirleri gündelik yaşamımıza girmeye başlamıştı. Gençlik içinde görünen bu müthiş okuma açlığının karşılığıysa tutucu çevrelerde okuyana, kitap taşıyana şüpheyle bakma eğilimine yol açmıştı. Ev sahipleri, kiracı olan öğrencilerinin kitaplarından işkilleniyor, hatta sıkıyönetim komutanlığının ikide bir yayınladıkları sözde vatandaşı uyarma amaçlı bildirilerinden etkilenerek ihbarcılığa soyunuyorlardı.
Bunca yıl sonra Engels’in kitabını anımsatan çağrışımlar ise Türkiye’de devletin ve toplumun ‘zor’la kurduğu ilişki üzerine. İmparatorluktan cumhuriyete geçiş son derece radikal ve üsttenci kararlarla sağlanmışken bireylerin ‘kul’ olmaktan vatandaş olmaya geçişi pek sağlanamamış gibiydi. Sonuçta ülkede kimse vatandaşlık hakları için mücadele etmemişti. Daha doğrusu bu mücadeleyi götüren kadrolar zaten imparatorluğun batış ve cumhuriyetin kuruluş yıllarında acımasızca tasfiye edilmişlerdi. Geriye, olan biteni şaşkınlıkla izleyen geniş halk yığınları ya da oluşan fırsatı fevkalade başarılı değerlendiren gözü kara girişimciler kalmıştı.
Bugün halen Türkiye toplumunun çok büyük bir çoğunluğu 1978 yılının Aralık ayında Maraş’ta ne yaşandığını bilmiyor, daha da önemlisi ilgilenmiyor ve bilmek de istemiyor. Aynı şekilde 20 yıl önce pek çok hapishanede birden aynı anda başlatılan ‘hayata dönüş’ adlı katliamın güvenlik güçlerinin terörist mahpusların isyanını bastırma operasyonu olduğunu sanıyor. Teslim etmek gerekir ki bu bilmeme, inanmama, anlamama hali kendiliğinden bir konfor da yaratıyor yurdum insanına. Nitekim yine bugünlerde AKP’li kadın vekil, Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun yer, tarih, isim vererek ortaya çıkardığı cezaevlerindeki çıplak arama işkencesine “İnanmıyorum” diyebiliyor. Onun bu söyleminden sonra pek çok kadın, aralarında başörtülü olanlar dahil tepki gösterip bu işkenceye maruz kaldıklarını ifade etseler de, Türkiye gibi tutucu bir toplumda bunu büyük bir cesaretle yüzlerini gizlemeden, kimliklerini saklamadan TV ekranlarından haykırsalar da AKP’li kadın vekil inanmamaya devam ediyor.
Barış Ünlü’nün ‘Türklük Sözleşmesi’ kitabını anımsatır şekilde sanki bir yazılı olmayan AKPlilik sözleşmesiyle karşı karşıyayız. Bu sözleşmenin en temel şartı, liderin sözünü her ne pahasına olursa olsun benimsemek ve savunmak üzerine kurulu. İşin tuhafı lider de sık sık bir önceki söylediğinin tam tersini söyleyebilme veya yapabilme yeteneğine sahip.
Bunca hercümerç arasında Türkiye’de zorun rolünü, tarihçesini, günümüze ve yarınımıza etkilerini konuşacak imkâna halen sahip değiliz. Olacakmışız gibi de görünmüyoruz zira milletin muhalefet diye bel bağladığı Kemal Kılıçdaroğlu, Maraş Katliamı’nın yıldönümünde o katliamın ideolojik failinin eşini üstelik de kalabalık bir heyetle ziyaret etmekte sakınca görmüyor.