Taner Aday
Genel olarak, politikada kendini “düşmanlar” üzerinden tanımlamak diyebileceğimiz bir tutum, genel eğilim gibidir. Her iktidar ilk iş olarak, kendisinden öncekilerin ne kadar kötü işler yaptığını, bunun nedeninin de onların kötü düşünceleri olduğunu söyleyerek “işe” başlar.
Politik propagandanın temel dayanağı, rakiplerin oportunist, revisyonist, gevşek liberal, “davaya” zararlı eğilimleri olan…gibi tanımlardır. Önce bir rakibi revizyonist yaparsınız, sonra literatürde revizyonizmin aleyhine ne kadar eleştiri varsa arar bulursunuz. Bunları kendi yeteneklerinizin el verdiği ölçüde, konuşma, yazma yeteneğinizi de kullanarak anlatırsınız. İşte politik başarının sırrı!
Demek ki, politikada başarı, önce bir düşman yaratmak, o düşmanın da ne kadar sakıncalı, çekinilmesi gereken bir yapılanma, bir düşünce, bir grup, bir parti olduğunu anlatmakla doğru orantılıdır. Eğitim sisteminiz de buna uygun, ezbere dayalı (Ali yat yat uyu!) ise işiniz daha kolaydır. Din ise size itaati öğütleyen hocalar tarafından öğretiliyorsa, daha da kolay.
Öyleyse, ilk işiniz bir Minotaurus yaratmak olmalı!
Minotaurus nedir?
Minotaurus, Yunan mitolojisinde, Girit adasında yaşayan, Zeus’un oğullarından Minos’un, amcası Deniz Tanrısı Poseydon’dan, kral olabilmek için bir mucize yapmasını istemesi sonucu doğan çocuğunun adıdır. Olay, Minos’un amcası Poseydon’a rakiplerini korkutmak için kendisine yardımcı olursa, denizden çıkan ne olursa onu kendisine kurban edeceğine yemin etmesi ile başlar. Poseydon, denizden bir boğa çıkarır. Minosun rakipleri yılıp korkarlar. Minos kıral olur; ama bu boğa öyle hoşuna gider ki, onu sürüsüne katar. Sonra da başka bir hayvanı kurban eder. (Her ne hikmet ise, ta o zamanlar da tanrılar kurban istiyorlar. Hem de Yunanlı!)
Poseydon bu, yutar mı? Öfkelenir tabi haklı olarak. Sonra Minos’u cezalandırmaya karar verir.
Minos’un eşi Pasifea’yı, bir boğa ile çiftleşmeye heveslendirir. Pasifea, Daidalos’a tahtadan bir inek yaptırır. Üzerine de inek postu attırır. Bu ineğin içine girerek Poseydon’un hediyesi boğa ile çiftleşir. Bir çocuğu olur. Ama çocuğun başı boğa, gövdesi insandır. Çocuğa Asteiros adı verilir; ama herkes onu Minotaurus diye adlandırır. Yani Minos’un boğası.
Bu mitolojik hikaye, Friedrich Dürrenmat tarafından dahiyane bir biçimde, bir destan olarak incelenir. Dürrenmat, bunu açıklarken, “Mitolojik hikayeler dönemsel değillerdir. Devamlı günümüzü etkilemeye; ya da ondan kurtulmaya çalışırlar. Bir anlamları olup olmadığı, onların gerçek; ya da inandırıcı olup olmadıkları ile ilgili değildir. Bu, bizim onlarda kendimizi bulup bulmadığımızla ilgilidir” der. (Gedankenfuge. Diogenes.7.42 Zürih. Prometeus. Dramaturgie eines Rebellen.)
Evet, geçmişten bilinç altına işlenmiş değerleri, farkına varmadan, günlük yaşantımıza nasıl soktuğumuz ile ilgili en güzel örnektir Minotaurus.
Bu mitolojik öyküde, mimar Daidalos’a duvarları aynalı bir Labirent yaptıran Minos, Minotaurus’u buraya hapsettirir. Minotaurus her baktığı yerde kendisini görür.
Minos, kendisine Poseydon’un hediye ettiği boğayı Herkül’e bağlatarak (Onun 8 sınavı!) Peleponnes’e gönderir. Boğa burada her şeyi yıkar, kırar, zarar verir. Minos’un öteki oğlu Andregeos boğa ile savaşa girer. Boğa onu öldürür. Minos, kızar, Atinalılara savaş açar. Kazanır. Ceza olarak da her 9 yılda bir, 7 genç delikanlı ile 7 bakireyi Girit’e göndermelerini, burada Minotaurus’a kurban etmelerini emreder. (7 rakamına dikkat!)
Hikayenin sonunda, Minotaurus, Teseus adlı bir “kahraman” tarafından öldürülür.
Dürrenmat, bu destanda Minotaurus’u, tamamen acı çeken, acı veren, öldüren, öldürülen olarak, suçsuz diye tanımlar. Onun etrafında olanları sürekli deneyimleri ile anlamaya çalışan, hatta ölüm, sevinç, mutluluk, acı gibi kavramları bile tanımadan ölmesi nedeniyle, ahlaki olarak suçsuz diye anlatır.
Suçlu, onu kendi hevesleri için, hırsları için ortaya çıkaran insanlardır. İşte politikanın konusu da budur!
Bugün değil, 80 yıldır, azınlıkları, önce Ermenileri, sonra Kürtleri, Alevileri, solcuları, onların demokrasi, eşitlik istençlerini, toplumun diğer üyelerine sakıncalı gösteren bir politika yapış biçiminden söz ediyoruz.
Bir canavar aranıyorsa, işte burada, bu bakış, bu politika yapış tarzında aranmalıdır. Başkasını sürekli tehlike olarak sunan bu bakış açısıdır asıl tehlike.
Bugün Türkiye’de, iktidar gibi düşünmeyen herkese, eskiden Ermenilere ne yapıldı ise o yapılmak istenmektedir. Onlar, (solcular, kadınlar, eşcinseller, Kürtler, Aleviler, tüm azınlıklar, hakkını arayan herkes…) önce büyük bir özenle “bölücü” olarak tanımlandı. Sonra bu gruplar, isteklerinin -haklı olarak- demokratik bir hak olduğunu söyleyince, saldırılar başladı. Yani onlar adeta bir labirente kondular, kendilerinin farkına vardıklarında da, “işte tehlike” diye, toplumun diğer yarısına gösterildiler.
Hiçbir şeyden haberi olmayan, sürekli “bölünme psikozu” içinde yaşatılan çoğunluk, bir linç havasına sokuldu. Daha sonrası kolaydı. Kürtlere, Alevilere yapılacak her saldırı, meşru görülecekti. Toplu katliamlar bile! Şu sıra toplum, icat edilmiş bir Fetö canavarı ile oyalanırken, bu kesimler arka plana atılmış gibi görülüyor. Ancak ilk seçimlerde bu tablo değişecektir. Saldırıların merkezi gene solcular ile adı geçen topluluklar olacaklardır.
İşte Türkiye’de olan budur. Kürtler ile Aleviler, solcular bir Minotaurus, bir canavar olarak gösteriliyor. Sonra dinen “katli vacip” ilan ediliyorlar. Yani öldürülmelerinde sakınca yoktur! Bu oyunu bozacak olan ise, aklını kullanma, aklı ile bulduğu çözümleri uygulama cesareti gösteren bireyler olacaktır.
Unutulmasın, diğerini yok edilmesi gereken bir sorun olarak gören zihniyetin kendisi temel sorundur.
Kaynakça: Minotaurus. Friedrich dürrenmat. Volk und Welt Verlag. Berlin 1988