Yerel Seçim eşiğinde sistem içi muhalefetin manzara-i umumiyesine bakıyorum da, bunlar bu hale neden geldiler sorusunun cevabını ilk bakışta anlıyorum. Şaşılacak hiçbir şey yok.
Birincisi şu: Küresel emperyalist güçler, mevcut AKP-MHP iktidarını, kimilerinin midesi kaldırmıyor olsa da, kendi menfaatleri açısından destekliyorlar. Bu güçlerle organik ilişkide olan Türk tekelleri de öyle.
İkincisi, Türk devlet aygıtı da dünyaya bakıyor, dünyaya ayak uyduruyor. Kimisi rejimle suç ortağı olduğu için, kimisi de “devletin umumi menfaati” dünyaya ve egemen sermayeye ayak uydurmakta olduğu için Erdoğan rejimini destekliyor.
Üçüncüsü, istisnasız bütün partilerin içinde örgütlü olan devlet aygıtının, “işbölümü gereği” olarak, kimisi dinci, kimisi laik, kimisi Kemalist, kimisi liberal, kimisi Vahdettinci ve hatta kimisi “komünist” kılığındaki unsurları da devlet talimatıyla doğrudan ya da dolaysız Erdoğan’ı destekliyor. Destekleyince de sistem içi muhalefet paramparça oluyor ve CHP kafası kesik tavuk gibi kendini bir o yana, bir bu yana fırlatıp duruyor.
Seçim meydanında ne yaptığını ve yapacağını bilen iki güç var: İktidar ve DEM Parti. İktidar devlet demek, DEM Parti ise bu devlet iktidarına karşı muhalefet eden güç demek. Aradakiler, özellikle CHP “hayattayım” numarası yapan birer mevta.
Bu resme bakınca, vaktiyle İsmet Paşa’nın Demokrat Parti için söylediği ünlü söz aklıma geliyor: CHP’yi DEM Parti bile kurtaramaz.
Kurtaramaz ama Kemalist yazar çizer tayfası, gözlerini DEM Parti’ye dikmiş, “DEM Parti İstanbul’da ve diğer Batıdaki metropollerde kendi adayıyla seçime girerse, CHP’ye kaybettirir, AKP’ye kazandırır” deyip duruyor. Sanki DEM Parti destek verse kazanabilirlermiş gibi. Altılı Masa’nın beş bacağı beş parçaya ayrılmış, kimi Kemalist gazetecilere göre CHP’deki Kılıçdaroğlu taraftarları İmamoğlu’na kaybettirmek için kolları sıvamış, bunlar DEM Parti diyor, başka bir şey demiyor. Kendi seçmeninin bir bölüğü CHP’den yüz çevirmiş, DEM Parti seçmeninden destek istiyor.
O DEM Parti seçmeni ki, CHP’ye ve Altılı Masa’ya beş yıl önceki yerel seçimde de, son Cumhurbaşkanlığı seçiminde de, “bağrına taş basa basa” milyonlarca oy vermiş. Siz onların da oylarını, kendi oylarınızı da seçimlerdeki hukuksuzluğa, yalan dolana, hile hurdaya karşı korumak için kılınızı kıpırdatmamışınız. Bir kere daha “adam kazandı” deyip evinize gitmişiniz. Buna karşılık hiçbiriniz DEM Parti seçmenine “günahınızı” dahi vermemeşiniz. Vermek ne kelime, şu aralar parlata parlata, “İmralı’yla arasında kavga var” diye diye Demirtaş’ı kirli tartışmalarınıza meze yapmışınız, onun ve diğerlerinin dokunulmazlığını kaldıran AKP’yle birlikte “Anayasaya aykırı ama” deyip, “viran olası CHP’de evlad ü devlet var” hesabı oy vermişiniz, kayyımlara gıkınız çıkmamış, savaşa karşı çıkmak şöyle dursun, “böyle geçici üs mü olur” diye “muhkem üsler” hakkında nutuklar atmışınız. “Teröre karşı AKP’yle ortak bildiriye imza atmadık, ama o bildiriden daha beter bir bildiri yayınladık” diye “şecaat arz ederken merd-i CHP sirkatin söyler” hesabı işler yapmışınız.
Şimdi sırtı yerde güreşiyorsunuz, DEM Parti’nin sizi ayağa kaldırmasını bekliyorsunuz. Şu halinizle Kürt sizi ayağa kaldırmaya kalksa, çekip onun da sırtını yere yapıştıracaksınız. Seçimi kaybetmek için ne lazımsa yapmışsınız, bir de DEM Parti’ye kaybettireceksiniz. Bir kere daha verdiği oyları çöpe attıracaksınız. İnsaf ya hu!
Kalksanıza ayağa…
Kalkamazlar. Kalkmaya kalkanı diğerleri mindere yapıştırır. Diğerleri yapıştırmasa, içlerindeki devlet görevlileri onları kündeye getirir.
Kemalist efkarlı. Kadehinden bir fırt çekiyor ve “o zaman n’olacak bu memleketin hali” diye eski uzun havayı terennüm ediyor. Gülüyorum: “Geçti o günler güzel kardeşim” diyorum. “Artık ne cuntan var, ne ‘Ankara’da hakimlerin’”. Biraz daha demlenmeye devam edersen “süreç içinde muhalefetsiz faşizm” gelecek, partini de kaybedeceksin. Üçüncü Dünya Savaşı’ndayız, işler kızışıyor ve böyle zamanlarda adama muhalefet yaptırmazlar, bilesin. Kerata, içinden “zaten yapmıyoruz” diye geçiriyor.
Bu seçimde Kürdistan dışında kimin ne kadar belediye kazandığı ikincil mesele. Asıl mesele sistem içi muhalefet parti seçmenlerinin, bu parti yönetimleri ne derse desin, toplam oylarının DEM Parti oylarıyla birlikte AKP-MHP-İyi Parti oylarını geçmesi. Çünkü artık bu seçimde muhalefetin seçmenleri partilerinin haline aldırmadan Erdoğan-Bahçeli-Akşener iktidarına karşı oylarını kullanmalıdır. Çoğunluğu kazanmalıdır. Kazandıkları gün rejim meşruiyet iddiasında bulunamayacak. Belediye sayısı değil, toplam muhalif oylar ve Kürdistan’da devrilen kayyımlar büyük anlam kazanacak.
Boş verin “ittifak” sevdasını. CHP kendi başına kendi oylarını arttırsın, DEVA da, Saadet de… Sanki genel seçimmiş, sanki Cumhurbaşkanlığı seçimiymiş gibi davranılsın. Yarıdan fazlayı aşmak hedef olsun. Bu partilerin ne dediği değil, seçmenlerin ne dediği önemli olsun.
Sonra?
Sonrasını Cumhuriyet yazarı Emre Kongar’dan öğrenelim. Şöyle yazdı:
“Türkiye, Anayasa Mahkemesi kararlarına bile uyulmayan, açıkça ‘Anayasa Darbesi’ yapılan bir ortamda, güya ‘adil, şeffaf ve yargı denetiminde’ olan sözde ‘Demokratik Yerel Seçimlere’ gidiyor. Ben muhalefet partilerinin yerinde olsam, AYM kararları uygulanana kadar seçimleri boykot ederdim.”
Kongar’ın yazısına bir düzeltme yapayım: “Ben muhalefet partilerinin yerinde olsam, yerel seçimleri boykot etmezdim, yerel seçimden sonra, asıl kemerleri sıkma politikası amansızca uygulamaya girer girmez, Türkiye NATO emrinde savaşı tırmandırır tırmandırmaz, derhal erken seçim isterdim, kabul edilmeyince TBMM’yi boykot eder, milleti alanlarda mücadeleye çağırırdım.”
Bu “düzeltme” notuma rağmen Emre Kongar’ı izninizle kutlamak istiyorum. Ama yine de “tek çiçekle bahar gelmez” demekten kendimi alamıyorum. Keşke yanılsam…