Türkiye neredeyse 100 yıldır kurulmaya çalışılan ve bir türlü kurulamamış bir toplum. “Kurulmaya çalışılan” dememin nedeni İmparatorluk sonrası oluşan Cumhuriyet idaresi, bir imparatorluğun kozmopolit dünyasından farklılıkların kendilerini içinde hissedecekleri bir toplum ve devlet yapılanması sağlayamadı vs.
Aslında hala bu sorunun içinde debeleniyoruz. Nüfusun içindeki payları bakımından daha küçük olanları bir yana bırakırsak, Cumhuriyetçi kesimler dışında İslamcılar ve Kürtler, kurulan bu toplumsal yapı içinde kendilerini hep dışlanmış hissettiler. Ta ki 2002 yılında AKP iktidar oluncaya kadar.
AKP’nin ilk yıllarında, iktidarda “titrek” biçimde duran, her an kapatılma ya da bir askeri darbeyle devrilebilecek bir görüntü veren iktidar, daha sonraları, özellikle Gülen Cemaatinin, Ergenekon, Balyoz gibi davaları organize etmesiyle oluşan havadan yararlanarak Ordu üzerinde bir egemenlik oluşturdu. Böylelikle darbe olasılığının önüne geçen AKP ve Erdoğan yapılan seçimlerde hep birinci gelerek toplumsal bir destek buldu. Fakat bu da sorunu çözmedi. Türkiye AKP yönetimi altında tam 17 yıldır Türkiye’yi kuramadı. Daha doğrusu kurmaya çalışmadı. Yaptığı, tıpkı bir zamanlar kurucu Cumhuriyetçi kadroların yaptığı gibi topluma dışarıdan kendi kimliği olan İslami temelli bir kimlik giydirmeye çalıştı ve hala da çalışıyor. Ama öyle görünüyor ki son seçimlerde, Cumhuriyetçi sekülerlerin partisi olarak CHP, gelenekselleşmiş sert laik tavrından vazgeçip İslami kesimlerle barışmak yolunda tercihlerini yaparak (örneğin Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul adayı yapılması gibi); AKP’li seçmenlerin önemli bir kısmının da partilerinin tavrından rahatsız olup seçimlere katılmayarak (dolaylı olarak CHP adayını onaylayarak) yeni bir arayış içinde olduklarını ortaya koydular. Türkiye’nin bu önemli kesimlerinin bu tavırlarından toplumun artık kutuplaşmış bir toplumda yaşamak istemediğini, artık herkesin “benim” diyeceği bir devlet ve toplum yapısı talep ettiğini çıkarmak mümkün. Hele hele bu tabloya, büyük ölçüde Kürtlerin taleplerinin de temsil edildiği HDP’nin tavrını da eklersek, diyebiliriz ki aslında toplum, “kurulmak” istemekte. Yani, şu ya da bu kesimin önerdiği bir kimlik altında değil, herkesin kendini içinde hissedeceği yeni bir kimlik (yeni bir devlet ve toplum yapılanması) altında daha demokratik yeni bir düzen talep etmekte.
Dolayısıyla önümüzdeki dönem, siyasetçilere, toplumun buluşmaya çalıştığı bu eğilimleri bir araya getirip Türkiye’nin bu kez, sahiden”kurulmasını” sağlamak düşüyor. O nedenle de, hem İslami kesime ve hem de seküler kesime düşen, en çok “ötekileştirilmiş” kesim olarak Kürtlere yönelik daha kapsayıcı bir dil ve yaklaşım geliştirmeleridir. Böyle bir yaklaşımla, “çözüm sürecinin” bu kez çok daha gerçekçi bir biçimde gündeme gelmesi ve gerçek bir toplum olmaya doğru önemli bir adım atılması sağlanmış olacaktır. Eğer gerçekten böyle bir toplum ve devlet ilişkisini kurmak istiyorsak.