Ehmed Pelda
Türkiye’de birileri nerdeyse 200 yıldır uğraşıyor, bir şeyler olmaya çalışıyor ama bir türlü olamıyor. Ne devlet olabildi, ne toplum bir zemine oturabildi, ne bir kültür, ne bir siyaset, ne de anlamlı bir yapı oluşturulabildi.
Devletin en tepesindeki yöneticiler yeni bir Kurtuluş Savaşı’ndan bahsediyor. 100 yıldır kurulan cumhuriyet bir kimlik, bir tarz, bir özgürlük alanı yaratamamış ki yeniden yeniden kuruluştan/kurtuluştan bahsediliyor.
Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Balkanlar, Kuzey Afrika, Arap yarımadasındaki milletler kendi devletlerini kurabildiler. Farklı badireler atlattılar. Ama hiçbiri hala Türkiye’nin yaşadığı sorunları yaşamıyor. Türkiye kimliksiz bir ülke.
Osmanlı desen değil. Türk desen değil. Kimlik dizgisi şekillenmemiş. İdealize edilen egemen birey tipi bile sorunlu, patolojik. Örneğin; Erkek, x asıllı ama Türk, üst düzey eski bürokrat, tarikat üyesi-cemaat üyesi, uyuşturucu baronu ya da mafya lideri, holding hissedarı, hotel ve gayrımenkul zengini, aynı zamanda toplumun ileri geleni, siyasetçi ve Türklük ülküsünün/kızıl elmanın öncüsü gibi birçok çelişkili, uzlaşmaz tanımlamalar bir şahısta bulunabiliyor. Mesela Adriyatik’ten Çin’e özlenen Türklük dünyasının kurulumu diye bir senaryo ve buna inanarak yaşayan, siyaset yapan, hayatını sürdüren büyük bir topluluk var Türkiye’de. Tuhaf gelebilir ama bunun hiçbir realitesi yok. Türkiye diye tanımladıkları hiçbir topluluk da bunu benimsemiyor. Yani kendi kendine kurtarıcı, kendi kenine böylesine ucube sıfatların hepsini bir arada taşıyan biri ancak Türkiye’de olur, dedirtecek bir durum yaşıyoruz.
Yine yaygın tanımlamaya bakalım, Arnavut asıllı Türk, Gürcü asıllı Türk, Kürt kökenli Türk, Laz kökenli Türk gibi bir dizilim var. Ama ülkenin genetik kodlarının çözümlemesine bakıldığında Türk etnik unsurunun azınlıkta olduğu da görülmektedir. Bu mesele de değil. Zaten asıl olan çatı bir etnik kavramın zorunlu kılınması ve onun üzerinden çok da tutar yanı olmayan ülküler oluşturulmasıdır. Oysa her birey veya grup kendini tanımlarken direkt aslıyla tanımlasa ve bunun üzerine bir Türklük eklemezse o zaman reel etnik örgü ortaya çıkar ve Türk asıllı Türkler de daha bir berrak olarak yerlerini alırlar. Herkesin aslına sahip olduğu bir ortamda kimsenin kimseyi bölmesine, parçalamasına da gerek olmaz. Tabii ki herkesin kendi haklarını kullanması halinde.
Şunu unutmamak lazım tek etnik kökene dayalı bir devlet yeryüzünde yoktur. Türkiye’nin de buna ihtiyacı yoktur. Üstelik mülteci hareketleri, uluslararası anlaşmalar, seyahat ve yerleşme özgürlüğünün gelişmesi paralelinde insanlar başka ülkelere göç ederek yaşayıp entegre olabiliyorlar. Ama bundan dolayı öz kimliklerini, dillerini, kültürlerini de terk etme gereksinimi duymuyorlar. Türkiye’de zaten böyledir. Mevcut tarihsel ve coğrafik etnik yapılara ek olarak, 90’larda Bulgaristan göçmenleri, şimdilerde Araplar, Afganlar, İranlılar, Kafkaslılar, Afrikalılar eklenmiştir. Şimdi bunların da ötekileştirilmesi söz konusu ki egemen bakış açısından kaynaklı sorundur. Oysa bu insanlar bu ülkede yaşayacak ve ülkeye ekonomik, kültürel, düşünsel değer katacaklardır. Bu potansiyelleri değerlendirilip zenginleştirilmesi Türkiye’nin gelişmesi olur.
Bu realiteyi algılayamayan bir devletin yönetimi şimdi iktidarı elde tutacak anayasa düzenlemeleri için çalışma yapıyor. Yine merkezden ve çıkmazdaki klasik ideolojik kafa ile. Bu kafa nasıl herkesten önce İstanbul Sözleşmesi’ne imza atıp kadınların haklarını kabul ettiyse, günü geldiğinde de imzayı kolaylıkla çekti. Bu mantığın anayasası iktidar amaçlıdır. İktidar için genel af da çıkarabilir, ülkeyi eyaletler ve federal sisteme de götürebilir. Ama dilerse de bir darbe ile tümünü bir gecede geri alır. Mantık bu. Şartlar da öyle. Çünkü halk etnik kimliğiyle, dinsel değerleriyle, cinsel ve demografik özellikleriyle, tarihsel ve kültürel karakteriyle, ideolojik ve politik hedefleriyle bu yapılanmanın içinde değil. İçinde olmadığı, kendi pozisyonunu ve değerlerini teminat altına alacak güvence, öz savunma şartlarını oluşturamadığı için güvenemez de.
Bu ülkenin kurtarılması gerekiyorsa eğer, 10 yılda bir darbelerden, içerideki iktidar mücadelelerinden, iç içe geçen uyuşturcu, mafya, siyasetçi, tarikat, cemaat, örgüt ağlarından kurtulması gerekir. Bu kurtuluş gerçek kurtuluş olur.