Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan “Asılsız İddialar ve Gerçekler” kitapçığı ile kamuoyunda tartışılan bir takım konulara açıklık getirilmesi amaçlanmıştır.
Bu kapsamda Türkiye’nin tarımsal hasılada Avrupa birincisi olduğu belirtilmekte ve 51.8 milyar dolarlık tarımsal hasılası Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda ve bir Avrupa ülkesi olmayan ve listeye ne amaçla dahil edildiğini bilemediğimiz İsrail ile kıyaslanmaktadır. Doğrudur, Türkiye tarımsal hasılada tüm bu ülkelerin üzerindedir. Ancak, bu noktada göz ardı edilmemesi gereken gerçek şudur; Türkiye’nin tarım arazileri Fransa’dan 1.3 kat, İtalya’dan 3 kat, İspanya’dan 1.5 kat, Hollanda’dan 21 kat ve İsrail’den 77 kat daha büyüktür. Bu yönüyle Türkiye birim alanda sağladığı üretim artışı ile değil, diğer ülkelere göre çok daha geniş tarım arazileri üzerinden elde ettiği gelir ile birincidir.
Kitapçıkta 2002 yılı ile karşılaştırıldığında 2018 yılında tarımsal ihracatın 4.6 kat arttığı belirtilmektedir. Ancak, işin dikkate alınmayan ithalat kısmına baktığımızda onun da 4.6 kat artmış olduğunu görüyoruz. Bunun yanında, aynı süreçte gıda maddeleri ithalatı 6.5 kat artarken, gıda üretimine esas tarımsal hammadde ithalatı da 2.8 kat artış göstermiştir.
“Üreticiye yeterli destek verilmiyor” söyleminin asılsız iddia olarak kabul edildiği kitapçıkta 2002 yılında 1.8 milyar TL olan tarımsal desteğin 8 kat artışla 2018 yılı itibarıyla 14.5 milyar TL’ye yükseltildiği belirtilmektedir. Tarıma verilecek destek miktarı 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu ile hüküm altına alınmıştır. Buna göre tarıma verilecek tarımsal destekleme miktarının milli gelirin yüzde 1’inden daha az olamayacağı ifade edilmiştir. Kanuna göre 2007 yılından 2018 yılı dahil çiftçiye verilmesi gereken tarımsal destek miktarı 192.8 milyar TL iken verilen 102.8 milyar TL olmuş ve 90 milyar TL eksik ödeme yapılmıştır. 2018 yılında sağlandığı belirtilen 14.5 milyar TL nakit desteğin Tarım Kanunu’na göre 37 milyar TL olarak ödenmesi gerekiyordu. Verilen desteğin milli gelire oranı yüzde 0.4 ile yüzde 0.6 aralığında kalmış olup hiçbir zaman Tarım Kanunu’nda belirtildiği üzere yüzde 1 olmamıştır. Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası’nın ilk uygulamaya konduğu 1962 yılında bütçesinin yüzde 70’i tarımsal desteklere ayrılırken, günümüzde bütçesinin halen yüzde 45’ini tarımsal desteklere ayırmaktadır. Oysa 2018 yılında 8 kat artışla 14.5 milyar TL olarak belirtilen tarımsal desteğin bütçeye oranı sadece yüzde 1.8’dir.
Tarımsal desteklerde aradığını bulamayan çiftçi bankaların tarımsal kredilerine yönlenmiştir. Çiftçinin bankalara olan kredi borcu 102 milyar TL’ye ulaşmış olup, devletin sağladığı tarımsal desteğin çok üzerindedir. Çiftçinin alım gücündeki gerilemeye paralel olarak icra takibine düşen tarımsal kredi miktarı da her geçen yıl artmaktadır.
Diğer yandan Dünya Bankası’nın 2017 yılı verilerine göre ülkemizde tarım sektöründe kişi başına milli gelirden 3.377 dolar düşerken, İtalya’da 15.376 dolar, İspanya’da 18.256 dolar, Fransa’da 19.357 dolar ve Hollanda’da 44.816 dolar düşmektedir. Kitapçıkta örnek verilen ülkeler içerisinde en fakir olan bizim yurttaşlarımızdır.
TÜİK verilerine göre 2017 yılında 189 milyar TL olan tarımsal GSYH 2018 yılında 213,4 milyar TL’ye yükseldi. Ancak, bir önceki yıla göre 2018 yılında üretimin tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerde yüzde 5.8 ve sebzelerde ise yüzde 2.6 azalırken sadece meyveliklerde yüzde 0.8 artış oldu. Hayvancılıkta ise neredeyse tamamıyla ithalata dayalı bir artış yaşanmaktadır. Bu durum tarımsal GSYH’daki artışın üretim kaynaklı değil, üretim darlığının yol açtığı fiyat artışından kaynaklandığını göstermektedir.
Tarımsal üretim ayağında yaşanan bu olumsuz tablo çiftçilerin hızlı bir şekilde üretimden çekilmelerine yol açmaktadır. Son derece yetersiz olduğunu yukarıda belirttiğim tarımsal destekleri alabilmesi için çiftçinin Çiftçi Kayıt Sistemi’ne (ÇKS) kayıtlı olması gerekmektedir. ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısının da 2002’den günümüze 2.8 milyondan 2.1 milyona gerilediğini görüyoruz. Bu tablo son derece kısa bir dönemde 700 bin çiftçinin tarlasını terk ettiğini göstermektedir. Buna paralel olarak da aynı sürede 3.4 milyon hektar alanı (Belçika’nın toplam yüzölçümü 3 milyon hektar, Hollanda’nın toplam yüzölçümü 4 milyon hektardır) çiftçi ekmekten vazgeçmiştir.
Tarımı bu hale getiren politikalar
Meşhur 24 Ocak ekonomi kararları ve bu kararların önünde engel teşkil edecek örgütlülüğü yok etmek üzere kurgulanmış 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile Türkiye’de neoliberal politikalar hayata geçirilmeye başlandı. Kapitalizmin en vahşi bir şekilde uygulamaya konduğu ülkemizde tarımsal desteklerin gerilemesi, ürün fiyatları baskılanırken girdi fiyatlarının sürekli yükselmesi tamamıyla tarımın aleyhine bir durum ortaya çıkardı. Tarım Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması adı altında Topraksu, Ziraai Mücadele Genel Müdürlüğü gibi tarımın pek çok kurmay kurumu küçültüldü, işlevsizleştirildi. 1980’li yılların ortalarında özelleştirme sözcüğü ile tanıştık. Önceleri zarar eden tarımsal KİT’lerin özelleştirileceği söylendi. Ancak, 1990’ların başına kadar zarar eden tek bir KİT bulunamadı. Onun üzerine KİT’lerin zarar ettirilmelerine karar verildi. Bu çerçevede KİT’lerin pek çoğu özelleştirilmek suretiyle yok edildi, işlevsizleştirildi. Bu yolla tarım sektöründeki geri gidiş daha da hızlandırıldı. IMF’ye verilen niyet mektupları, onunla uyumlu Dünya Bankası projeleri tarımımız açısından tam bir yıkım noktası oldu. Türkiye tarımsal üretimde kendine yeterlilikten hızla uzaklaşmaya başladı.
Gelişmiş ülkelere baktığımızda bunların aynı zamanda dünyanın en büyük tarım ülkeleri olduklarını görüyoruz. Çünkü tarım sanayinin çıktıklarını kullanırken aynı zamanda sanayinin hammaddesini da sağlamaktadır. Ayrıca gelişmiş ülkeler gıda güvencesini bağımsızlıklarının en önemli stratejik konusu olarak görmektedirler.
Maalesef ülkemizi bugün yöneten siyasi iktidar, 2018 yılında 10 fabrikası daha özelleştirilen Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ örneğinde görüleceği üzere özelleştirme uygulamalarını tüm hızıyla sürdürürken, üretim noktasındaki sorunlara çözüm bulmak yerine ithalata yönelerek ülkemizin döviz kaynaklarını ithalat yaptığı ülkelerin halklarının refahına sunmaktadır.
Doğru politika nedir?
Ülkemizde çiftçi emeğinin karşılığını alamamaktan kaynaklı üretimden hızla uzaklaşmaktadır. Bu çerçevede nihai noktada çiftçinin enflasyona ezdirilmediği, insanca yaşam için gerekli kazancı elde edebileceği şekilde, tıpkı gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi desteklenmelidir.
Oldukça yorucu olan ve beden çalışması gerektiren tarım sektöründe faaliyet gösteren çiftçilerimizin yaş ortalaması hızla yükselmektedir. Gençlerimize kırsal alanı ve tarımsal üretimi terk ettiren olumsuzluklar giderilmeli, özellikle genç çiftçilere yönelik cazip destekleme programları uygulanmalıdır.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi çiftçilerin mutlaka kooperatif çatılar altında örgütlenmesi teşvik edilmeli, bu yapıların doğru bir şekilde çalışmalarına devlet desteği sağlanmalıdır. Buna karşın halkımızın da kooperatif çatılar altında örgütlenmeleri teşvik edilmeli, çiftçi ve tüketici kooperatifleri karşılıklı taleplerini görüşerek üretim planlaması yapılmalıdır.
Tarımsal girdiler açısından Türkiye büyük oranda yurtdışına bağımlı olup, döviz kurundaki en ufak yükselme tarımsal üretim maliyetlerini hızla yukarı çıkarmaktadır. Bu konuda bağımlılığı mümkün olduğunca üretim olanaklarımızı da zorlayarak azaltmalı, üretim maliyetlerinin aşağı çekilmesi için devlet desteği sağlanmalıdır.
Avrupa Birliği’nde her önemli üretim kolunda var olan müdahale kurumlarının ülkemizdeki karşılığı tarımsal KİT’ler yeniden kurgulanmalıdır.
En ufak sorunda ithalatı değil imkanları değerlendirerek üretimi düşünen bir siyasal anlayışı tesis etmek en öncelikli adım olmalı, döviz kaynaklarımız ithalat yaptığımız ülke halklarının refahı için değil, üretim ve kendi halkımızın refahı için kullanılmalıdır.
* Ziraat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı