Türkiye’nin Suriye politikasının ana unsuru Esad rejimini devirmek, Şam’da kendi denetiminde Sünni bir yönetim kurmaktı. Erdoğan, ‘ya büyüyeceğiz ya küçüleceğiz’ demişti. Suriye topraklarının fiilen ilhakı hedeflenmişti. İşte Türkiye’nin bu Suriye ve bölge politikası çöktü
Hüseyin Kalkan
AKP-MHP İktıdarı bölgesel ve Suriye politikalarında bazı manevralar yapmaya başladı. Bazı siyaset bilimciler ve yorumculara bu değişiklik şaşırtıcı geliyor. Siyaset bilimci Mustafa Peköz’e göre bu değişikliğin temelinde yatan gerçek Kürtlerin bölgesel ve Suriye’deki kazanımlarını ortada kaldırmak. Peköz, “Eğer Erdoğan, Şam rejiminden Kuzey Doğu Suriye’deki Özerk yapının tasfiye garantisini alırsa, Suriye topraklarından çekilir” diyor. Peköz’ün Türkiye’nin bölgesel ve Suriye politikasına dair sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- Türkiye, Suriye politikalarını neden değiştirdi ya da değiştirir gibi yapıyor, Erdoğan, neden acilen Beşar Esad ile görüşmek istiyor? Bu gelişmeyi Türkiye ve bölge açısında değerlendirir misiniz?
Türkiye’nin 13 yıldır sürdürdüğü Suriye politikasında bir değişim sürecine girmesinin hiç şüphesiz ki birçok nedeni var. Türkiye’nin Suriye politikasının ana unsuru Esad rejimi devirmek, Şam’da Sünni bir yönetim kurmaktı. Kurulacak bir yönetim de Türkiye’nin doğrudan denetimi altına girecekti. Böylelikle Türkiye fiilen Şam’a hakim duruma gelecekti. Devletin Suriye stratejisi belirlenirken Cumhurbaşkanı Erdoğan, devletin fiziki sınırlarını kast ederek, “ya büyüyeceğiz ya küçüleceğiz” demişti. Bu yaklaşım aynı zamanda dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun belirlediği ‘stratejik derinlik’ politikası ile de uyumluydu. Böylelikle Türkiye’nin sınırsal olarak küçülemeyeceğine göre genişletilerek büyümesi gerekiyordu. Bir başka ifadeyle Suriye’nin iç krizi gerekçe gösterilip de facto bir durum yaratılarak Suriye topraklarının bir kısmının fiilen ilhakı hedeflenmişti. Suriye üzerinde belirlenen stratejinin ana unsuru buydu.
Bu süreçten sonra Ankara, uluslararası cihatçı örgütler ile fiilen bir ittifak yaparak Suriye’de yeni bir egemenlik alanı yaratmaya çalıştı. Binlerce cihatçı militan Türkiye üzerinden Suriye’ye akın etti. El Kaide’den IŞİD’e kadar çok farklı islamcı örgüt ve militan Suriye’de toplandı. Uluslararası kurumların yaptıkları değerlendirme ve yayınladıkları raporlarda anlaşılacağı üzere 100 binin üzerinden İslamcı cihatçı Suriye’de savaşmaya gelmişti. Bu güç halen belirli bir düzeyde varlıklarını koruyorlar. Ankara da bu güçlerle yakın ilişkiler kurarak, kendi kontrolü altına alıp hem Esad rejimine karşı hem de Kürtlere karşı kullanmaya çalıştı. El Bab, İdlib ve Efrîn gibi bölgeler İslamcı cihatçı örgütler tarafından kontrol edilen bölgelerdir. Bu bölgelerin tamamında aynı şekilde Türkiye’nin askeri gücü bulunuyor. Ayrıca bu bölgelerde Türkiye’nin kaymakamlıkları, PTT’leri, üniversiteleri bulunuyor. Çünkü bu bölgeleri fiilen kendi sınırları olarak görmesinden kaynaklanıyor. Türkiye’nin 12 yıldır sürdürdüğü bu politikanın uluslararası ve bölgesel ilişkilerde hiçbir karşılığı bulunmuyor. Arap dünyası Esad’ı yeniden kucakladı, Arap Birliği toplantılarına resmi olarak davet etti, ekonomik ve ticari ilişkiler yeniden kuruldu.
- Türkiye’nin çekilmesinin tartışıldığı bu dönemde Suriye’nin kazananları ve kaybedenleri üzerinde neler söylenebilinir?
Bugün politik realite Esad’ın artık kalıcı olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Şam, kazananlar kulübünde yer alıyor. Aynı şekilde Kürtlerin ağırlıkta olduğu Kuzey Doğu Suriye’de kurulan ‘Özerk Yönetim’ kurumsallaştı ve fiilen bir devlet statüsüne ulaştı. Böylelikle Suriye’de Şam’dan sonra kazananın ikinci güç merkezinde Kürtlerin olduğu Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi oldu. Radikal İslamcı örgütler, helen İdlib, El Bab gibi yerlerde varlıklarını sürdürseler de politik olarak kaybettiler. Yani Suriye’nin geleceğinde bir yerleri yok. Türkiye’nin belirlediği Suriye politikası da fiilen başarısız kaldı yani çöktü. 13 yıl sonra Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmesi yanlışlığı kabul etmesinden çok bir zorunluluktan kaynaklanıyor. Yani Türkiye’de kaybedenler grubundadır.
- Erdoğan neden bu adımları atma gereğini duydu?
Türkiye’nin Suriye politikasındaki değişimde hiç şüphesiz ki küresel ve bölgesel aktörlerin son derece ciddi bir etkisiz söz konusudur. ABD’nin Suriye politikası ile Türkiye’nin Suriye politikası arasında çok belirgin bir fark söz konusudur. ABD Kuzey Doğu Suriye’de, Suriye Demokratik Güçlerini aktif olarak desteklemektedir. Rusya, Türkiye tarafından kontrol edilen bölgelerin Esad rejimine teslim edilmesi için arka plan diplomasisi ve baskıyı çok yoğun olarak arttırmaktadır. Hatta zaman zaman Türkiye’nin Suriye’deki askeri güçlerine yönelik yaptığı bir kısım operasyon biliniyor. İran, Suriye’de 50 bine yakın milisiyle savaşın bir tarafı durumdadır. Arap Birliği, Şam rejimine aktif destek vermeye başladı, özellikle Arabistan’ın Suriye politikasının merkezinde Esat ile yola devam etme kararı var. Türkiye’nin Suriye’de kalmasını savunan veya destekleyen ne bir uluslararası ne de bölgesel bir güç bulunuyor. Türkiye’nin belirlediği ‘değerli yalnızlık’ dış politikası, artık değersizleşti ve hiçbir karşılığının olmadığı kabul görmeye başladı. Bu nedenle de Ankara, Suriye’den çıkmanın kendisi için daha yararlı olduğunu düşünmeye başladı ancak “girmenin kolay, çıkmanın ise çok zor olduğu” bir süreci yaşıyor.
- Bu yeni manevranın Suriye’de Kürt kazanımları ile ilgisi üzerine ne söylersiniz?
Türkiye geçmişte Esad’ın önüne onlarca talep koyuyordu. Ancak gelinen aşamada Türkiye’nin bütün şartları bir kenara bırakıp sadece bir konuda Şam rejiminden güvence almak istiyor. Bu da Kuzey Doğu Suriye’de kurulan Özerk yapının tasfiye edilmesidir. Eğer bu konuda Şam rejiminden bir güvence alırsa Suriye’nin genelinden çekilip bütün sınırları önce Rusya’ya sonra da Şam’a teslim edecektir. Türkiye’nin Ortadoğu stratejisinde her şey var ama Kürtlerin politik, toplumsal ve kültürel bir statü elde etmesi yok. Çünkü Suriye’de iktidar gücü olan Baas Partisi’nin aşamalı bir şekilde Kürtlerle özerklik statüsünü konuşacağı ve Rusya’nın da bu yönlü ciddi teşvikleri olduğu biliniyor. Önümüzdeki süreçte Suriye’de federatif yapıyı oluşturan bir anayasanın kabul görmesinin kimseyi şaşırtmayacağı gibi buna yönelik bazı hazırlıkların yapıldığı biliniyor. İşte Türkiye’nin Kuzey Doğu Suriye’de belediye seçimlerinin dahi yapılmasına karşı çıkması ve bunu engellemek için bütün diplomatik ve politik gücünü kullanması, Özerk Yönetimin Esad rejimi tarafından kabul edilmesi kaygısıdır. Bu nedenle Suriye’deki Kürt sorununun Türkiye’nin bir iç sorunu olarak görülmesi bir tesadüf olmayıp aynı zamanda bir realite oluşturuyor. Çünkü Irak’tan sonra Suriye’de de Kürtleri kapsayan federatif bir yapının kabulü, Türkiye’nin Kürt sorunu ile çok daha kapsamlı bir şekilde yüzleşmesine yol açacaktır. Bu süreci engelleyebilmek için Suriye’de Kürtlerin elde ettiği statünün tasfiye edilmesi için bütün olanakları kullanacağı açıktır. Bunu başarabilir mi? Başaramayacağı çok açıktır. Bu nedenle iktidarın, Suriye’de Kürtlerin politik-toplumsal gerçeğini kabul ederek diplomatik ilişki kurması Ankara’nın çıkarlarına daha uygundur.
- Türk askeri Suriye topraklarından çekilmeden, Türkiye’nin Şam rejimi ile uzlaşması mümkün mü?
Erdoğan’ın Esad ile görüşmekte ısrar etmesi tek başına bir anlam ifade etmiyor. Burada belirleyici olan Esad’ın nasıl bir karar vereceğidir. Şam tarafında yapılan bütün açıklamalar öncelikli olarak Türkiye’nin Suriye topraklarından çekilmeyi açıktan kabul etmesi ve somut bir adım atmasıdır. Aksi takdirde Suriye topraklarında bulunan Türkiye’nin askeri birliklerini meşru hale getirmek anlamına gelir. Bu nedenle Esad rejimi, Erdoğan ile koşulsuz bir görüşme yapmayacaktır. Putin, Esad ile Erdoğan’ı yan yana getirmek için ciddi bir çaba sarf ediyor. Ancak İran’ın telkinleri ile Esad, Türkiye’nin çekilme konusundaki tutumunu açıklamasından ısrar ediyor. Ancak arka plan diplomatik çabalar ve kamuoyuna yansıyan bilgiler analiz edildiğinde Ankara hem Moskova’ya hem de Şam’a çekimi konusunda güvence verdi. Bu nedenle Putin’in gözetiminde Erdoğan ile Esad’ın bir araya geleceği belirtiliyor. Burada Türkiye’nin masaya koyacağı ve ısrar edeceği konu Kuzey Doğu Suriye’nin politik-toplumsal statüsüdür.
- Bölgedeki Türkiye yanlısı grupların sorunu nasıl çözülecek? Erdoğan bütün ile bu gruplardan vazgeçecek mi?
Türkiye’nin bugüne kadar desteklediği İslamcı örgütler ile ilişkisi sorunun belki de Türkiye açısından en kritik ve en zor sorunların başından geliyor. Öncelikle bir tespitin doğru yapılmasından yarar. Türkiye, Suriye’de kendi çıkarları için askeri, politik ve ekonomik olarak desteklediği İslamcı cihatçı örgütlerin gerektiğinde Türkiye ile çatışabileceklerini gördük. En son örneği Kayseri’de bir Suriyelinin küçük bir kıza karşı cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla ortaya çıkan toplumsal tepkinin karşılığı Suriye’de verildi. Hem Türkiye’nin aktif olarak destekleyip donattığı Özgür Suriye Ordusu’nun hem de Heyeti Tahrir Şam’ın gösterdiği tepki oldukça dikkat çekicidir. Türkiye destekli İslamcı örgütlerin kontrol ettiği bölgelerde Türkiye’nin askeri birliklerine, resmi kurumlarına yönelik saldırılar, hatta Türk bayrağının yere atılması tersine ÖSO bayrağının Türkiye’nin bir askerine öptürülmesi gibi olaylar, Türkiye’nin yıllardır desteklediği İslamcı grupların nasıl bir tehlike oluşturacağını çok net olarak ortaya koymaktadır. El Bab, Efrîn ve İdlib’te yoğunlaşmış İslamcı örgütlerin, Ankara ile Şam görüşmesine paralel olarak Türkiye ile ciddi bir çatışmaya girecekleri söylenebilir. Böylelikle yeni bir krizin ve hatta göç dalgasının kapıda olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Suriye’den koşulsuz çıkılmalı
Bugünlerde tartışılan önemli bir konu CHP Lideri Özgür Özel’in Suriye’yi ziyaret etmesi ve Beşar Esad ile görüşmesidir. Bu adımı destakleyenler olduğu gibi eleştirenler de var. Mustafa Peköz’ün değerlendirmesi ise şöyle: “CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Suriye’deki çözüm sürecine müdahil olması birçok yönüyle değerlendirilebilinir. Birincisi, CHP’nin gelecekte iktidar gücü olma perspektifiyle bugünden sorunları çözmeye müdahil olması çabasıdır. İkincisi, Özgür Özel’in Esad ile görüşme talebinin de kabul görmesi, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı bölgesel sorunlar konusunda CHP’nin inisiyatif alabileceğini ve gelecekteki iktidarın şekillenmesi bakımından bir mesaj olarak değerlendirilebilir. Böylelikle hem uluslararası ve bölgesel güçlere hem de devlet aygıtına sorunun çözüm potansiyeli konusunda bir mesaj içeriyor. Aynı zamanda iktidarın izlediği 13 yıllık Suriye politikasının çöktüğü, başarısız kaldığı ve bu nedenle de iktidarın artık çözüm gücü olmaktan çıktığına dair bir mesaj içeriyor. AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, CHP Genel Başkanı’nın Suriye ziyaretini dolaylı olarak onaylaması da CHP’nin Suriye sürecine dahil edilmesine yönelik bir anlayışı içermektedir. Bir bakıma CHP’nin bu süreçte inisiyatif alması aslında Ankara’nın karşı karşıya kaldığı çok yönlü krizlerin çözülmesinde oynayacağı rol, devlet politikasının önümüzdeki süreçte nasıl şekilleneceğine dair bir mesaj içeriyor. Eğer Özgür Özel ile Esad arasında bir görüşme gerçekleşir ise Türkiye’nin Suriye’nin iç dinamiklerine hiçbir şekilde karışmayacağı konusunda çok net bir beyanat vermesi, Suriye’nin iç sorunlarının çözümünde belirlenecek politikaya saygı duyulacağını ifade etmesi gerekir. Suriye’den çekilmesi için koşullar öne sürmemesi gerekir. Örneğin Kuzey Doğu Suriye’deki Özerk Yapıyı gündeme getirmesi çözümsüzlüğü derinleştirir.”