On yıl boyunca kuzeydoğu Suriye’deki özerk yönetim, diktatörlüğe ve kökten dinci teröre bir alternatif sağladı. Yine de bugün Erdoğan’ın Türkiye’si, su ve enerji kaynaklarını kesmek de dahil olmak üzere devrimi durdurmak için çalışıyor
Anna Rebrii Jihan Ayo
“Uyanıkken hayatımızın çoğunu temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışarak geçiriyoruz” dedi K. sıcak bir ağustos gecesi bahçesinde karanlıkta otururken.
Kürtçe adı Rojava olarak bilinen fiili özerk Kuzey ve Doğu Suriye’deki (NES) Kürtlerin çoğunlukta olduğu en büyük şehirlerden biri olan Qamişlo’daki haneler günde ortalama altı ila sekiz saat elektrik alıyor. Ancak K.’nin mahallesinde neredeyse bir aydır elektrik yoktu. Elektrik ve su olmadan, onun gibi insanlar yazın sıcaklık 50 dereceye kadar çıktığı için hava koşullarına karşı savunmasızdı.
K.’nin ailesi, 2019’da memleketleri Suriye-Türkiye sınırında bulunan Serêkaniyê’nin Türkiye ve ona bağlı Suriyeli milisler tarafından işgal edilmesi üzerine Qamişlo’ya kaçmak zorunda kaldı. Bölgenin tanınmayan hükümeti olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (AANES) ile çalışan K. ve ailesi şimdi iki yakalarını bir araya getirmek için mücadele ediyor. Suriye lirasının hızla değer kaybetmesi ve 2011’de Suriye iç savaşının başlamasından bu yana NES’in başına bela olan ambargo, gıda, elektrik ve barınma gibi temel ihtiyaçların güvence altına alınması süregelen bir zorluk haline getirdi.
Ancak bu zorluklar yeni normal haline gelse de, 2012’den bu yana ülkenin yaklaşık üçte birini ve yaklaşık beş milyon nüfusu yöneten Özerk Yönetim, Suriye’nin diğer bölgelerindeki halka göre daha fazla güvenlik ve ekonomik yaşanabilirlik sağlamayı başardı. Bunun da ötesinde, Türkiye ve Suriye’deki Kürt özgürlük hareketinin ideolojik lideri Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği radikal bir siyasi vizyonu hayata geçirerek toplumsal bir devrim gerçekleştirdi.
Demokratik konfederalizm olarak adlandırılan bu vizyon, doğası gereği baskıcı olan ulus-devlet modelini reddeder ve bunun yerine farklı etnik ve dini gruplar için özerkliğe sahip bir komünler konfederasyonunu savunur. Her türlü tahakkümün üstesinden gelmeyi amaçlayarak, doğrudan demokrasi ilkesini toplumsal cinsiyet eşitliğini, toplumsal ekonomiyi ve ekolojik sürdürülebilirlik ilkeleriyle bütünleştirir. Bu, savaşın harap ettiği ve tüm büyük jeopolitik süper güçlerin uğrunda savaştığı bir bölgede uygulanması ütopik olmasa da iddialı bir hedef.
Devrim on birinci yılına girerken, pek çok yerel halk yeni kurumlar ve uygulamalar geliştirme çabalarına hevesle katılıyor. Komünler, yeni karar verme yapıları içinde yerel toplulukları güçlendirmeye yönelik çabalarını sürdürüyor. Farklı etnik kökenlerden okul çocukları, ulus devletler tarafından beslenen düşmanlıkların üstesinden gelmek için birbirlerinin dillerini öğreniyorlar. Mahalle barış komiteleri ile mahkemeler gibi dış kurumlara başvurmak yerine, çatışmaların topluluk üyelerinin kendileri tarafından çözülmesi için yeni bir adalet sistemi geliştiriliyor. Kadınlar, yüzde 50’lik kotalar ve eşbaşkanlık sistemi (her liderlik pozisyonu için bir kadın, bir erkek) tarafından sağlanan eşit temsilden yararlanıyor. Kadın bilimi (jineoloji) okullarda ve üniversitelerde hem erkekler hem de kızlar için zorunlu bir ders olarak okutuluyor. Jineoloji ayrıca güvenlik güçleri de dahil olmak üzere yönetimin tüm kurumlarının üyelerine öğretiliyor.
Ancak bu dikkat çekici gelişmeler, Türkiye’nin askeri ve ekonomik savaşının gölgesinde kaldı. Devrim ilk on yılını geride bırakırken, Türkiye’nin savaş çabaları, yönetimin halkına düzgün yaşam koşulları sağlama ve devrimci gündemini tam olarak gerçekleştirme kapasitesini büyük ölçüde engelledi.
Görünmez savaş
AANES halkı 2012’den beri savaş koşullarında yaşıyor. Bölgenin çok ırklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG), 2019’da IŞİD’in toprak yönetimine son verse de bu durum savaşı bitirmedi. AANES, aynı derecede acımasız bir saldırganla yüzleşmeye devam etti. Kürtlere karşı hem sınırları içinde hem de dışında uzun süredir savaş yürüten Türkiye, 2018’den bu yana, çoğunluğu Kürtlerin yaşadığı kuzey Suriye’nin iki büyük bölgesini işgal etti. Şimdi bu bölgeleri İslamcı çetelerden oluşan Suriye Milli Ordusu’nun yardımıyla işgal ediyor. Cinayetler, adam kaçırmalar ve kadınların köleleştirilmesi ile IŞİD’inkine benzer bir yönetim şekli kullanan – bazıları bunun daha da kötü olduğunu söylüyor- ÖSO, kaçmamayı seçen yerel halk için günlük bir kabus haline geldi.
Yaygın olarak etnik temizlik yaptığı kabul edilen Türkiye, Suriye’nin bu büyük bölümündeki egemenliğini sağlamlaştırmak için diğer etnik gruplardan insanları işgal altındaki bölgelere yerleştiriyor. Yaklaşık bir asırdır kendi Kürt nüfusuna zulmeden Türk devleti, şimdi de Suriye Kürtlerinin bölgede yaşayan Araplar, Ermeniler, Süryaniler ve diğer gruplarla ittifak halinde elde ettiği fiili özerkliği ortadan kaldırmak için elinden geleni yapıyor.
Bu yılın başlarında, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan işgal tehdidini yineledi. Rusya-Ukrayna savaşının gölgesinde, Türkiye, bir NATO üyesi olarak rolünü kendi yayılmacı emelleri için kullanmaya çalıştı. Suriye’de kontrol için rekabet eden büyük güçler olan ABD, Rusya veya İran’dan yeşil ışık yakmasını müzakere edemeyen Türkiye, bunun yerine bölgeye yönelik SİHA saldırılarını ve ağır topçu bombardımanlarını artırdı. Teorik olarak tam ölçekli bir işgal denemeyen bu görünmez savaş, Türkiye’nin 2019’da işgal ettiği gerçeğini gölgede bırakmak için ABD ve Rusya tarafından arabuluculuk edilen ateşkes anlaşmasını ihlal etmesine rağmen, uluslararası toplum nezdinde büyük ölçüde sessizlikle karşılandı. Bu, Türkiye’nin BM’ye bağlı bir okula düzenlenen ve okul bahçesinde voleybol oynayan beş kızın ölümüne neden olan insansız hava aracı saldırısı gibi çirkin eylemlerde de cezasızlıkla sonuçlandı.
Cumartesi gecesi Türkiye, NES genelinde ağır hava saldırıları düzenleyerek, tarihi Kobanê şehri gibi büyük nüfuslu bölgeleri hedef alarak saldırılarını tırmandırdı. Bu, Türk hükümetinin AANES’i suçladığı ve iddiaları için hiçbir güvenilir kanıt sunmadığı İstanbul’daki sahipsiz bir bombalı saldırının hemen ardından geldi. NES’e yönelik bu son saldırılar, Türkiye’nin İstanbul’daki bombalama olayını bölgede yeni bir askeri operasyonu haklı çıkarmak için kullandığına dair şüphe bırakmıyor. Açıkça görülüyor ki Türkiye, hem Amerika Birleşik Devletleri’nden hem de Rusya’dan hava sahalarındaki bölgeleri hedef almak için izin aldı. Bu, geniş çaplı bir işgalin başlangıcı olsun ya da olmasın, Türkiye’nin saldırıları Rojava devrimini tehdit ediyor.
Başka yollarla savaş
Devam eden savaş, yerel halkı korkutup demoralize etmenin ve hareketin en kararlı ve deneyimli liderlerini ortadan kaldırmanın yanı sıra, bölgenin zaten yetersiz olan ekonomik kaynakları için ağır bir yük yarattı. Demokratik Birlik Partisi (PYD) Meclis Eşbaşkanı Foza Yusuf, “Yönetim son on yılda ikili bir görevi dengelemek zorunda kaldı: Halkının geçimini sağlamak için ekonomiyi kurarken kendini savunma görevi.”
AANES’in askeri ve sivil liderliğini hedef alan Türk SİHA’larına karşı bir ihtiyati tedbir olarak bizimle bir Amerikan üssünde buluştu. Artan askeri, ekonomik ve insani krizler ve Suriye hükümetinin sömürgeci uygulamaları nedeniyle bölgenin savaş öncesi azgelişmişliği göz önüne alındığında, bu dengeleyici hareket göz korkutucu ve yönetimin kendi başına halledemeyeceği bir görev oldu.
Çeşitli kurumlardan yetkililer bize defalarca bölgenin ekonomisini yeniden inşa etmek, savaştan zarar görmüş altyapısını onarmak ve Türkiye’nin işgal etmeye devam ettiği (ve dünyanın nankörce Özerk Yönetim’in bakımına terk ettiği on binlerce eski IŞİD üyesi ve aileleri için), AANES’in dış yatırıma ve uluslararası yeniden inşa yardımına ihtiyacı var.
Bu sadece insanların yaşam standartlarını yükseltme meselesi değil. Rakka Sivil Konseyi’nin Arap eşbaşkanı ve aynı zamanda Kürt eşbaşkan Hevîn Ismail ile aynı ofisi paylaşan Mohamed Nour al-Zib’e göre, ekonomik istikrarın sağlanması, yoksulluk içindeki, işsiz adamların zengin bir asker havuzu sağladığı IŞİD’in yeniden dirilişini durdurmak için çok önemli. IŞİD halifeliğinin eski başkenti Rakka yüzde 95 oranında yıkıldı ve kentsel peyzajındaki yarı harap binalar, şehrin yalnızca kısmen yeniden inşa edildiğini hatırlatıyor. Mevcut uluslararası yardımın ne yazık ki yetersiz olduğunu vurgulayan al-Zib, enerji sektörünün yeniden inşasından çok ihtiyaç duyulan istihdam yaratmak için fabrikaların kurulmasına kadar dış finansmana ihtiyaç duyan uzun bir stratejik proje listesi paylaştı.
Türkiye’nin sonu görünmeyen görünmez savaşı ile, bölgenin tamamen yeniden inşası ve ekonomik kalkınması bir hayal olmaya devam ediyor. Bu yılın başlarında ABD, NES’e yönelik yaptırımlarını kaldırdı ve bu karar yerel halka yabancı yatırım ve yeniden inşa yardımının gelişinin habercisi gibi göründü. Öngörüyle, Özerk Yönetim, yerel halkı ve kaynakları sermayenin yağmacı uygulamalarından korumayı amaçlayan yeni bir yatırım yasasını kabul etti. Demokratik konfederalizm felsefesinin merkezinde yer alan antikapitalist bir bakış açısına rağmen, yönetim, devrimci projenin meşruiyetini koruması için bu pragmatik uzlaşmanın gerekli olduğuna inanıyor.
Ancak, kısa süre sonra Türkiye’nin yeni bir işgal tehdidini yoğunlaştırmasıyla ilk heyecan hızla sönümlendi. Al-Zib, bu tür tehditlerin en azından kısmen, Özerk Yönetim’in ekonomisini iyileştirmesini engellemenin bir yolu olarak yaptırımların kaldırılmasına bir yanıt olduğuna inanıyor. Yusuf’un da belirttiği gibi, bölgenin istikrarı ve güvenliği Türkiye tarafından tehdit edilmeye devam ettiği sürece herhangi bir şirketin bölgeye yatırım yapmasını beklemek saflık olur.
Türkiye’nin düşük yoğunluklu savaşı sadece insansız hava araçları ve ağır toplarla yapılmıyor. Ayrıca, kasıtlı olarak Fırat ve Dicle nehirlerinin Suriye’ye akışını kısıtlayarak ve işgal ettiği topraklardaki büyük bir su istasyonunu kapatarak, suyu silah haline getirdi. K.’nin ailesinin – ve NES hanelerinin çoğunluğunun – elektrik ve suya bu kadar dengesiz ve yetersiz erişiminin olmasının ana nedeni budur. Fırat Nehri’ndeki rekor düşük seviyeler su kirliliğine neden olduğundan ve iki yüzden fazla arıtma tesisi devre dışı bırakıldığından, yakın zamanda meydana gelen bir kolera salgını, Türkiye’nin politikalarının ölümcül etkilerini bir kez daha kanıtlıyor.
Dahası, Türkiye’nin su savaşı çiftçileri sulama imkanından mahrum bırakırken, tarım arazileri kuruyor ve küresel iklim değişikliği nedeniyle halihazırda etkili olan rekor kıran kuraklıklar daha da şiddetleniyor. Tarıma dayalı bir ekonomiye sahip bir bölge için – tarihsel olarak tüm Suriye için bir ekmek kapısı – bu, milyonlarca insanın geçimini büyük ölçüde tehlikeye atıyor.
NES’in enerji sektörü, aynı zamanda hidro kaynaklara olan yoğun bağımlılığı nedeniyle de özellikle zarar gördü. Kalkınma ve İşbirliği Ajansı’ndan (yerel bir sivil kuruluş) Bilind Milla’nın açıkladığı gibi, mevcut enerji üretim kapasitesi nüfusun sadece üçte birinin ihtiyacını karşılamaya yetiyor. Bu sorun, bölgenin bol güneş enerjisi kaynaklarından yararlanılarak kolayca çözülebilir – ancak Türkiye ve müttefiki Kürdistan Bölgesel Hükümeti’nin (KBH) fiili ambargosu yönetimin gerekli ekipmanı ithal etmesini engelliyor.
Sınırlar da silah haline getirildi. Al-Zib, KBH’nin iktidardaki Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) Suriye sınırlarını kapatmayı NES içindeki ekonomik krizi alevlendirmek için kullandığına ve un ve şeker gibi temel ihtiyaçların ithalatını bile engellediğine inanıyor. Pek çok kişi, KDP’nin derin ekonomik ve siyasi bağları olan Türk hükümetinin emirleri altında faaliyet gösterdiğine inanıyor. Türkiye ne pahasına olursa olsun bölgeyi aç bırakmaya kararlı görünüyor.
Türkiye’nin ekonomik savaşı, bitmek bilmeyen savaş ve hızla yükselen enflasyonla birleşince, halkın temel ihtiyaçlarını karşılama kabiliyetini baltalamakla kalmadı, aynı zamanda moralini de azalttı. Rojava Üniversitesi bu sonbaharın başlarında kapılarını yeni bir başvuru grubuna açtığında, uluslararası bir STK’da iyi maaşlı bir iş olarak çeviri bölümü de en popüler programlar arasındaydı. Belirsiz bir gelecekle karşı karşıya kalan, hayatın çeşitli kesimlerinden insanlar bizimle göç etme arzularını paylaştılar, ancak çok azı bunu yapacak imkana sahip.
Umudun hafif parıltısı
Cizre Bölgesi ekonomi kurulu eşbaşkanı Hadia Ali Al-Ali, ekonomik zorlukların yönetimin devrimci hedeflerini ilerleten projeleri gerçekleştirme kapasitesini de etkilediğini söylüyor. Al- Ali şöyle devam ediyor: “Bir ‘komünal ekonomi’ inşa etmek bunlardan biridir ve tüm bu zorluklara rağmen hareketin mevcut ekonomik sistemi kökten dönüştürme taahhüdünde kararlı kalması oldukça dikkat çekicidir. Öcalan’ın anti-kapitalist vizyonu doğrultusunda, kâr peşinde koşmak yerine paylaşma etiğine ve toplumsal refaha dayalı bir ekonomi inşa etmeyi hedefliyor. Cizre bölgesi kooperatif komitesinin eşbaşkanı Karker İsmail’in bize söylediği gibi, nihai hedef her komünü bir kooperatifle tamamlamaktır, böylece komün üyeleri hem işi hem de emeğin meyvelerini paylaşarak kendi ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Demokratikleştirilmiş bir ekonomi, devrimci hareketin inşa etmekte olduğu doğrudan demokratik yönetim sisteminin bir parçası ve ayrılmaz parçası olarak tasavvur edilir.”
Karker ve meslektaşları, ekonominin büyük bölümünü kooperatiflere dönüştürme hedeflerinden hâlâ çok uzaktalar. Şimdiye kadar bölge ekonomisine özel ve kamu girişimleri hakim olurken, savaş vurguncuları diğer herkesin sefaletinden yararlanıyor. Kooperatif hareketi, Türkiye’nin savaşına ek olarak, Karker’in açıkladığı gibi, merkezi devletçi bir sistem altında yüzlerce yıl yaşamanın bir sonucu olarak insanların zihinlerine derinden yerleşmiş olan bireycilik ve merkeziyetçilik zihniyetiyle de savaşmak zorundadır. Çalışmaları bir deneme yanılma olsa da, bölge artık onlarca tarım, hayvancılık, gıda üretimi, imalat ve tüketim kooperatifiyle övünüyor. Sayılarını artırmaya çalışan hareket, kamuya ait tüm fırınları kooperatiflere dönüştürmek için iddialı bir proje başlatma sürecinde.
Kadın kooperatifleri de özellikle dönüştürücü bir girişim oldu. Qamişlo’daki yoğun ofisini ziyaret ettiğimiz NES’in kadın çatı örgütü Kongra Star’ın kadın ekonomi komisyonu temsilcisi Gülistan’ın bize söylediği gibi, kadınlar ekonomik olarak bağımsız olmadıkça özgür olamazlar. Gülistan’ın kendi yaşam yolculuğu da aslında bunun açıklayıcı bir örneği. Gülistan’ın kocası birkaç yıl önce ondan boşandı ve bir erkek olmadan onlara bakamayacağını iddia ederek dört çocuğunu aldı (Suriye’de çok yaygın bir uygulama). Gülistan kocasına, onun yanıldığını kanıtladı. Kongra Star ile beş yıl çalıştıktan sonra çocuklarına geri kavuştu. Gururlu bir gülümsemeyle “Bu çalışmalar sayesinde bunu yapacak bir erkeğe ihtiyacım kalmadı” dedi.
Aborîya Jin’in (kadın ekonomisi komitesinin Kürtçe adı) çalışmaları, kooperatifler kurarak komünal bir zihniyeti yaygınlaştırmanın yanı sıra, geleneksel toplumsal cinsiyet normlarının oldukça radikal sınıraşımlarını içeriyor. Proje ilk başlatıldığında, kadınlar başlangıçta kooperatiflere katılmaktan korkuyordu. Kendi ekonomik girişimlerini yürütmeleri – hatta kendi paralarını idare etmeleri – fikri sadece erkekler tarafından değil, bir bütün olarak toplum tarafından saygısızlık olarak görülüyordu. Artık kadınlar ekonomik meseleleri yönetme konusundaki yeterliliklerine güveniyorlar ve – Gülistan şakacı bir kahkahayla ekliyor – başarıları bazı erkekleri kıskandırıyor bile.
Çalışmalarındaki zorlukları sorduğumuz Gülistan, zaten bilinen sorunları dile getiriyor. Kadınların işlettiği bazı kooperatif mağazalarının, sürekli artan fiyatlara ayak uyduramadığı için kapatılmak zorunda kaldığını, Türkiye’nin kuzeyde işgal altındaki bölgeleri çevreleyen kırsal bölgeleri bombalaması nedeniyle bazı tarım projelerinin askıya alındığını ve KBH’nin kontrolündeki sınırdan ekipman teslimatında yaşanan gecikmelerden zarar gördüğünü anlatıyor. Gülistan şöyle devam ediyor: “Türkiye, devrimin gerçekten gelişmesinin ve birçok iddialı hedefine ulaşmasının önündeki tek büyük engel olduğunu kanıtladı. Uluslararası toplum ısrarla sessiz kalırken, Suriye ve ötesinde daha iyi bir geleceğin tohumlarını yok etmeye kararlı görünüyor.”
*Bu yazı Gözde Çağrı Özköse tarfından Yeni Yaşam Kadın Eki için çevirlmiştir.
*Kaynak: https://jacobin.com/2022/11/rojava-turkey-attacks-water-shortage-cooperative-economy/
*Yeni Yaşam Kadın Eki’nde yer alan diğer yazılar için tıklayınız