Türkiye medyası ‘yumuşama’ konuşuyor. Özgür Özel – Tayyip Erdoğan buluşması, tam ve gerçek içeriği gizli tutulsa da şekli ve genel atmosferiyle haftanın üzerine en çok söz üretilen siyasi gelişmesi oldu. Aslında, Erdoğan bir gün önce İstanbul’da o 45 bin polis kuvvetindeki ordunun hakiki komutanı olarak 1 Mayıs bastırma operasyonunu bizzat yönetmiş, Özgür Özel de barikatın karşı saflarında o kadar acele ricat kararı almamış olsaydı, şimdi iki liderin hem daha erken hem de daha şeffaf ve gerçekçi bir karşılaşmasından bahsediyor olabilirdik. Saraçhane’de cereyan eden ve Taksim’e yürüyüş hedefinden vazgeçmeyle sonuçlanan bu restleşmenin ertesi günü “Özgür”ün “Sayın Cumhurbaşkanımız”ın mekânına gidebiliyor olması, başlı başına bir ‘yumuşama’ alametidir. Bakalım yaşadıkça daha neler göreceğiz.
Şeklî enteresanlıklar, boş koltuk fenomeninden başlayarak saymakla bitmez. Muhteva hakkında ise, basına yansıtılan ipuçları ve iki liderin toplantı sonrası vücut dilleri, jest ve mimikleri üzerinden yeterince yorum yapılıyor. Şimdilik genel durum, her iki taraf açısından da bir tatmin, memnuniyet ve hatta saadet hali olarak özetlenebilir. Al-ver bakımından, Osman Kavala’yı ve Can Atalay’ı ver (halbuki Selvi bile Selahattin Demirtaş’ı atlamamıştı), deprem bakanlığı vekaleti bahanesiyle koalisyon ortaklığı başlangıcını al. Başka da bir şey görünmüyor. İnsanın aklına gayrı ihtiyari o bilindik faşizme stepne ya da koltuk değnekliği hikayesi geliyor ama durun bakalım belki bir bildiği vardır yeni CHP önderliğinin, bir şansı daha hakkediyor olabilirler umudu da bitmiyor.
Bu karşılaşma hakkında basına yansıtılan en önemli beyan üzerinde yeterince durulmadı. Şöyle: “Özgür Özel, dış politika konusunda AKP hükümetine destek mesajı verdi. Özel, CHP’nin Türkiye içinde muhalefet partisi, Türkiye dışında ise Türkiye partisi olduğunu, dış politika konusunda birlikte çalışılabileceğini belirtti.” O halde, deprem bakanlığı bahane; dış politikanın ana hatlarını hatırlatmak gerekiyor ki CHP’nin hangi hususlarda birlikte çalışacağını anlayalım.
Genel olarak Batı ve özel olarak Avrupa Birliği ve ABD ile yeni bir yakınlaşma siyaseti. Savunma stratejik planı, bir F-35 filosu üzerine kuruluydu ve bu plan revize edilmeden Rus S-400 alımlarıyla Türkiye’yi programdan çıkaran riskli adımlar atıldı. Sonrasında ABD’den F-16 “rica eder” hallere düşüldü. Sonunda, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine onay karşılığında birkaç F-16 için icazet sağlanmış görülüyor ama Amerikan yönetimi, yan ürünler olarak Ankara hükümetine bazı koşullar da getiriyor. Bunlardan birincisi, Ukrayna ordusuna top mermisi üretiminin artırılması. Bu haliyle oldukça sıradan görünüyor ama askerî açıdan son derece kritik stratejik bir mesele. İkincisi, Batı ittifakının İsrail’e destek operasyonlarına lojistik katkı. İncirlik üssünün bu çerçevede yeniden düzenlenerek B-52 bombardıman uçakları için uygun hale getirildiği, Kürecik’te konuşlu hava savunma sistemlerinin ise İsrail lehine aktif olduğu görülüyor. Üçüncüsü, bütün bu yeniden-yapılanmanın yakın gelecekte ‘Batı’ tarafından İran rejimine karşı açılacak nihai bir savaşın altyapısını oluşturması.
Bu genel askeri çerçeve içinde ciddi sorunlar var. Öncelikle, böyle net tercihler sonucu Rusya’yla karşı karşıya gelme riski. Türkiye’de herhangi bir siyasi iktidar bu riski tek başına alma cüretine sahip olamaz. O nedenle uzlaşma ve sorumluluğun dağıtılması kaçınılmazdır. Açıkçası, yarın ya da öbür gün Putin yönetimi Ukrayna’da yaptıklarını Türkiye’de de yapmaya başlarsa bunun sorumluluğunu tek başına üzerine almaya hiçbir siyasi güç tek başına talip olamayacaktır. CHP, bu aşamada iyi bir sorumluluk paylaşımı simidi uzatıyor olabilir.
Askeri düzeyden siyasi düzeye geçildiğinde, Avrupa Birliği’yle (AB) ilişkiler önemini gösteriyor. Türkiye’nin AB ile bir mülteci geri kabul anlaşması olduğu bilinmekle birlikte anlaşmanın içeriği hakkında topluma net bilgi henüz verilmiş değil. Bilinen o ki, bu anlaşmanın sonucu olarak Türkiye, on yıl gibi kısa bir süre içinde bütün dünya üzerinde topraklarında gerek nicel gerekse nitel bakımlardan en fazla mülteciyi barındıran ülke durumuna gelmiştir. Bu gerçek de Türkiye kamuoyuyla hiçbir zaman bu açıklıkla paylaşılmamıştır. Ama CHP liderliği tarafından bilinmekte ve gerek Bolu ve Afyon belediyeleri gerekse de Zafer Partisi kadrolarıyla birlikte siyasi rant için dibine kadar kullanılmaktadır.
“Sayın Cumhurbaşkanımızla” “Özgür’ün” konuştuğu çok fazla husus olduğu muhakkak. Fakat yukarıdakileri özellikle konuşmuş oldukları ve yumuşama konusunda fikir birliğine vardıkları kuşku götürmez. Ama bu genel resim içinde AKP rejiminin Kuzey Irak işgal planlarının ve Suriye’ye sistematik saldırılarının yeri de ayrı merak konularıdır. AİHM ve AYM kararlarına uymak ya da uymamak kadar hayati meselelerdir ve umudumuz odur ki Özgür Özel, Tayyip Erdoğan’la buluştuğunda bu meseleleri demokratik bir perspektifle gündeme getirerek tartışmış olsun.
Orhan Seyfi Orhon demiş ya;
Umut fakirin ekmeği
Ye Memet ye.