Doç. Dr. Çağhan Kızıl ile yayılmaya devam eden salgını ve aşı konusunu konuştuk
Tüm yaşamı olumsuz etkileyen yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını can almaya devam ediyor. Dün worldometers sitesinde yer alan bigilere göre, şimdiye kadar 1 milyon 541 bin 915 kişi öldü, 67 milyon 402 bin 630 kişi virüse yakalandı. Türkiye ve bölge kentlerinde ise resmi açıklamalara göre 14 bin 900 kişi yaşamını yitirdi, vaka sayısı ise 539 bin 291’e yükseldi. Ancak bilim insanları resmi açıklamaların gerçeği yansıtmadığını, ölüm oranlarının açıklanan rakamların çok üstünde olduğunu kaydediyor. Hükümetin çarklar dönsün diye aldığı kısmİ yasaklar da tartışma konusu. Aşı tartışmaları ise birçok soru işaretini beraberinde getiriyor. Biz de Yeni Yaşam gazetesi olarak tüm bu konuları ayrıntısı ile Doç. Dr. Çağhan Kızıl ile konuştuk.
Haftasonu ve akşam sokağa çıkma yasakları uygulanıyor. Sonra Taksim İstiklal Caddesi’nde insanların yürümesiyle ilgili alınan kararlar var. Türkiye’de alınan kısıtlama kararlarını nasıl değerlendiyorsunuz? Bu kararlarla salgın ile mücadele edilebilir mi?
Öncelikle şunu net olarak söylemek gerekir; dünyada alınan her tedbirin belli bilimsel kriterlere göre alınmış olması gerekiyor. Her tedbirin, her uygulamanın altında yatan ve o kararı almak için gereken sebep çeşitli bireyler etrafında oluşturulmuş olmalı. Örneğin Almanya’da yayılımın çoğunlukla gerçekleştiği yüzde 35 içinde gerçekleştiği yer ev içi ve kalabalık kapalı ortamlar. Dolaysıyla belli bir kriter kapsamında bu ortamlara müdahale ediliyor ve uygulamalar özellikle orada yoğunlaşıyor. Fakat tüm dünyada da bu şekilde yayılımın epidemiyolojik temeli nasıl, bunun bulunması lazım. Türkiye’de ise yayılımın nedeni bilinmiyor. Birçok faktör var çünkü özellikle kapalı alanlar, toplu taşımalar, okullar, işyerleri, ofisler, AVM’ler, toplantılar, parti organizasyonları, dikkatsizlik, hastanelerin kendisi gibi birçok neden var. Fakat bunların orantısını bilmiyoruz. Dolayısıyla alınan önlemler de kişisel tercihler gibi geliyor bana. Yani bilimin söylediği alınan önlemler değil, kişisel tercihler. Kişisel tercihler derken de iktidarın, yönetimin salgının geldiği aşamayla uyuşmayan bir tedbir seçeneğini göz önünde bulundurduğunu ve bunu tercih ettiğini düşünüyorum. Şöyle ki alınan önlemler kısmi önlemler. Bu şu demek oluyor. Hafta içi virüsü alsınlar hafta sonu evde diğerlerine yaysınlar. Zaten anlamlı bir uygulama değil bu. Yani kapanacaksa en az 14-21 gün kapanması lazım tüm ülkenin ki çok elzem durumlar haricinde kimse dışarı çıkmasın.
Şimdi İstiklal Caddesi’ne giriş 7 bin kişi ve sağdan yürünecek. Yani toplu taşımalarda binlerce insan işe gidiyor. Kapalı fabrikalarda, hapishanelerde, bakım evlerinde, okullarda -okullar şimdi kapatıldı ama- çok uzun bir süre sanki hiçbir şey yokmuş gibi insanlar okullara gönderildi. Aynı şey hafta içi okullarda virüsü alan öğrenciler hafta sonu akşamları evde insanlara bulaştırdılar. Dolayısıyla bu uygulamalar yeterli değil. Bu uygulamaların aslı astarı çok da yok. Durumu bilimsel bir yerden ele alan ve ona göre bir tedbir alan bir yönetim ile karşı karşıya değiliz maalesef.
Bu bizi şaşırtmıyor yine maalesef çünkü salgının başından itibaren alınması gereken, yapılması gereken ne varsa ya yapılmadı, ya da aksi yapıldı. Ayasoyfaya’da toplantılar düzenlendi, parti toplantıları düzenlendi, halk rekabete sokuldu, yalan bilgiler verildi. Salgın yokmuş gibi davranıldı. Hiç etki etmeyen ilaçlar sanki etki ediyormuş gibi verildi. Ve başarı hikayeleri yazıldı. Yani yapılmaması gereken ne varsa yapıldı. Güven ortadan kalktı. Şimdi de verilen rakamlar var. Aslında çok daha yüksek olduğunu düşünüyoruz. Çünkü Türk Tabipleri Biriliği’nin de yaptığı çalışmalardan, büyükşehir belediyelerinin o bölgedeki ölüm sayılarını vermesinden anlıyoruz ki bize verilen vaka sayısı kısmi vaka sayıları. Ölüm sayıları ise hala gizlenen ve az gösterilen ölüm sayıları. Çünkü uluslararası yayınlara ve verilere baktığınızda ve Türkiye’yi oraya koyduğunuzda cetvelle çizilmiş gibi neredeyse eşit sayıda ölüm var her gün.
Verilerle ilgili şeffaflık konusu uzun süre tartışıldı. Hükümete yönelik ciddi eleştiriler oldu. Özellikle TTB bu konuda büyük bir mücadele verdi. Ve sonunda vaka sayıları birden daha yüksek açıklanmaya başladı. Şeffaflık neden önemliydi? Sizce salgının bu kadar yayılması engellenebilir miydi?
Şeffaflık her şeyden önce bilim için önemli. Bilim insanları projeksiyon yapmak için, geleceğe bakmak için her bölgenin özgün koşullarını anlayıp oraya önceden müdahale edebilmenin yollarını bulabilmek için bu verilere sahip olmalılardı. İlk günden itibaren hangi şehirde ne kadar vaka var diye sorduğumuzda hiçbir yanıt alamadık. Hem hükümetin kendisi hem de yandaşlar, troller sosyal medyada işte İtalya gibi olunur insanlar kaçar, korkmasınlar diye bu veriler verilmiyor gibi argümanlar ortaya koydular. Halbuki erken müdahale edilip salgının bu kadar ilerlemesini önlenebilecek bölgeler olabilirdi. Maalesef bu tren çoktan kaçtı. Bu şeffaflık olmadığı için. İkincisi şeffaflık sadece verilerin analizi için değil güven için de önemli. Çünkü pandemi süreçlerinde Türkiye’nin de aslında programı içinde etkili sosyal iletişim maddesi var. Dünyada birçok ülkede de bu var. Almanya’nın çok iyi yaptığı uygulama bu. Ne kadar önlemleriniz salgını önleyemese bile, durum vahim bile olabilse gerçeği bütün çıplaklığı ile halkla paylaşmak. Neyin ne olduğunu onlara anlatmak gerekiyor. Çünkü bu uzun bir maraton demiştik, daha da uzun sürecek. Bir zaman sonra güveni yitirseniz artık bu sefer bu güven yitimin sonrasında doğru bile söyleseniz yönetim olarak insanlar ona kuşkuyla bakacaklar ve yapmayacaklar söyleneni. Bu bir pandemi yönetimi için büyük bir hata. Maalesef Türkiye de bu hataya düştü.
Yayılması engellenebilir miydi?
Onu bilemeyiz, bu spekülasyon olur ama kesinlikle bu durumdan daha az olurdu. Onu söyleyebiliriz. Şöyle diyelim yazın ne kadar vaka çıktı ve bu vakalar nasıldı? Yoğun bakımlar o zaman da belli bölgelerde doluydu. Fakat dolu değil gibi bir argüman yaratıldı. Her şey normal, virüs bitti. Yazın bitecek, ikinci dalga gelmeyecek, kontrol altında, ön görülebilir artış var, başarılıyız gibi söylemler Sağlık Bakanı’nın ağzından ortaya konuldu. Ekonomimiz şahlanacak; şimdi bunlar olduğu zaman insanlar da maske takanlarla dalga geçmeye başladılar. Toplumda da yukarından gelen balık baştan kokar. Böyle bir durum gerçekleşti. Ve bu oldukça fazla yayılımı tetikledi. Burası kesin. Ayrıca tabi şeffaf olmamak şunu da getirdi. Belli bir kriter koymanız gerekiyor. Ve onun üzerinde vaka çıktığında bölgesel olarak da bakıldığında belli önlemler alınması gerekiyor. Örneğin Almanya’da son bir hafta içinde 100 bin kişide belli bir yönetim bölgesinde içinde 50’nin üzerine çıktığında vaka alarm durumuna geçiliyor. 200’ün üzerine geçtiğinde kapanmaya geçiliyor. Şimdi baktığımızda Türkiye’de bilmiyoruz hangi bölgelerde bu sayılara ulaşılmış ya da Türkiye için başka bir sayı oranı olabilir bu geçildi mi geçilmedi mi? Eğer geçildiyse neden fabrikalar, ofisler kapatılmadı? İnsanlar eve gönderilip ekonomik yardım verilip evde oturtulmadı diye sorabiliriz. Bunlar yapılsaydı elbette daha az insan yaşamını kaybederdi.
Hükümet yaptığı açıklamalarda sürekli toplumun tedbir alması gerektiği konusunda uyarılarda bulunuyor. Peki salgın ile mücadele sadece halkın görevi mi?
Halkın görevi ama sadece halkın görevi değil. Deminde bahsettiğimiz gibi insanın kişisel olarak yapabileceği az bir tedbir var. El yıkamak, mesafe tutmak, maske takmak tabi ki önemli. Eğer tercih yapma şansı varsa dışarı çıkmamak, kalabalık ortama girmemek gibi. Tek maaşla evini geçindiren bir insanın işe gitmeme lüksüne sahip olduğunu düşünebilir misiniz? Hayır. Milyonlarca insan işe gönderildi, toplu taşıma kullandılar. Alışveriş yapmak için dışarı çıktılar. Bunun yanında turizm gezmeleri ortaya kondu. Bu özendirildi. Dışarıdan gelen yabancı turistlere hiçbir şekilde test yapılmadı. Ülkeye girebildiler ve dolaşabildiler. Türkiye’den çıkanlara test yapıldı ama o testlerin ne kadar doğru olduğu belli değil. Türkiye Kovid ihraç etti birçok ülkeye. Yani aslında bakıldığında idari bazı alınması gereken kararların alınmadığı ve yapılmadığı ortaya konuluyor. Şimdi halka rehavet verildiğinde, halktan her şeyi bekleyemezsiniz. Yani Sağlık Bakanı dolmuşa binen insanların fotoğrafını paylaşıp böyle yapmayın diyor. E ne yapsınlar? İşte fabrikalarda, işyerlerinde maske takın, hayat eve sığar. Hayat eve sığar ama ekonomik gücü olan insanlar için hayat eve sığar. Evde oturma lüksü olabilen insanlar için, işe gitmeme lüksü olabilen için ama işe gitmediğinde işten atılacak birisi eğer devlet böyle bir karar almazsa hasta olmakla işinden olmak arasında bir tercih yapmak durumda kalıyor. Salgın mücadelesi devletlerin, iktidarın sorumluluğundadır. Bizim paramız yok, ekonomimiz kötü o yüzden kapatamıyoruz demek bir argüman değil. Çünkü devletin yükümlülüğü halkını sağlıktan mahrum etmemek ayrıca yaşamını idame ettirecek kadar ona bir destek vermektir. Böyle olmak zorundaydı, dünyada bu şekilde yapıldı.
Bilimsel veri esastır
Çin aşısı, Rus aşısı, diğer şirketlerin açıkladığı aşılar konusunda kafa karışıklığı ve güvensizlik var. Aşıda son durum ne? Bu güvensizlik nasıl aşılır? Bir de Türkiye Çin aşısı alacağını duyurdu. Bu aşı konusunda bilim ne diyor? Aşı konusunda aynı zamanda erişim konusunda da tartışmalar var. Nasıl olmalı ki herkes ücretsiz ulaşabilsin?
Aşı geliştirilmesinde belli farz aşamaları var. Faz 1-2-3. Ve bu aşamalardan sonra eğer faz 3 aşamasında geniş kitlelerle çalışan güvenlik deneyleri yapılmışsa ve etkililik kanıtlanmışsa ilk aşamada bir onay alınır ve uzun vadede yan etki profiline bakılmaya devam edilir ama kullanıma da girer. Şimdi faz 3 çalışmaları yapan birçok aşı çalışması var. Bunlardan ilk onay alanı Birleşik Krallıkta Pfizer/BioNTech aşısıydı. Emola teknolojisiyle yapılan bir aşı. Uzun vadede onay alan aşıların sayısı artacak. Fakat Çin’de ve Rusya’dan gelen aşılardan bahsedeceksek bunu iki tartışma konusuna ayırmak istiyorum. Birincisi bilimsel olarak güvenlik olarak faz 3 testlerinin sonuçları açıklanmayan herhangi bir ilaç, aşı etik olarak genel kullanım için uygun değildir. O aşamaya gelmemiştir anlamına gelir. Bu verilerin açıklanması gerekir ve ondan sonra evet o aşı yapılabilir. Aşı teknolojisine karşıt söz değildir bu. Diğer aşıların hepsi bu süreçten geçmek zorunda. Yani şöyle diyemeyiz; biz anlaşma yaptık 50 milyon Çin’den aşı alıyoruz ama daha faz 3 çalışmalarından geçmemiş olsa bile biz bunu yapıyoruz insanlara.
Faz 3 çalışma bilgilerini almadan bir yorum yapmak mümkün değil. Her aşının eksiklikleri var. Bakılmayan yönleri var. Örneğin birçok aşı 18-55 yaş arası bireylere yapıldı. 55-60 yaş üzerin insanlara yapılan aşı çalışmaları daha az. Dolayısıyla bu insanlara yapılan aşılarda tolerans nasıl yapılacak? Bağışıklık nasıl olacak, bilmiyoruz. Bazı aşılar bunu yapmış durumda. Örneğin Çin aşısı henüz bunu belirtmedi. Bu yaş grubuna. Ayrıca altta yatan başka hastalık olan insanlar bu gruba dahil edildi mi edilmedi mi dolayısıyla bu bilgilere sahip olabilmemiz lazım. Bütün çalışmalar faz 3 çalışmalarından elde edilen bilgilerle hekimlere, bilim insanlarına verilir. Ona göre bir onay aşamasından geçer. Ama eğer siz bu bilgilere sahip değilseniz hiçbir şekilde bu aşıyı öneremezsiniz. Bu Çin aşısının asıl sıkıntısı burada yoksa teknolojisini bildiğimizde ona göre bilimsel bir yorum yapabiliriz. Ama hiçbir şekilde de aşı konusu bir milliyetçiliğe evrilmemesi gereken bir konu. Yani Çin aşısı kötüdür, Rus aşısı kötüdür, Avrupa aşısı iyidir. Bilimsel temeline bakarak bunu söyleyebiliriz. Fakat burada bahsettiğimiz ülkelerin politik atmosferi ve şeffaflık konusuna da baktığımızda sicillerinin etkisinin olduğunu düşünüyorum ben aşı konusundaki fikirler ortaya konurken.
Bilimsel veriler ortaya konarak güvensizlik aşılır. Eğer bilimsel veriler ortaya konuluyorsa ve bir yöne işaret ediyorsa artık kimse güvensizliği dillendiremez.
Erişim konusu evet. Aslında büyük ülkeler diyelim ekonomik olarak gelişmiş ülkeler, ABD, Avrupa, Kanada, Japonya vs. kendi nüfuslarının birkaç katı aşı anlaşmasını yapmış durumdalar. Zaten grip aşısında bile sıkıntı yaşayan bir Türkiye, Kovid aşısında da sadece işte yeni aktive edilmiş Çin ile bir anlaşma yapabilmiş gibi görünüyor. Bu da biraz seçenekleri azaltıyor Türkiye için aşı konusunda. Yine bilimsel temelini bilmiyoruz.
Türkiye için konuşursak. Türkiye’de de açıklamalar ücretsiz olacak tamamen dendi ama maske için de ücretsiz olacak denmişti, test de ücretsiz olacak denmişti, fakat bu şekilde olmadı hiçbir şey. Dolayısıyla aşının da nasıl ücretsiz olacağını bilmiyoruz. Nasıl herkes ulaşabilecek? Birincisi şu anki durumda yapılan anlaşmalarda herkes ulaşamayacak burası net. Çünkü Çin’den alınan aşıdan 50 milyon alınabileceği söylendi. 50 milyon 2 doz yapıldığında 25 milyon kişiye aşı yapılması anlamına gelir. Türkiye 85 milyonluk bir ülke. Ve bu aşıların dağıtımında, saklanmasında yüzde 100 bir koruma sağlanamayacağı da net. Aşılama planlamasına hangi gruplardan başlayacak bunu da bilmiyoruz. Ve söylenen gibi mi başlayacak onu da bilmiyoruz. Yani riskli gruplar, sağlık çalışanları, yaş grupları ile mi başlayacak yoksa Türkiye’ye alınan farklı aşı tiplerinden daha etkili olduğu gösterilenler örneğin emmarari aşıları daha ayrıcalıklı zümrelere mi parası olana mı yapılacak bilmiyoruz. Çin aşısı daha yaygın olarak yine daha ucuz olması sebebiyle daha geniş kitlelere mi yapılacak? Bunları zamanla göreceğiz. Ama şunu tekrarlamak isterim. Hiçbir aşının bilimsel temeli olmadan onaylayamayacağımız bir durumu var.
Çıkan aşı da herkese eşit olarak dağıtılmalı. Ancak maalesef biraz bu şekilde gerçekleşmiyor. Salgın en başından itibaren aslında sınıfsal karakterini de oldukça net gösteriyor. Fabrikalarda, toplu yaşanılan yerlerde daha sıkışık yaşanılan kent kesimlerinde, hapishanelerde, düşük gelirli bölgelerde, hastalık hem daha hızlı seyretti hem ölümler daha fazlaydı. Dolayısıyla bize dünyadaki o sınıfsal karakteri ve eşitsizliği çok net gösteren pandemi ile karşı karşıyayız.