Yaşadıklarımız baş döndürücü, ezber bozucu. Artık eski teorilerle bugün yaşananları yorumlamak ve bir sonuca ulaşmak mümkün değil. Ekonomi kitabını yazan ve bugün yaşanan felaketleri tasarlayan büyük ekonomi DEHAsını ayrı tutarsak! bütün ekonomi uzmanları çuvalladı. Öngörüde bulunmak imkansız değil ama gerçeğe yakın öngörüde bulunmak çok zor. Çünkü olabildiğince flu, sisli bir tablo var. Yine de kafa yormak, bu hengame içinde bir yol ve izlek bulmak zorundayız.
İsimlendirildiği ve beklenti oluşturulduğu gibi girdiğimiz yıl, YENİ bir yıl değil, önceki yılların devamı, bir sonraki yılın öncülüdür. Eğer niteliksel sıçrama yani devrim yaşanmayacaksa, önceki yıllarda yaşadığımız gelişmelerin benzerlerini yaşamaya devam edeceğiz. Bu, içinde bulunduğumuz 2022 ya da 2023 yılında hiç değişim olmayacağı bütün gelişmelerin aynen devam edeceği anlamına gelmez. Zaman başlayan ve biten keskinlikte sınırlar sahip değil ama kesintisizdir, evreleri vardır, aşamalardan geçer. Aksine kim bugün yaşadıklarımızı 2015 yılında yürürlüğe konulan savaş konseptinden, onu bitirilen çözüm sürecinden, çözüm sürecini Öcalan’ın 20 yıllık kesintisiz çözüm arayışlarından, çözüm arayışlarını 40 yıllık Kürt sorunun çatışmalı ve acılı süreçlerinden, onu yüzyıllık inkar siyasetinden ayırabilir.
Dikkat edilirse son yıllarda yaşadığımız her şeyi daha yoğun, daha katmerli yaşıyoruz. Beli bir zaman aralığına sıkıştırılmış siyasal hedefler buna neden oluyor. İktidar ve ortaklarının amacı belli; 2023 yılına kadar Türkiye’ye dayattıkları “rejim değişikliğini” tamamlamak, otoriter yönetimi kurumsallaştırmak. Toplumun yoksullaştırılması ve tebaa haline getirilmesi bu siyasal amaç doğrultusunda önemli bir hedeftir, demokrasinin sona erdirilmesi, insan hak ve özgürlüklerinin tüketilmesi başka hedeflerdir. Bugün yaşadığımız hangi felaket varsa iktidara rağmen değil onun isteği, öngörüsü ve siyasi hamleleri sonucu yaşanıyor. Bu hamleler iktidar açısından istenen sonucu doğuracak mı onu hep birlikte göreceğiz. Yanılmak isterdim ama görebildiğim kadarıyla önümüzdeki iki yıllık süreçte yaşadığımız felaketler daha da katmerlenecek, saldırılar yoğunlaşacak, toplum daha da yoksullaşacak, kriz daha da derinleşecek. Burada iktidarın şöyle bir hesabı var; herkese her şeyin dibini gördürmek, daha sonra bazı adımlar atarak kendini kurtarıcı olarak sunmak; (Nasrettin hocanın eşeğini buldurma hikayesi) bu mümkün olmuyorsa iyice yoksullaşan toplumu cemaatler yoluyla kendi yardımına muhtaç hale getirmek… İktidar önüne geçemeyeceği krizi hedeflerine ulaşmak için araca dönüştürüyor, fırsata çevirmeye çalışıyor. Allah’ın lütfu bitmiyor!
İktidarın ne yaptığını, Bahçeli’nin deyimiyle nereye varmak istediğini, bunun için ne tür hinliklere, cambazlıklara soyunduğunu biliyoruz. Bütün belirsizliklere rağmen iktidarın tutumu nettir. Burada belirsiz olan toplumsal güçlerin ve muhalefetin tutumudur. Söz düzeyinde “Türkiye’yi mevcut durumdan kurtarma, en azından topluma nefes aldırma” hedefi dillendiriliyor ama bu hangi yol ve yöntemle yapılacak belli değil. Muhalefetin tamamı değil ama önemli bir kesimi için iktidarı yaşatan siyasi yanlışlıklarıyla yüzleşmiş, yaşananlarda belirleyici pay sahibi olan tutumlardan vazgeçilmiş değil. En azından Kemalist ideoloji inkar siyasetinin yaşanacak bir ülke bırakmadığını, demokratikleşmedikçe Cumhuriyetin de tehlikeye girdiği gerçeğini yeterince görmüyor. Bu da bir diğer negatif durum olarak karşımızda duruyor.
Fakat bütün bunlar karamsarlığın değil değişimi dayattığı için umutlu olmanın gerekçeleridir. Kriz derinleştikçe toplumdaki değişim arayışı da artıyor; bu arayış Türkiye adına yaşanan en önemli ve olumlu gelişmedir. Toplumsal değişim arayışı sadece siyasal atmosferin değil aynı zamanda muhalefette ve toplum adına hareket eden güçlere de değişimini dayatıyor. Öyle ya da böyle hepimiz değişmek zorundayız. Hayat bir kez daha herkese “değişmeyen aşılacak” gerçeğini acı tecrübelerle öğretti. Önümüzdeki iki yılda sorunlar ağırlaştıkça çözüm arayışlarının da artacağını, direnişlerin çoğalacağını, itirazların yükseleceğini öngörmek mümkün. Muhalefet esas hedefi sandığa kırdı fakat toplum sandığa giren ile sandıktan çıkanın bir olmadığını biliyor. Toplumun itirazını örgütlenmeyen, sokakta olmayan, sandığa sahip çıkmayan herhangi bir gücün başarılı olma şansı yok; isterse toplumun yüzde yüzü kendisine destek versin.