Soruyu duyan “yerel seçim çalışmaları oluyor” diye yanıtı yapıştırıyor. “Yerel seçim çalışmaları nedir?” diye soruyorsun. “Adaydır, hayalet seçmendir, ittifaktır” deyiveriyor.
“Yerel seçim çalışmalarını başarıya ulaştırmak için yapılması gereken asıl iş nedir?” diye sorunca diller lal oluyor, zihinler karışıyor, bütün bu çalışmaları hangi taleple bağlarsak, hangi eylem biçiminin etrafında kitlesel direnişi örgütlersek yerel seçim kampanyasını başarıyla yürütürüz sorusuna yanıt vermekte insanlar zorluk çekiyor. Oysa şu anda Türkiye’de en önemli direniş, Amed zindanında Leyla Güven’in süresiz açlık grevidir, bu direnişin talebi “PKK Önderinin üstündeki anayasa, kanun, hukuk ve ahlak dışı tecridin kaldırılmasıdır.
Neden?
Çünkü Türkiye’yi yakın gelecekte çok büyük bir afet beklemekte. Ekonomik kriz öyle bir derinleşecektir ki, Trump’un Türk ekonomisini mahvetmesine bile gerek kalmayacak. Suriye’deki uluslararası büyük güçler arasındaki anlaşmazlıklar giderilip, barış masası kurulduğu gün, Türkiye’deki rejim o masada “mağluplar koltuğuna” oturtulacak. Şu anda haritaya bakın, uluslararası hukuk bakımından kimin suçlu durumda olduğunu görürsünüz. Rusya Suriye topraklarına meşru Suriye devleti tarafından çağrıldığı için orada. İran da öyle. ABD herhangi bir Suriye toprak parçasını “işgal” etmiş değil; Kuzey Suriye’de özerk bölgeler oluşturan Suriye yurttaşlarının askeri ve siyasi güçleriyle ittifak kurmuş, onlara yardım etmekte. Trump’ın son açıklamasıyla da “yabancı bir güç” olarak Suriye topraklarından çekilme kararı vermiş durumda.
Geriye kim kalıyor? Suriye devletinin topraklarında “davetsiz” güç kim? Afrin’de, Cerablus’ta, El Bab’ta, Azez’de kimin “bayrağı” dalgalanıyor, kimin tankları, topları, askerleri konuşlanıyor, kimin “valisi, kaymakamı, polisi” bu topraklarda egemen?
Türkiye’nin.
Suriye devleti de dahil, hiçbir devlet, ne Rusya, ne ABD, ne AB, ne BM, hiçbir güç, Türkiye’nin Suriye’deki varlığını “meşru” saymıyor. Bunlar, örneğin Federal Almanya Türk devletinin Suriye’deki varlığını “işgal” olarak suçluyorlar. Her savaşın sonunda, galipler mağlupları yargılar. Barış masası kurulduğu gün bu yargılama başlar. İşte şimdi Türkiye’yi bekleyen en büyük tehlike budur. Ondandır ki, bu suçu işleyen rejim Suriye’de barışın tesisine karşıdır. Yargılanmamak için karşıdır. Hesap vermemek için karşıdır. Savaşın devamını istemektedir.
O nedenle, hiçbir şekilde zafer kazanması mümkün olmayan “Fırat’ın doğusu” ile ilgili savaştan, işgalden söz etmekte ve daha düne kadar silahlandırdığı “İslamcı terör örgütlerini” sözüm ona tasfiye etme gerekçesi ardına saklanarak, Suriye savaşını sürdürmek, barışı engellemek için elinden gelen her şeyi yapmakta.
Saray’ın kesinlikle bir “zafer” beklentisi yok. Başına geleni biliyor. Şimdi yalnızca NATO üyesi olmanın imkanlarını kullanıyor, ABD-AB ile Rusya, İran arasındaki çelişkiyle oynayarak zaman kazanmaktan başka hiçbir şey düşünmüyor. İşi bitiktir. Onun işinin bitik olması bizim umurumuzda olmayabilir. Ama şunu unutmamak gerekir ki, hesap yalnız Saray’dan sorulmayacak. Bu savaş boyunca Saray’ı destekleyenler bile değil, tüm Türkiye Cumhuriyeti suçlu masasına oturtulacak. Gelinen eşik budur. Saray “uzatmaları” oynuyor. “Beka” sorunu denilen sorun tastamam bizzat Türk hükümetlerinin yarattığı bu çıkmaz yolun artık sonuna yaklaşılıyor olmasıdır. İşte bu eşikte, Türkiye halklarını yeniden birleştirme, Türkiye’yi uluslararası ailenin yeniden onurlu bir üyesi olarak ayağa kaldırma, ülkeyi “demokratik özerk bölgelerin ve demokratik ulusun birliğine dayalı, toprağı bütün, sınırları dokunulmaz demokratik cumhuriyet” olarak yeniden inşa etme misyonu, ağır tecrit altındaki Öcalan’ın programında yatıyor. Az sonra Türkiye, tıpkı çözüm sürecinde olduğu gibi ona ihtiyaç duyacak. İşte Leyla Güven’in hayatını ortaya koyarak başlattığı direnişin altında yatan gerçek hedef, Türkiye’nin ihtiyaç duyacağı çözüm imkanına son bir katkı yapmak. Leyla Güven ölüm eşiğinde Türkiye’nin “bekası”, geleceği için direniyor.
Onun talebi “hukuki” bir taleptir. Hukuk dışılığa son verilmesini istemektedir. Üstelik bu kanıtlanmıştır: Leyla Güven Öcalan’ın ailesiyle ve avukatlarıyla görüşme ve bu görüşmelerde Türkiye’nin geleceği ile ilgili görüşlerini ifade etme hakkını talep etmektedir. Saray rejimi bu talepler bütünü içinden Öcalan’la kardeşinin görüşmesini birkaç dakikalığına kabul etmekle, onu ailesiyle üç yıldır görüştürmemenin hukuk dışılığını zaten kabul ve ilan etmiştir. Bu kabul ve ilan Öcalan üzerindeki tüm tecridin de hukuk dışılığının kabul ve ilanıdır. Leyla Güven’in direnişi dünya çapında yayıldı. Bu direnişi başarıya ulaştırmak yalnız büyük bir zorunluluk değildir, aynı zamanda mümkündür.
İşte yerel seçimlerin eşiğinde etrafında birleşilecek talep Leyla Güven’in talebidir ve bu alanda elde edilecek başarı, yerel seçim zaferini de getirecektir.