Savaşta zafer elde etmenin en temel şartlarından biri gücünü ekonomik kullanmaktır. Mümkün olduğunca cepheleri daraltmak, gücünü dağıtmadan rakibini en zayıf noktada vurmaktır. Geçmişten günümüze siyasal ve askeri mücadelelere baktığımızda da görülecektir ki, süper güçler dahi bu konuda çok hassas davranmıştır.
Cepheleri yayan, dikkatleri dağıtan, yeni yeni hamleler yaparak oyunun kuralını değiştirmeye çalışanlar genelde ya muhalifler ya da zayıf taraflardır. Çünkü tek noktaya odaklanmış bütün gücüyle vurmaya hazır rakibinin enerjisini dağıtmayı, saldırısında tereddüt yaratmayı, etki alanını olabildiğince yayarak nötralize etmeyi amaçlamaktadır.
Bu noktadan bakılırsa Türkiye çok ciddi bir stratejik hatanın içindedir. Çünkü resme bakarsak şunu görüyoruz. Dışarıda Libya’da, Akdeniz’de, İdlib’de, Rojava’da, Güney Kürdistan’da birçok cephede, farklı güçlerle veya aynı güçlerin farklı karakterdeki aktörleriyle sıcak savaş içindedir. Fiilen savaşmaktadır. Hakeza Sudan’da, Somali’de Ukrayna’da Kafkasya ve Balkanlar’da ve Irak’ta sorunlar çıkarmakta, krizler yaratmakta ve yönetmeye çalışmaktadır. Körfez bölgesinde Katar’ı destekleyerek öteki ülkelerin hesaplarına çomak sokmakta ve hatta Arap birliğinin dengeleriyle oynamaktadır. Rusya ile birçok cephede hem çatışmakta hem paslaşmaktadır. ABD’ye kafa tutmakta, birçok başlıkta toplanan ambargo tehditlerine rağmen geri adım atmamakta, hatta bazen had bildirmektedir. Bazen de ABD ile Rusya’ya kafa tokuşturmakta, bir ondan yana bir ötekinden yana geçerek çıkarlarını dayatmaktadır. İran ile rekabet ederken, Avrupa’yı da mülteciler üzerinden tehdit etmektedir.
İçeride geçici uzlaşmalar olsa da aslında sert bir iktidar mücadelesi var. Daha birkaç yıl önce darbe-karşı darbeler yaşandı. Ekonomik kriz kronik hal almış durumda uzun vadeli etkileri yıkıcı olacak gibi. Ekonomi yanı sıra kadın, etnik, kültür, dil ve sivil temsiliyet bağlamında toplumsal kriz derinleşmiş, baskı ve şiddet toplumun üzerine bir ölüm sessizliği yaratmış durumda. Özel askeri güçlerden aşırı sayıdaki polislere, bekçilere, MİT bünyesindeki aşırı sayıda silahlı ajanlara, paramiliter güçlere ve lejyoner pozisyonunda finanse edilen farklı İslamcı örgütlerin getirdiği ekonomik maliyet, toplumsal çürüme ve yönetsel boyutlu sorunlar her geçen gün büyümekte.
Yani Türkiye aynı anda içeride ve dışarıda birçok cephede savaşmakta, mücadele yürütmektedir. Üstelik bütün bunları sürdürecek ekonomik, lojistik, askeri gücü yokken. Daha da ötesi kurmay becerisi de bu kabiliyette değil. Ek olarak AB, ABD veya Rusya hangisi isterse yapabileceği bir hamle ile Türkiye’yi çok derin askeri, siyasi ve ekonomik krize sürükleyebilir. Zaman zaman örneklerini gördük. Salt bir Rahip Brunson meselesinden dolayı Türkiye’nin ekonomik ve politik olarak ne kadar dayanıksız olduğu ortaya çıktı. Hakeza Rusya’nın dilediği zaman İdlib’de Türkiye’nin askeri gücünü bertaraf edebileceğini ve büyük zayiat verebileceğini de gördük. AB’nin salt mülteciler namına verdiği veya vadettiği birkaç milyar dolar ile Türkiye’nin dengeleriyle nasıl oynadığına da tanıklık ettik.
Peki, bu kadar cephede Türkiye’ye oyuncu olmasına sebep olan faktör veya faktörler nelerdir?
Birincisi büyük güçlerin ilişkilerinde yaşanan sorunlar ve belirsizliklerin yarattığı edilgenlik. Trump’la birlikte globalistler ile ulusalcıların mücadeleleri, dünya siyasetinde sağ popülizmin yükselişi ve ülkelerin iç sorunlarıyla uğraşmaları önemli bir etkendir. Bundan dolayı hem Türkiye’ye müdahale edememe hem de Türkiye’nin sorunlar yaratmasına müsaade etmek ve bu alana girmek olarak tanımlanabilir ki, Rusya, Fransa, Almanya bu sayede politik ve askeri sahnede boy göstermeye başladılar.
İkincisi Türkiye cephesindir ve burada tek odak var aslında. Kürt sorunu ve bölünme kaygısı. Bu konuda savunma pozisyonundadır aslında. Başur’daki statünün benzerinin Rojava’da oluşması, Bakur’da yerel seçimler eliyle fiili bir statünün oluşması, parlamenter sistemde kendi temsiliyetini kazanması Türkiye’nin 100 yıldır uyguladığı politikaların iflasının ilanıdır.
Egemen erkek zihniyetiyle İsmet İnönü, Kürtlerle Türklerin evlenmesi ve Kürtlerin böylece asimile edilip eritilmesinden bahsederken ilk hesabı Kürt kadınlarını Türk erkeklerine pazarlamak ve çocuklarını Türk olarak görmekti. Ama insan doğası öyle işlemiyor. Evlilikler var ve bundan milyonları bulan çocuklar Kürt yanlarının sömürülmesini, ezilmesini kabul etmiyorlar. Yani TC’nin beklediğinin aksine bunlar bile sisteme muhalif. Velhasıl Türkçe de konuşsa, farklı inanç ve toplumsal katılımı da olsa, etnik ve politik kimliğinden geri adım atmayan bir yaklaşım resmi ideolojinin yenilgisidir.
Bu yenilginin politik alanda temsilini dağıtmak için TC yenilgi savunma pozisyonundadır. Bütün cephelerde sürdürdüğü mücadelelerden rakiplerinin lehine çekilmeye hazırdır. Yeter ki, Kürtler konusunda seslerini çıkarmasınlar. ABD, AB, Rusya, Arap ülkeleri, İran vs. bütün ilişkilerinde bu konuyu dillendirmektedir.
Bunu bilen güç sahipleri ise tam da bu noktayı kaşımakta ve çıkmazı daha da derinleştirmektedirler. TC şu an girdiği yerlerin tümünde ne tutunabiliyor, ne çıkabiliyor. Aksine yeni yeni cephelere sürükleniyor ve sürüklenecek.
Büyük çöküşlerin tahribatları da büyük oluyor maalesef.