İsa Taşçı
Türkiye’de milliyetçi faşizm almış başını gidiyor. Konya ve İzmir katliamları, Ankara, Antalya, Afyon saldırıları, Kürtler üzerindeki soykırım politikaları ne büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızı gösteriyor. Kürt Özgürlük Hareketi’nin halkların kardeşliğine dayalı ideolojik-politik duruşu ve Türkiye’de sol, demokratik kesimlerin duyarlılığı olmasa şimdiye kadar çoktan halklar arasında çok kanlı bir süreç gelişirdi. Ancak mevcut iktidar gidici olduğunu anladıkça azmakta ve bu ırkçı faşizmi harlamaktadır. Ne yazık ki tüm bunlar Türk halkı adına yapılmaktadır. Ama kökleri tarihte olan bu faşizmin gerçekte Türk halkıyla bir ilgisi yoktur. Tıpkı günümüzde Türkçülüğü en fazla geliştiren siyasilerin etnik olarak Türk olmaması gibi. Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, Fidan’ın, Soylu’nun, Akşener’in, Kılıçdaroğlu’nun etnik kökenine ve Türkiye yönetimindeki yerlerine ve iddialarına bakıldığında her şey kendiliğinden açığa çıkar.
Türk milliyetçiliğinin dolayısıyla da Beyaz Türk faşizminin başlangıç noktası, Türk olmayanlara dayanır. Sıklıkla dile getirdiğimiz gibi bunda henüz İsrail’i kurmamış Yahudilerin ve değişik nedenlerle vatansız kalmış Kafkas kökenlilerin etkisi çok büyüktür. Bu ideolojik örgü, dönemin hegemon güçleri olan İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’yi ulus-devlet haline getirme çabalarıyla birleşince karşımıza toplumun çoklu doğasına, Anadolu ve Ortadoğu’nun tarihsel dokusuna ters ruhu ırkçı faşizm, bedeni ulus-devlet olan bir yapı çıktı. Anadolu halkları olarak yaşadığımız tüm acılar da bundan kaynaklandı.
Sormak gerekir, Kürt halkı kurulmasında büyük bedeller verdiği cumhuriyete karşı neden isyan eder hale geldi? M. Kemal’in bizzat onlarca kez kullandığı Kürt ve Kürdistan kavramları nasıl ve hangi zihniyetle yasaklı kavramlar halini aldı? Türk olmak nasıl ‘mutlu’ olmak için yeterli hale gelirken, Kürt veya başka bir halktan olmak, neden ‘hizmetkârlık’ ile eş tutuldu? Cumhuriyet nasıl ‘Türk Cumhuriyeti’ haline geldi? Türk halkının da pek anlamadığı ve hiç de ihtiyaç duymadığı bir şekilde Türk kimliği nasıl dünyanın ‘en temel ve kaynak kimliği’ haline getirildi? Ve tüm bunlar halklara ne getirdi, ne götürdü? Dahası tüm bunları kimler, ne amaçla yaptı? Açık ki yaşanan acılara son verebilmek için bu sorulara doğru cevaplar üretmek şart.
Şimdi Türkiye halklarının başına bela olmuş bu Türkçülüğün mucitlerine bir bakalım.
Beyaz Türkçülük, 19. yüzyılda Orta Asya Türklerini incelemeye başlamış olan Yahudi asıllı Fransız de Guignes, Leon Cahun ve yine Yahudi asıllı Armin Hermann Vambery gibi Doğubilimcilerin, Tatar ve Azeri gibi Rus İmparatorluğu menşeli Türklerin (Azeri Hüseyinzade Ali, Azeri Ahmet Ağaoğlu ve Tatar Yusuf Akçura gibi) bir yaratımıdır.
Şöyle ki ilk Türk Derneği, Macaristan-Budapeşte’de 1908 yılında açılır. Derneğin Onursal Başkanı Yahudi Armin Hermann Vambery’dir.
Üniversitelerde ilk Türkoloji kürsüsü 1870 yılında Budapeşte’de Vambery tarafından kurulmuştur. Vambery aynı zamanda 1910 yılında kurulan Turan Cemiyeti’nin de onursal başkanıdır.
Yahudi asıllı Fransız Doğubilimci Leon Cahun 19. yüzyılda ‘Asya Tarihine Giriş: Türkler ve Moğollar’ adlı bir kitap yazar. Ziya Gökalp bu kitap için: “Sanki Pan-Türkizm ülküsünü özendirmek amacıyla yazılmış”derken, sosyal bilimci Cemil Meriç aynı eser için “Türk milliyetçiliğinin Kuran-ı Kerim’i” diyecektir. Milli bilincin uyanmasında birinci derecede rol oynadığını belirtenlerin sayısı ise çoktur.
Yalçın Küçük Leon Cahun ile Herman Vambery’nin ‘resmi tarihin gerçek yazıcıları’ olduklarını belirtmektedir. Ne kadar da ilginç değil mi? Pan-Türkizmin ilkelerini ve manifestosunu Türk olmayanlar yazıyor? Anlamak gerekiyor, peki ama neden?
Yahudi asıllı olan senatörlük de yapan Avram Galanti’nin de Türk milliyetçiliğinin geliştirilmesinde çok büyük bir etkisi vardır. Türk Yahudiliğinin geliştirilmesine dönük çalışmalar yapmıştır. Tevrat’a dayanarak Türklerin kökenini ‘Yafes’in oğullarından Togarma’ya dayandırarak Türkler ve Yahudiler arasındaki bağın geçmişini inceler.
Yahudilerin Osmanlı’ya getirilmesini, Yahudilerin ‘Türk’ ya da ‘Türk Yahudisi’ olarak kendilerini tanımlamaları gerektiğini savunan Selanik Yahudisi Konstantin Polkozic Borzecki de Türk milliyetçiliğine katkısı olanlardandır. Osmanlı ordusunda paşalığa kadar tırmanan ve adını ‘Mustafa Celaleddin’ yapan Borzecki, 1869’da ‘Eski ve Yeni Türkler’ kitabını yazacaktır. Kitap Türklerin Hunlar ve Moğollarla herhangi bir ırki bağının olmadığını ileri sürerken, Türklerin Avrupalılar ile aynı ırktan geldiğini savunur. Bu ortak ırkı da Touro-Aryan olarak adlandırır. ‘Geri’ olan Doğu’da yalnızlaşmış Türklüğü, ‘gelişkin’ olan Batı ile birleştirmek gerektiğini savunarak Türklerin yönünü kapitalist modernitenin merkezi Avrupa’ya çevirmeyi hedefler.
Kimilerine göre ‘Turan’ kelimesini ilk kez kullanan ve bir Kürt olan Ziya Gökalp ise Türk kültürü üzerindeki Bizans, Arap ve İslam etkisini aşarak, Batı kültürüne yaklaşmak gerektiğini belirtir. Batı’ya doğru gerçekleşen açılımları desteklemekle birlikte, bunu Türk kültüründen taviz vermeden yapmak gerektiğini belirtmektedir. Moiz Kohen (Munis Tekinalp) ile birlikte Alman modeli bir ‘ulus devlet’in kurulması fikrini eğitim verdikleri subaylara aşılarlar.
Türk milliyetçiliğine Türk olmayan katkılar 1930’lardan sonra da devam edecektir. ‘Harf ve Dil Devrimleri’nden sonra cumhuriyet sınırları içinde geliştirilmek istenen yeni dili halka benimsetmek için ‘Güneş-Dil Teorisi’ geliştirilir. Teori, bütün dillerin ilkin Orta Asya’da konuşulan, tarihin en eski dönemlerine ait tek bir dilden çıktığını ve bu dile de en yakın olan dilin Türkçe olduğunu, tüm dillerin de Türkçe’den farklılaşarak geliştiğini ileri sürer. Teorisyen Viyanalı Yahudi asıllı Doğubilimci Kvergic’tir. Teori Türk Dil Kurumu’nun 1936 yılında yaptığı üçüncü kurultayda resmi olarak da kabul edilerek üniversitelerde okutulmaya başlanır. Aynı çerçevede bir de tarih tezi oluşturulur. Orta Asya anavatan olarak ele alınır, kuraklık nedeniyle buranın terk edildiği belirtilir. Çin, Avrupa ve Yakın Doğu’ya göç edildiği belirtilerek tüm uygarlıkların atalarının Türkler olduğu ileri sürülür. Böylelikle Türkler bir anda tüm insanlığın ve tüm dillerin kaynağı oluverir.
Meşhur “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü de Türkler tarafından değil de Yahudiler tarafından geliştirilmiştir.
İşte Türk milliyetçiliğinin temel motive kaynakları. Resmi ideolojiye dönüştürülen bu teorilerin Türk halkı da dahil Anadolu insanına ne getirdiği ortada. Türk halkı başta olmak üzere Anadolu insanına lazım olan kaynağı yabancılar olan bu Türkçülük değil, halkların eşit ve özgür birlikteliğini esas alan yurtseverliktir.
Mevcut durumda yerli ve milli olduklarını söyleyenler, kaynağı yabancılar olan milliyetçiliği esas alarak dış güçlerin en büyük işbirlikçisi konumundadırlar…