Narin’in cansız bedeni “nihayet” bulundu. Bana sorarsanız, halkın ve özellikle kadınların bunca mobeseye, cinayetin işlendiği köyde bunca devlete hizmet eden imamdı, korucuydu, her ne ise, türlü-çeşit muhbir olmasına rağmen “aramaca-oyalamaca” işine karşı ülke çapında zorlaması olmasaydı, bu küçücük beden de kim vurduya, yani “faili meçhule” gidecek, AKP-MHP’nin müttefiki bir kontracı muhtar kılığındaki amca, “ceset yoksa cinayet de yoktur, cinayet yoksa katil de yoktur” denerek, muhtemelen serbest kalacaktı.
Narin’i devletin kolluğu değil, halkın vicdanı buldu.
Narin’in bütün yaşıtlarına, kız çocuğu bütün annelere, Narin için göz yaşı döken bütün kadınlara ve vicdanlı vatandaşlara baş sağlığı dilerim.
Narin’i kabrinde rahat bırakıp, kabir azabı çekecek olanlarla ilgili birkaç satır karalayalım.
Bizler biliyoruz ki, devlet dediğin en kabadayı adli şüpheliyi ne yapar eder mutlaka konuşturur. Nice devrimciyi bile itirafa zorlayan, zorladıktan sonra onu itirafçıya dönüştüren devletin karga sesli muhtarı bülbüle çevirmesi işten bile değildir.
Sultanahmet’te yattığımız sırada Deniz Gezmiş adli hükümlü ve tutukluların, hırsızından katiline kadar tüm hapishanenin hayranlığını kazanmıştı. Beraber gittiğimiz cinayet sanıklarının koğuşunda ona “Bir isyan çıkaralım, sen de talebeleri mahpushane önüne çağır, hepimiz firar edelim” diye yalvarmışlardı. Deniz gülmüş geçmişti. “İncik” lakaplı bir hırsız vardı. Hemen her gün mahpushane hoparlöründen yapılan “İncik kapı altına, adliyecisin” anonslarından adını ezberlemiştik. Suçunu merak ettik. Seri katil miydi, banka soyguncusu muydu, neyin nesiydi? Bizim koğuşun meydancısı Cengiz’e İncik’i al yanımıza getir dedik. İncik koğuşumuza geldi. Beşlik çay ısmarladık. “Dinime imanıma iki bakır leğen, birkaç altın küpe çalmışım, incik (o zaman ancak yerine incik dediği için isminin böyle kaldığını anladık) nezarethanede bir ay yer misin yemez misin demeden ne kadar hırsızlık varsa falakaya yatırıp hepsini üstüme yıkmışlardır” diye başına gelenleri anlattı. Ondan sonra “şunu da çalmışın” dediklerinde falakaya yatmadan ne dense kabullenmeye başlamış. Sultanahmet’e geldiğinde önce “asrın hırsızı” diye namlanmış. Fakat başına gelenleri saf saf anlatınca, Hırsızlar koğuşu İncik’i makaraya almış. “Elinle bir çaldın, dilinle bin çaldın bre geveze İncik” dediklerinde, zavallı masum masum gülüyordu.
İncik’i “asrın hırsızı” yapan sistem, ne hikmetse muhtar amcayı, İçişleri Bakanının tedbiren aldık, kişi hürriyetini ihlal de etmiş olabilir, katil de olabilir, masum da olabilir demesine bakılırsa mahpushaneye kılına bile dokunmadan misafir etmiş. “İşkenceye sıfır tolerans” uygulanmış. İtirazımız olamaz, ancak Narin bulunamasaydı amca elini kolunu sallaya sallaya mahpustan çıkacak, muhtarlık makamına oturacaktı.
Ben iddia ediyorum ki, kolluktan birileri başından beri Narin’in nerede olduğunu ve kim tarafından öldürüldüğünü biliyordu. Ama “ittifak politikasının gözü kör olsun”. Bunlar arıyor gibi yapa yapa bugüne geldik. Sonunda kamuoyunun baskısı ile Narin’in çuval içine konmuş cesedi bir dere kenarında bulundu. Güya üstü taşlarla ve dallarla örtülmüş de ceset konusunda uzman köpeklerin kokuya hassas burunları bile kokuyu almamış. O köpekleri tezelden emekliye ayırın, aylık tayınlarını da asgari ücret düzeyine indirin.
Soruşturmayla ilgili yasaklar devam ediyor. Katil zanlısı muhtarın bağlı olduğu partiyi tarif eden edene. Tariften anlıyoruz ki bu parti 1990 başlarında devletin desteğiyle Kürdistan’da harekete geçmiş, şu sıralarda da güçlendiriliyormuş. Yakında “Ahlat’taki fotoğraf kadrajında Ordu Komutanlarıyla poz verenden” de söz ederlerse hiç şaşırmam. Ama bu partinin adını yazmak yasak.
Gelgelelim, biz yıllardır “yakalanan terörist HDP’li vekilin yakını çıktı, meğer terörist amcasının üvey babasının evlatlığının teyzesinin oğlunun arkadaşıymış” benzeri nice haber görmüşüz.
Rizeli Temel arkadaşına “pil pakayum evimde ne besleyrum” diye sormuş.
Arkadaşı tarif et de bileyim deyince başlamış tarif etmeye:
“Sarudur, kafestedur, hemi de öter”. Arkadaşı gülmüş cevaplamış; “bunu bilmeyecek ne var, kanaryadır”. Temel “boşuna güleysun, o kanarya değil, hamsidir” deyince, arkadaşı “ula hamsi sarı mı olur” diye itiraz etmiş. Temel “Boyamışım uşağım” diye cevaplamış. “Boyadın da hamsi hiç öter mi?” Temel biraz düşünmüş, “O da kandurmacasudur da” demiş.
Gazeteci katili, katilin partisini Temel gibi tarif etmekte. “Diyarbakır’dadır, iktidarın muhtarıdır, partisi meclistedir, hemi de Saray Koalisyonu’ndadır” deyince, biz daha ağzımızı bile açmadan, “Bilemediniz, parti değildir, hamsidir” deyip yanımızdan uzaklaşırken, bir de Karadeniz türküsü söylemektedir:
“Hamsi koydum tavaya da başladi oynamağa-Vardım baktum hamsi yok başladum ağlamaya…”
Narin’in cesedini günler boyunca arayanların şu gülünç yasakları bir yanda, yavrucuğun masum resmi diğer yanda. Birine bakıp acı acı gülüyoruz, diğerine bakıp gözyaşı döküyoruz.
Ülkeyi bu hallere getirenler Allahlarından bulsun.
Bu hallere getiren kim mi? Bilin bakalım:
Elbise giyer, kravat takar, kaşanelerde oturur, hemi de konuşur.
Yani?
Hamsi…