Sivas Kongresi’nin üzerinden yüz yıl geçti. Fakat yüzyıl sonra tıkanmış ve yönetemeyen bir devlet var. Neden? İrdelemeye çalışalım. Kurtuluş denen mücadele, kongrelerin örgütlenmesi temelinde gerçekleşir. Kongreler Türkler, Kürtler, Lazalar gibi hemen tüm halkların temsilcilerinin bulunduğu BMM ile taçlandırılır. Ve halkların birleşik mücadelesi pratikleşir.
Kurucu meclis TBMM değil. “T” ibaresi sonra eklenecektir. Osmanlı bir imparatorluktur. Bünyesinde çok sayıda halkı ve inanç gurubunu barındırmaktadır. Herkese Türk’tür dense diğer halkların desteği alınamayacak ve başarı da sağlanamayacaktır.
Lozan Anlaşması’yla uluslararası güvence alındıktan sonra Türk uluslaşması, yani devlete bir ulus inşa edilme süreci başlatılmıştır. Burada kurulan yanlış denklem, homojenleşmeyi esas aldığından problemlerin de temelini oluşturacaktır. Sancı başlayacak ve yüzyıllık gerilimli, çatışmalı ve savaş düzeyine ulaşan pratikler yaşanacaktır. Bu döneme kronolojik bakıldığında: Kürtlere dönük Türkleştirme hamlelerine karşı Süleyman Demirel’in ifadesiyle 28 “isyan” yaşanacaktır. Belli başlıları Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim’dir. Direnişler kanlı bastırılır. Köy yakmalar, zorunlu iskân gibi Kürt demografik yapısını bozmaya dönük hamleler yapılır. Yine yaygın bir okullaşma ile Türkleştirme yapılır. Kürdistan’da hukuksuzluk adeta yaşamın bir parçası haline getirilir.
1978’lerle birlikte sıkıyönetim, OHAL gibi derinleştirilmiş özel savaş politikaları uygulanır. 1990’larda dört bin civarında yerleşim birimi yok edilir ve milyonlarca Kürt mecburi göçe zorlanır. Ancak sorununu çözmedi, derinleştirdi. Ortadoğu sorununa dönüştürdü.
Suriye’ye ve Irak’a bakıldığında durumun vahameti iyi anlaşılacaktır. İdlib’de yaşananlar çarpıcıdır. Yine ABD ile yaşanan sorunlar; ekonominin bozulmasından diğer alanlardaki sorunların hangisinin altı kazınsa Kürt sorununun çözümsüzlüğü bulunur.
Peki, neden? Daha geçenlerde Türk Devlet erkânı “Malazgirt zaferinin” kaçıncı yüzyıl kutlamaları yaptı. O “başarı” nasıl kazanıldı? Sonrası, İran’a karşı Çaldıran, sayılmaya çalışılırsa uzunca bir liste çıkar. Onlarda Kürtlerin payı neydi? Belirgindi. Günün koşullarına göre Kürtler bizzat savaş güçleriyle Osmanlılarla birlikte savaşmış ve başarı sağlamıştı. En sonuncusu kurtuluş savaşında yaşandı. Bu tarihi süreç Kürt-Türk ilişkilerinde bir diyalektik yarattı. Birlikte olunursa başarı getiriyor.
Yüzyıl önce Ortadoğu ulus-devletler şeklinde bir sistem bizzat emperyalistler tarafından kuruldu. Günümüzde yeniden Ortadoğu sistemi kurulmaya çalışılıyor. Yine içinde emperyalistler var. Ancak gerek bölge dinamikleri gerekse emperyalist güçler faklı konumda bulunmaktadırlar. Dolaysıyla yeni Ortadoğu’nun yüzyıl önceki gibi varlık bulması mümkün olabilir mi? Farklılaşan çıkarlar, farklı ilişki ve ittifakları getiriyor.
Yüzyıl önce adeta olmayan Kürt dinamiği; bugün uyanmış, dirilmiş ve her parçada büyük bir kuvvete ulaşmıştır. Bölgede söz sahibi olmak isteyen, çıkarları gereği bu kuvvetle ilişki geliştirmek istiyor. Ancak doğru olan, Türk- Kürt tarihsel diyalektiği gereği ilişkilenmeyi sağlama ve birlikte davranmaktır. Kürt tarafı çeşitli defalar buna hazır olduğunu beyan etmesine karşın devlet aklı hala yüz yıl önceki paradigmada ısrarı; çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Rusya ile ABD arasında mekik dokumakta; yalvar-yakar Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor. Doğru mu? Elbette değil.
Yapılması gereken doğru: Ret ve inkârı sonlandırmak ve Kürtlerin haklarını iade etmektir. Bütün sorunların anası olan Kürt sorunun çözülmesi demek; demokratik ve özgür Türkiye idealinin gerçekleşmesi anlamına gelir. Başta ekonomi olmak üzere diğer sorunların çözümü de kolaylaşacaktır. Kadın katliamlarının dahi Kürt sorunuyla doğrudan bağı vardır. Gerilimli, her şeyi silahla çözmeye çalışan bir devlet erkek şiddetini de besliyor. Öncelikli yönelim Türk-Kürt ilişkilerini tarihsel bağlamına kavuşturmaktır. Bundan Halklarımız kazanır ve bölgeye de örnek olur ve etki gücü artar.