Pakrat Estukyan
İnsanlık tarihinin engin geçmişi içinde ulus kavramı görece yeni bir anlayışı temsil eder. Orta çağ Avrupa’sında şehir devletlerinin birleşmesi ile oluşan uluslar, doğuda ise boyların, klanların kader birliği ile şekillenmiştir. Uluslaşma birçok ülkede henüz tamamlanmamış bir süreç olarak, kendine özgü zorluklarla halen inşa halindedir.
Bu inşa süresi her toplum için, başlangıç noktası olarak kabul edilecek farklı mitoslar üzerinden kurgulanır. Farklılıklardan bir bütüne varmak için ortak ülküler üretilir. Bunlar çoğu kez de ihtişamlı bir geçmişten iz sürülerek, yeniden ulaşılması gereken hedefe dönüşürler. Bu aşamada da meselenin gerçeklikten kopmuş hali gün yüzüne çıkar.
Hitler faşizminin, Germen ırkının üstünlüğü safsatasıyla çağlar boyunca Hıristiyan inancının öteki haline getirdiği Yahudi ırkına karşı uyguladığı Holokost’u anımsayalım. Sanayi devrimi sonrası, 6 Milyon Yahudi’nin dönemin bilimsel yöntemleriyle hunharca katledildiği bir sürecin ardından Filistin toprakları üzerinde Yahudi’ler ulus devletlerini yaşama geçirirken ‘vaat edilmiş topraklar’ mitosunu dillendirmekteydi.
Yunanistan halen komşu devlet Makedonya’yla isim sorunu yaşamakta, Büyük İskender’in mirasını başkalarıyla paylaşmak istememekte.
Ermeniler tarih içinde en gelişmiş dönemlerinin haritasını günümüzde de ‘Denizden denize Ermenistan’ adlandırmasıyla, her türlü akıl ve mantık önermelerini görmezden gelerek canlı tutmaya çalışıyorlar.
Uluslaşma sürecini bir türlü tamamlayamamış olan Türklerin aklındaki romantik heves ise ‘Turan’ ülküsü. Henüz Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, kurucu kadrolar tarafından çağın gerçekliğine aykırılığı fark edilerek reddedilen Turancılık, şoven milliyetçi duyguları kaşımak üzere her zaman gündemde tutuldu.
Adnan Menderes’le birlikte Türk sağının önde gelen isimlerinden Süleyman Demirel, Sovyetler Birliği’nin dağılması ardından ‘Adriyatik’ten Çin Seddine kadar uzanacak bir Türk dünyasının’ müjdesini veriyordu mitinglerinde. Bu hezeyanı defalarca tekrarlamaya başladığında ise Batı başkentlerinden kendisine ayar verilmiş, o da bir kez daha bu ifadeyi kullanmamıştı.
Şimdilerde ise, özellikle Azerbaycan ordusu, TSK ve cihatçı çetelerin ortaklığıyla elde edilen ‘zafer’ ardından Turan ülküsü bir kez daha dolaşıma sokuluyor. ‘Sabah’ gazetesinde geçtiğimiz Perşembe günü yayınlanan bir harita, Erdoğan- Aliyev ikilisinin ısrarla gündeme getirdikleri ‘Zankezur koridoru’nu Turan yolu olarak adlandırılmış.
Megalo İdea, Konstantinopolis’in kurtuluşu ve ihyası, Denizden denize Ermenistan, Turan rüyası veya kaynağını Tevrat’tan alan ‘vaat edilmiş topraklar’ anlatıları ham hayal olarak zararsız gibi görülse de, siyasi bir projeye dönüşme ihtimali belirince, fevkalade tehlikeli olabilirler.
Nitekim Filistin’de bu vaat edilmiş toprakların Yahudi yerleşim yerleri oluşturularak nasıl ‘kanlı topraklar’ haline geldiğine hep birlikte tanık oluyoruz.
Sonuçta uluslaşma süreçlerinin mitleri, naif bir heves olarak kalsalar dahi küresel insanlık için her zaman ciddi bir tehdit oluştururlar.
- yüzyılda insanlığın en ihtiyaç duymayacağı şey yeni Cengiz Hanlar, Timurlenk’ler, Büyük Dikran’lar, Büyük İvan’lar, Jül Sezar’lar veya Napoleon’lar ve Hitler’lerdir.
Ne var ki iktidarlarını pekiştirmek için bu türden ham hevesleri canlı tutanlar, hatta neredeyse bunu bir projeye dönüştürmeye teşne siyasetçiler bu gerçekliği görmemeye, halklarını tehlikeli suların cazibesine sürüklemeye devam edeceklerdir.