Tahliye edilen felçli ve kalp hastası Turan, birlikte kaldığı Yıldırım ve Aktaş gibi hasta tutukluların durumuna dikkat çekerek, ‘Onlar için olumlu bir şey olmasın diye düşman politikası yürütülüyor’ dedi
Metris 2 No’lu R Tipi Kapalı Cezaevi’nin A-17 koğuşunda kalan Serdal Yıldırım, Abdullah Turan ve Ergin Aktaş, yargı eliyle cezaevlerinde ölüme terk edilmiş yüzlerce hasta tutukludan üçüydü. Her biri farklı hastalıklara sahip olan bu hasta tutuklular, birlikte kaldıkları süre zarfında birbirlerinin eli, kolu oldu. Bu durum, sözün gelişi olmaktan öte, bir gerçeklik.
Gözü uzağı görmeyip, bileklerinden itibaren iki eli olmayan Aktaş’a, ayakları tutmayan Yıldırım el olurken, boynundan aşağısı felci olan Turan ise göz oldu.
Birbirlerine “Ne olursa olsun arkadaşımızın hem eli hem ayağı olacağız” sözü veren tutuklular, temizlik başta olmak üzere tüm ihtiyaçlarını birbirlerinin yardımıyla karşıladı.
ATK raporuna rağmen
Bu üç hasta tutukludan Serdar Yıldırım, 2010 yılında Mardin’in Kızıltepe ilçesinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu yaşamını tekerlekli sandalye ile sürdürmek zorunda kaldı. Yüzde 98 oranında engelli olan Yıldırım, hakkında “örgüt üyesi olmak” ve “örgüte eleman kazandırmak” iddiasıyla açılan davada 12 yıl hapis cezası verilmesi üzerine 2018 yılında tutuklanarak Mardin E Tipi Kapalı Cezaevine konuldu. Yıldırım, ATK’nin verdiği “cezaevinde hayatını yalnız idame ettiremez” raporuna rağmen tahliye edilmiyor.
İki eli de yok
Her iki eli bileklerinden itibaren olmayan Ergin Aktaş ise, 10 yıldır cezaevinde. İki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis verilen Aktaş, cezaevinin kötü koşullarından kaynaklı ileri derecede tüberküloz hastalığına yakalandı. KOAH hastası olmasının yanı sıra yüksek ateş, terleme ve halsizlik nedeniyle sürekli kan tüküren Aktaş, kısa bir süre önce veremi yendi.
ATK’nin hakkında 5 kez “cezaevinde kalamaz” raporu verdiği Aktaş için Anayasa Mahkemesi’ne yapılan tahliye başvurusu reddedildi. “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) yapılan başvurusu da, cezaevinde tutulma koşullarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 3’üncü maddesi kapsamında “kötü muamele oluşturmadığı” ileri sürülerek reddedildi.
Boynundan aşağısı felçli ve kalp hastası olan Abdullah Turan da, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) hakkında “cezaevinde kalamaz” yönünde verdiği rapora rağmen cezaevinde tutuldu. Durumu gittikçe ağırlaşan Turan, mesanesinden gelen kan ve kaptığı enfeksiyon nedeniyle yaşamı risk altına girmesiyle Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından infazı ertelenerek 24 Aralık günü tahliye edildi.
Cezaevinden çıkarılıp, Başakşehir Çam ve Şakura Şehir Hastanesinde tedavi altına alına Turan, daha sonra tedavisine burada devam edilmek üzere ailesi tarafından yaşadıkları Diyarbakır’a götürüldü.
Abdullah Turan, cezaevi duvarları arkasında bırakmak zorunda kaldığı arkadaşları Aktaş ve Yıldırım ile günlerinin nasıl geçtiğini Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Mehmet Aslan’a anlattı.
Dayanışma sözü
Kaldıkları koğuşun yaklaşık 12 metrekare olduğu belirten Turan, içerisinde sadece üç yatak, iki masa, üç elbise dolabı, televizyon ve semaver bulunduğunu söyledi. Aynı koğuşta kalmaya başlamaları ile birlikte birbirlerine “Ne olursa olsun eğer bir arkadaşımızın elleri yoksa ona el, ayağı yoksa ayak, ve eğer bütün vücudu çalışmıyorsa ona hem el hem ayak olacağız” sözünü verdiklerini dile getiren Turan, “Bu esas üzerine yaşamımızı sürdürdük. Bir iş olduğunda Ergin’in yapamadığını Serdar elleriyle yapıyordu. Serdar’ın ayaklarıyla yapamadığını Ergin ayaklarıyla yapıyordu. Bu şekilde birbirimize el ve ayak olduk” diye belirtti.
İş bölümü
Her sabah sayım saati olan 8’den önce uyandıklarını anlatan Turan, şunları dile getirdi: Her iki eli olmayan Ergin, kahvaltıları alıp masaya koyuyordu. Tekerlekli sandalyedeki Serdar ise kahvaltıları açıp hazırlıyordu. Güne bu şekilde başlıyorduk. Bir iş bölümü oluşturmuştuk. Kahvaltının ardından bir saat boyunca fizik tedaviye gidiyorduk. Daha sonra günümüzü nasıl değerlendiririz diye sohbet ediyorduk. Bu sohbet sırasında da haberleri izliyorduk. Dünyada yaşananlar üzerinde değerlendirmeler yapıyorduk. Ardından öğle yemeğimizi geliyordu.”
Turan, temizlik ihtiyaçlarını ise kendi başlarına giderdiklerini paylaştı. Turan, “Örneğin oda çok kirliydi. Buna rağmen idare odamızın temizliğini yapmıyordu. Bu hususta çok kez dilekçe yazmamıza rağmen bir çözüm üretmediler. Her iki eli olmayan Ergin ve tekerlekli sandalyede olan Serdar temizliği yapıyordu. Benim fiziki olarak durumun daha kötü olduğu için onlara yardım edemiyordum” ifadelerini kullandı.
Giysileri yıkama
Bulaşıklarını da yine kendilerinin yıkadığını aktaran Turan, “Bir tabak yıkanacaksa Serdar elleriyle yıkıyordu, Ergin ise kollarıyla bu tabağı mutfak bölümündeki dolaba yerleştiriyordu. Yine aynı şekilde bu durum elbise yıkamada da uygulanıyordu. Elbise yıkama için bir leğenimiz vardı. Ergin, bu elbiseleri leğene koyup ayaklarıyla ezerek kaba kirinin geçmesini sağlıyordu. Ardından Serdar elleriyle bu elbiseleri alıp yıkıyordu. Ergin de ipe asıyordu. Bu sırada onlara yardım edemediğim için ben de şarkı söyleyerek moral veriyordum. Bununla aramızdaki bağı daha güçlü kılmaya çalışıyorduk” diye kaydetti.
Kitap okuma
Turan, öğle yemeğinin ardından kitap okuma saati belirlediklerini kaydetti. Turan, sözlerine şöyle devam etti: Bazı kitaplarımız fotokopi şeklindeydi. Arkadaşlar tek başına kitap okuyabiliyorlardı ama ben tek başıma okuyamıyordum. Bu nedenle Ergin kürsüsünü yanıma çekip oturuyordu. Serdar ile beni biraz doğrultuyorlardı. Kitabı masanın üzerine koyuyordular. İlk önce ben kitaptan bir sayfayı okuyordum ardından Ergin de diğer sayfayı okuyup yaprağı çeviriyordu. Bu şekilde kitap okuyorduk.
Televizyon izleme
Akşamları ise, televizyon izlediklerini, en çok da yabancı dizilere ilgi gösterdiklerini söyleyen Turan, “İzlediğimiz bazı filimler altyazılıydı. Bu bize biraz zorluk çıkarıyordu. Çünkü Ergin’in gözleri uzağı iyi göremiyordu. Benim gözlerim ise uzağı iyi görüyordu. Bu yüzden her iki arkadaş altyazıları okumamı istediler. Ben de ne zaman alt yazılı bir film izlediğimizde altyazıları okuyordum. Bu şekilde filmi izleyip birbirimizi tamamlıyorduk. Bu bizim moral kaynağımız oluyordu. Küçük bir şeymiş gibi görünebilir ama arkadaşlar bu durumları yanında çok önemli bir konuma yerleştiriyorlardı. Bu sayede yaşama olan inancımız ve katılımımız daha da büyük oluyordu” dedi.
Havalandırmada banyo
Hasta tutuklular için bir diğer güçlük ise banyo yapmaktı. Ergin ve Serdar’ın zor da olsa banyo ihtiyaçlarını kendi başlarına giderebildiklerini anlatan Turan, kendisine ise cezaevi personeli tarafından havalandırmada sedye üzerinde banyo yaptırıldığını paylaştı. Turan, fakat her banyo yapıldığında soğuk almasından şikayet etti.
Serdar’ın dengbejliği
Akşamları da gün içinde yaşananlara dair sohbet ettiklerini belirten Turan, “O gün olup bitenleri, çıkan haberleri konuşuyorduk. Kaçırdığımız bir gelişme olduğunda birbirimizle paylaşıp tamamlıyorduk. Moralli geçiyordu. Belli bir saatte ise şarkı söylüyorduk. Bunu da sıraya koymuştuk. Serdar’ın özellikle dengbejliği iyiydi. Bilindiği üzere denbejlik, Kürt kültüründe önemli bir yerde duruyor. Serdar söylediği zaman bizi alıp, tarihin derinliklerine götürüyordu” dedi.
‘Kalbim Dinamit Kuyusu’ şiiri
Ergin’in de şiir okumayı sevdiğini aktaran Turan, “Dokunaklı ve heyecan veren bir ses tonu vardı. En iyi okuduğu ve sevdiği şiirlerden biri; ‘Kalbim Dinamit Kuyusu’ şiiriydi. Ben de bize moral kaynağı olabilecek devrim şarkılarını söylüyordum. Bunları söyleyip dinleyince moralimiz o kadar iyi oluyordu ki… Bazen birbirimize şakalar yapıyorduk. Böyle şartlar altında günü bu tür direnişle sürdürüyorduk. Direnmediğinde ise yaşam geçmiyordu” diye konuştu.
Karantina günleri
“En son ben hastalanıp hastaneye kaldırıldıktan sonra tekrardan cezaevine getirilip karantina koğuşuna konuldum” diyen Turan, şöyle devam etti: Bu süreçte her iki arkadaş yalnız kaldı. Aramızda bir duvar vardı. Benim yaşamım tamamen cezaevi personelinin elindeydi. Onun için Ergin duvarın dibinde sabaha kadar bana bir şey olur diye yatmıyordu. Başıma bir şey gelir kaygısıyla ya da acil bir durum olduğunda idareye bildirmek üzere yatmıyordu. Aynı şekilde Serdar ise geceleri uyuyup gündüzleri duvarın dibinde aynı kaygılarla duruyordu.
‘Kürt denince her şey donup kalıyor’
Son dönemdeki yargı, hukuk reformlarına da değinen Turan, bunun Ergin, Serdar ve kendisi için geçerli olmadığını dile getirdi. Ergin’in 5 raporu olmasına rağmen tahliye edilmediğini anımsatan Turan, sözlerini “Ergin ne zaman doktora gitse doktor ona, ‘ne işin var burada hala seni bırakmadılar mı?’ diye soruyor. Doktorlar da artık şaşırıyorlar. İnfaz düzenlemesiyle tutuklular serbest bırakıldı ancak hiçbir Kürde bu hak tanınmadı. Kürt denince her şey donup kalıyor. Ne olursa olsun Kürt hakkını almasın, onlar için olumlu bir şey olmasın diye düşman politikası yürütülüyor. Bunlar bu şekliyle Anayasaları’nı ihlal ediyorlar” diyerek noktaladı.
İSTANBUL