Türkiye’de gittikçe derinleşen mali kriz beraberinde bir sistem çöküşünü de getirir mi? Mevcut iktisadi krizden çıkışın yolları neler? HDP’nin alternatif ‘Üçüncü yol ekonomisi’ nedir? HDP’li Sezai Temelli yanıtladı
Türkiye ekonomisine dair ardı ardına makro göstergeler açıklanırken, ekonomik kriz daha da derinleşiyor. Mevcut durumda ekonominin toparlanabileceğini işaret eden bir veri bulunmazken, en tehlikeli krizlerden biri olan devletin mali krizi de baş gösterdi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, mevcut ekonomik sorunları ve krizin çözüme dair soruları Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Selman Güzelyüz ve Emrullah Acar’a yanıtladı.
‘Türkiye koşar adım diktatörlüğe gidiyor’
Dünyanın bir şiddet sarmalı içerisinde olduğunu ve sistem krizi yaşandığını belirten Temelli, bu durumun Türkiye’ye yansımasını ise şu ifadelerle değerlendirdi: “Türkiye’nin geldiği otoriterleşme düzeyi çok yüksektedir. Yani Türkiye’nin bugün sistem krizini aşmaya yönelik, sermaye birikiminin önünü aşmaya yönelik hamleleri; bizatihi içeride de kendi otoriterleşmesiyle barışık bir halde çok daha ileri dozlara taşıyor. Daha çok otoriterleşiyor. Daha çok şiddet mekanizmalarını kullanıyor ve tek, tek, tek diyerek tek adama ve tek partiye, yani Türkiye koşar adım diktatörlüğe gidiyor.”
‘Hala genel grev konuşulmuyor’
Toplumların krizlere karşı kendiliğinden harekete geçmeyeceğini vurgulayan Temelli, en önemli sorunun ise örgütlülük olduğuna dikkat çekti: “Bugün Türkiye’deki hem sisteme karşı hem de mevcut iktidara karşı güçlü belki de yegâne mücadeleyi Kürt halkı veriyor, HDP veriyor, HDK veriyor. Neden mi? Çünkü örgütlü yapıdır. Örgütlülüğünü de fikriyatından alır. Çünkü Üçüncü Yol yaratmıştır, seçenek yaratmıştır ve radikal demokrasi anlayışı ile hem kapitalist sisteme hem de iktidara karşı hareket eder. Bugün evet bu denli sömürünün olduğu yerde toplumsal tepkinin açığa çıkması için, toplumsal muhalefetin örgütü güçleri harekete geçmeli. Sendikalara baktığımızda hiçbir şey yapmıyorlar. Bu denli sömürünün olduğu yerde hala toplumsal genel grev konuşulmuyor.”
Temelli’nin röportajından bazı bölümler şöyle;
- Emek örgütlülüğü ile Kürt meselesi arasındaki ilişkiyi biraz açar mısınız?
Kürt meselesi bağlamında bakarsanız; Kürt sorunun çözümsüzlüğünün önemli bir ayağı da kuşkusuz iktisadi ayağıdır. Hem sömürü mekanizması açısından hem emperyal ayağı açısından hem de kapitalizme karşı verilen mücadelenin doğasından kaynaklı. Dolayısıyla Kürt meselesinin çözümü açısından bugün ki sömürü düzenine karşı, bugünkü kapitalizme karşı mücadelenin bir parçası kendiliğinde oluyor. O zaman emek örgütlülüğü ile Kürt sorunu açısındaki bu rabıta, bu ilişki güçlü bir şekilde kurulmalı. Oysaki baktığımız zaman bugün toplumdaş eksik olan örgütlülüklerin en büyük handikapları, Kürt meselesiyle bu ilişkiyi kuramamış olmaları. Bu da ister istemez bölgenin daha fazla yoksullaşmasını, daha fazla iktisadi şiddetle yüz yüze gelmesini hatta savaş politikalarına mecbur bırakılmasına sebep oluyor. Bölge derken sadece Türkiye’den bahsetmiyorum. Koca bir Ortadoğu’dan bahsediyorum.
- Hem dış finansal etkiler hem de iç politik tercihler nedeniyle Türkiye’de yaşanan krizin bir başka boyutu da kötü gelen makroekonomik göstergeleri; daralma, işsizlik vs. Durumun ciddiyeti ne düzeyde?
Birincisi; yani iktisadi olmayan ölçüsü şiddet, otoriterlik. Ekonomi ne kadar kötüleşirse, otoriterlik o kadar yükselir. Mesele tüm toplumda özgürlük alanlarına bu denli şiddetle saldırılması, kadına yönelik şiddet, emek cinayetleri ve Kürt halkına dönük şiddet. Toplum adeta zapturapt altına alınmış, tüm özgürlük alanları boğulmuş durumda. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dediğiniz, aslında bir ara kademe yönetim. Yani parlamenter sistemden kopup, diktatörlüğe geçerken saha temizliği yapan bir ara yönetim. İktidar şimdi bunu zorluyor.
İkinci gösterge; yoksulluk göstergeleridir. Yoksulluk göstergeleri salt iktisadi göstergeler değildir. İktisadi olarak baktığınızda işsizlik, güvencesiz istihdam, güvenli çalışma sorunu, düşük ücretlerle çalışan işçiler. Bakın işçilerin yüzde 70’i asgari ücretle çalışıyor. Geriye kalan yüzde otuzunda yüzde 10’u asgari ücretin altında çalışıyor. Yani tam bir köleleştirmeyle karşı karşıyayız. Bu da bir gösterge. Gıda yoksulluğu başladı. İnsanlar artık açlık çekiyor. Türkiye’nin 20 yıl önce düşünemediği şeyleri yaşıyor ülke. 20 yıl önce bu ülkede ‘biz ekonomide işsizlik falan dediğimizde ‘Aç mezarı olmaz Türkiye’de’ diye klasik bir laf vardı. Yani Türkiye’deki halk bir şekliyle karnını doyurur ama bugün Türkiye’de ciddi bir açlık meselesi var. Gıda yoksulluğu meselesi var. Gelecek kaygısı meselesi var. İşte Şehir Hastaneleri yükselirken, sağlık çöküyor, paralı okullar yükselirken, eğitim çöküyor, kriz yükselirken tüm sosyal ağları dağılıyor çöküyor.
Üçüncüsü; tarıma bakın. Türkiye tarımını kaybetmiş durumda. Uzun süre aslında Kürtlere dönük şiddetin bir parçası da buydu. İşte yayla yasakları, ekilebilir arazilerin kurutulması, yine enerji bakanlığının bölgede estirdiği elektrik terörü. Tüm bunlara baktığında ciddi bir sınıf olan köylüler, çiftçiler ciddi mağduriyetler yaşıyor.
- Tüm bu savaş, sömürü, şiddet politikalarının finansmanını nerden buluyorlar? Bunun toplumsal tahribatları ne olur?
Bu Türkiye’de çok fazla konuşulan bir konu. Şiddeti ve baskıyı sürdürmenin maliyeti çok pahalı ama iktidarda kalmanın yolu da bu politikalar. Çünkü sürekli olarak tank, top, İHA, SİHA üretmelisiniz. Paralı asker istihdam edeceksiniz, bekçi istihdam edeceksiniz onları giydireceksiniz. Bakın giderek yükseliyor. Bu da devletin mali bunalımını getiriyor. Bunun kaynağı nedir? Birincisi vergiler, ikincisi de borçlanma. Peki, vergide durum ne? En son ÖTV geldi. Artık her şeye saldırıyorlar. Nerden vergi alabilirse artık! Onların derdi vatandaşın bu vergiyi nerden bulacağı değil, yeter ki bu vergi gelsin. Varını yoğunu sattı, Merkez Bankası’nın yedek akçesine kadar tüketti ama bu devletin kendi mali krizi aşmasının yolu, silaha kaynak bulmasının yolu, müteahhitte kaynak aktarmanın yolu vergilerin artırılması. O yüzden her gün dolaylı vergi dediğimiz KDV’si ÖTV’si artıyor.
İkincisi borçlanma. Kaynak bulmak için bir içeriden borçlanırsınız, bir dışarıdan borçlanırsınız. İçeriden borçlanmak için yüksek faiz vermeleri gerekiyor ama yüksek faiz vermek istemiyor. Faizleri aşağı düşüreceğim diye müteahhitleri, kredi kullanan yandaşlarını korumak için sürekli faizlerle oynadılar. Ve aslında devletin mali mekanizmalarını çürüttüler. Bu durumda dış borçlanma için giderek daha fazla faiz ödüyorlar. Türkiye’nin kaynaklarını giderek daha çok ucuza pazara çıkartıyorlar ve doların bugün bu fiyata gelmesinin nedeni, aslında topyekûn ülke kaynaklarının değersizleşmesidir.
- Özellikle bankaların tahsil edilemeyen borçlarını düşündüğümüzde, bir banka krizi ve devletin mali krizi yaşanıyor diyebilir miyiz?
Ülke şu an tam bir mali kriz içinde. Yani devletin mali krizi şu anda yaşanıyor. Bir ülkede devletin mali krizi varsa zaten bankacılık krizi yaşanıyor demektir. Devletin mali bunalımı varsa eğer o ülkede tüm sektörler krizdedir. Nereye kadar gider bu durum diye soracaksanız. Çöküşe kadar gider. Büyük bir çöküş bizi bekliyor. Savaş çığırtkanlığı nedeniyle çöküşü ötelemeye çalışıyorlar ama sadece iktisadi olarak çökmeyeceğiz. Herkes farkında mı bilmiyorum ama hem iktisadi anlamda çökeceğiz hem siyasi anlamda hem de toplumsal anlamda çökeceğiz. Bu çöküşten yegâne çıkış yolu bizim ortaya koyduğumuz modeldir. Biz bu konuda iddialıyız. Biz Türkiye halklarına bir Üçüncü Yol üzerinde seçenek yaratıyoruz. Yoksa diğer türlü pansuman tedbirlerle, palyatif tedbirlerle sistem krizi aşılamaz. Bu sisteme karşı bir şeyler yaparak hem krizden çıkabiliriz hem de bu iktidardan kurtulabiliriz.
- Tüm bu durum karşısında alternatif ekonomi oldukça değerli. Siz “Üçüncü Yol” siyaseti öneriyorsunuz. Dünya sistemi, “sınırsız ihtiyaç” ve “sürekli büyüme” üzerine kurulurken, “Üçüncü Yol” toplum ile ekonomi arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyor?
Üçüncü Yol’un ekonomisi en özetiyle anti-kapitalist olacak. Kapitalist sistemi yeniden üreterek farklı bir yol açamazsınız, o yol zaten kapitalist sitemin yoludur. Onun sağı, solu vardır, Cumhur İttifakı, Millet İttifakı vardır. Amerika’da demokratı, cumhuriyetçisi vardır, Almanya’da muhafazakarı sosyal demokratı vardır ama; hep bu iki yol arasındadır. Hepsi kapitalist sistemi yeniden üreten bir iktisadi anlayış ile hareket eder. Biz Üçüncü Yol ile bir anti-kapitalist anlayışı iktisadi olarak işaret ediyoruz. Nasıl ki üçüncü yolda bir siyaseten yerel demokrasi ile güçlendirilmiş yeni bir siyaseti tarif ediyorsak, parlamenter sistem koşullarını ele alıyorsak, nasıl ki demokratik yaşam modeli ile hareket ediyorsak, ulus devlete karşı demokratik ulus anlayışımız ile konuşuyorsak, radikal demokrasi hamlemiz varsa bu radikal demokrasi emek alanına sınıf anlayışı ile bakıyorsak, kadın mücadele alanını değişmez öncü bir mücadele alanı olarak görüyorsak, doğaya bu anlamda iktisadi zorunluluk ile değil, kendi gereklilikleri ile bakıyorsak; Üçüncü Yol’un iktisadi anlayışı anti-kapitalist olmak zorundadır.
Topyekûn kapitalizmi başınızdan atamaya bilirsiniz ama bu sizin anti-kapitalist bir üretim ağı ve ona bağlı bir dayanışma ekonomisi kurmanıza engel değil. Yerel üretim, yerel demokrasi dediğimiz şey bu. Tarımı öncelememiz, kooperatiflerle ve yerel üretim yönetim ile bağlarını kurmuş demokratik toplumun kendi zihniyetini önemsiyoruz. Bu aynı Rojava’da olduğu gibi vahalar yaratmaktır. Olduğun yerden bizatihi dayanışma ekonomisini kurarak kapitalizmin saldırılarına direnmektir mücadele etmektir. Devri olmadığı sürece biz de biliyoruz, bir günde bankacılık sistemini değiştiremezsiniz ama bankaların saldırılarından kendinizi koruyabilirsiniz. Büyük şirketlerin sizi daha tarlada ürünü ekmeden sömürdüğü mekanizmadan önce, sağlıklı güçlü bir kooperatifçilik kurup bu büyük sermeyenin sizi sömürmesine karşı durabilirsiniz. Bu gedikleri aştığınız zaman, tahmininizden daha çok kısa bir sürede kapitalist sitem çatırdar ve çöküşe geçer.
Bugün için bir sosyal demokrasi model ile bir liberal demokrasi modeli ile çare bulmak mümkün değildir. Çareyi üretecek olan radikal demokrasi modelidir.
- Üçüncü Yol ekonomisi ile üretimden koparılan kesimlerin tekrardan üretime dahil edilmesi süreci mi yaşanacak?
Kesinlikle. Bugün düşünün; üretimden koparılan Mardinli çiftçiler nerede? İzmir’in, Antalya’nın otellerinde, işportacıda daha fazla sömürülmekte. Urfa’da toprağından koparılan çiftçiler nerede? Ya mevsimlik tarım işçisi olarak bir yerlere gidiyor ya da inşaatlara gidiyor. Van’da, Diyarbakır’da işsiz kalanlar nerede nasıl yaşıyorlar? Yoksulluğun derinleşmesi en çok bölgede yaşanıyor. Bakın kayyım atamaları da bu bağlamda atılıyor. Yani kayyım atamak sadece iktidarın Kürtlere düşmanlığı değildir. Bir yönüdür ama ikincisi de bir sermaye tercihidir. Çünkü bölgenin kaynaklarını kayyum elliyle Ankara’ya aktarılmasıdır. İhalesi olan bir yol bir daha ihaleye çıkıyor. Bölgeye Ankara’dan bir kaynak geliyor. Bu kaynak ihaleye çıkıyor ihale sonucu bu kaynak tekrardan yandaş müteahhitte aktarılmış oluyor. Baktığınızda şunu görüyorsunuz; ‘belediye eliyle yol yaptık size daha ne istiyorsunuz’ deniliyor.
Bizim öncelikli ihtiyacımız o yol muydu? Bize ait olan o kaynak ile belki biz başka bir önceliğimizi yapacağız. Eğitim sistemimizi yerelin beklediği anadilinde yapacağız. Bütün ülkeyi ilgilendiren kamu hizmetleri varsa, oradaki bir ortaklaşmayı sağlayacak ama yereli ilgilendiren bir hizmete müdahalenin önüne geçmek gerekiyor. Bu aslında beraberinde demokratik planlamayı da getiriyor. Yerelin kaynaklarının birçoğu kapitalist sitemin kendi işleyişini kolaylaştırmak için israf ediliyor. Bu artı değer dediğimiz mesele, sömürge dediğimiz meseledir. Bize hiçbir hayrı dokunmayacak, bu kadar HES neden yapılıyor? Daha çok bölgeye kuraklık getiriyor ama ha bire baraj yapılıyor. Ya güvenlik barajı ya da HES barajı neden? Bize hiçbir hayrı yok, halka bir hayrı yok, oysa ıslah edilmesi sulama ekilebilecek alanların korunması bölge halkına zenginlik getirecektir. Emeğimizin sömürülmesine izin vermememiz gerekir.
HABER MERKEZİ