Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Türkiye Cumhuriyeti devletinin derin dehlizlerindeki “derinleri” ile bunların görünen kısımları “iktidarların” Kürtlere/Kürt coğrafyasına dönük savaş ve şiddet politikaları kesintisiz sürmüştür.
Savaş politikaları sadece Türkiye sınırları içindeki Kürt coğrafyasıyla sınırlı kalmamış aynı zamanda Kürdistan Federe Bölgesi’nde (Başur), Kuzey Doğru Suriye’de (Rojava) hatta İran ile ortak hareket ederek Rojhelat’ta da kendini göstermiştir.
İktidarların Kürt coğrafyasına yönelik savaş politikalarını muhalefet partileri yüzeysel yaklaşarak bu politikaların; iktidarların seçim çalışması veya gündem değiştirme manevraları olarak değerlendirmişlerdir.
İktidarlar da (AKP/MHP) bu savaşları ülkenin ‘beka’ meselesi ile gerekçelendirmektedirler. Muhalefettin savaş politikalarına yaklaşımı yüzeysel ve yetersiz kaldığı gibi iktidarların ‘beka’ gerekçesi ise savaşın asıl gerekçesinin perdelenme çabasıdır.
Günün iktidarı olan AKP/MHP ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz başta olmak üzere çoklu krizi yönetememekte. Özellikle ekonomik kriz nedeniyle gelişen toplumsal tepkilerden dolayı gündemi ‘dış güçler, beka meselesi, savaş politikası, din istismarı’ gibi argümanlarla manipüle etmekte. İktidar blokunun gündemi değiştirme argümanlarından biri de Kürtlere/Kürt coğrafyasına düzenlediği savaş seferleridir. İktidar bu politikalarla kısmen gündemi değiştirmekte ve restorasyoncu muhalefeti peşine takmakta başarı da sağlamaktadır.
AKP/MHP yaklaşan seçimler nedeniyle yeniden ‘tanıdık’ taktiklere başvuruyor. Hedef dışarıda savaş, içeride ise Kürtleri hedef göstermek. Burada yine karşımıza ‘tanıdık’ bir hedef çıkıyor: Kaos planıyla milliyetçi oyları toplamak! Bu taktik bu kez başarılı olur mu sorusuna en iyi muhalefet yanıt verecek.
2015 yılında 1 Kasım seçimlerine doğru gidilerken Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamı olan Ankara Gar Patlaması’ndan sonra dönemin Başbakanı ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun “Oylarımız arttı” şeklindeki açıklamaları ilk günkü gibi hafızalarımızdaki yerini korumaktadır.
Ancak Kürtlere/Kürt coğrafyasına yönelik savaş politikalarını sadece seçim gündemli veya ülkenin çoklu kriz nedeniyle yönetememe halinin görünürlüğünü engellemek için yaptığını söylemek Kürtler ve muhalefet açısından gerekçeyi doğru okuyamamak demektir.
Bu durum da tarafların ilkesel bir tutum geliştirmesi ve kalıcı bir çözüm üretmesi açısından ciddi eksikliğe düşmesine neden oluyor.
Gerçek şu ki; Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere yönelik Şark Islahat Planı adı altında toplumsal, siyasi, kültürel, kimlik, varlık ve ekonomik anlamda tam bir soykırım politikaları kesintisiz uygulandı.
Her ne kadar siyasal iktidarlar dönem dönem güncel politikaları için savaş ve kaos politikalarından beslenseler de Kürtlere/Kürt coğrafyasına yönelik savaş politikalarının temeli Şark Islahat Planı’na dayanmaktadır.
Şark Islahat Planı, AKP’nin Neo-Osmanlıcılık hayali ve yüzyıllık devlet aklının yayılmacı politikaları ile ortak zeminde kesişmesiyle birlikte AKP de Misak-ı Milli sınırlarını gerekçe göstererek Kürt coğrafyasına gönüllü ve iştahla saldırmaktadır.
Bu durum AKP-MHP açısından “kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz” misali hem devletin yayılmacı politikalarına hizmet etmekte hem de yoksulluk, hayat pahalılığı, adaletsizlik gibi halkın temel sorunlarını unutturmak ve seçime giderken safları sıkı tutmak için Kürt savaşına dört elle sarılmış durumdalar.
Peki iktidar bloğu açlık ve yoksullukla boğuşan halkı Kürtlere/Kürt coğrafyasına yönelik seferlere ikna edebiliyor mu? Edebiliyorsa hangi gerekçe ve argümanlarla yapabiliyor? Tabi ki her zaman işe yarayan sihirli kelime olan “beka” mefhumu ile. Son zamanlarda “beka” kavramının ülkenin beka meselesi mi yoksa AKP-MHP’nin mi “beka” meselesi mi olduğu kamuoyu tarafından tartışılmaya başlanmıştır.
“Beka” meselesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü meselesi olmadığını açıkça ifade etmek ve bunu topluma anlatmak gerekir.
Lakin devletin bütün güvenlik ve istihbarat birimleri “Kürtlerin devletin sınırları ile bir sorunları olmadığını” çok iyi bilmektedirler. Kürtlerin itirazı devlet eliyle topluma zorla giydirilmeye çalışılan “tekçilik” gömleğiyle somutlaşan yönetim biçiminedir.
AKP-MHP iktidarı, “beka” iddiasını “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirerek, devletin kurucu tekçi ideolojisinin “beka” sorununu, kendi siyasal iktidarlarının ‘beka’ sorunu ile harmanlayarak Kürt coğrafyasına hevesle saldırmaktadır. Yoksa manipüle edilmeye çalışıldığı gibi devletin toprak bütünlüğünün “beka” sorunu yoktur.
Peki Kürtlerin ülkenin toprak bütünlüğü ile sorunu olmadığını bilen devlet aklı neden Kürtlere saldırıyor? İşte tam da bu soruya Türkiye halkları ve Türkiye’nin toplumsal muhalefetinin cevap bulması gerekiyor.
Devlet, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ülkenin çoklu yapısına cevap olamayacak şekilde tekçilik ile yönetilmektedir. AKP bunu “Rabia” ile formüle etmektedir. Bu da başta Türkiye halklarının, inanç kesimlerinin, emekçilerin, kadınların özetle bütün toplumsal dezavantajlıların temel haklarının “tekçilik” ideolojisiyle yok sayılmasına neden olmaktadır.
Gelinen süreçte ülke halklarının toplumsal barış içinde yaşaması için cumhuriyetin demokratikleşmesi en temel ve acil ihtiyaçtır. Cumhuriyetin demokratikleşmesi de başta “tekçilik” ideolojisi olmak üzere “dinci” ve “milliyetçi” kaynaktan beslenen AKP/MHP’nin zorbalığa dayanan iktidarlarının son bulmasıyla mümkün olacaktır.
Cumhuriyeti demokratikleştirecek ve “tekçi” ideolojiyi değiştirip dönüştürebilecek en önemli dinamik kuşkusuz Kürtlerdir. Türkiye halkları bunu görecek bir yerden her koşulda Kürtlerle dayanışma içinde olmalıdır. Çünkü önümüzdeki seçim ülkenin yeni yüzyılını inşa edecek seçim olma özelliğini taşımaktadır. Ya cumhuriyet demokratikleşecek ya da “tekçi” ideoloji varlığını sürdürmeye devam edecektir. Bütün mesele bu.