Donald Trump, yalanlardan ve müstehcenlikten zevk alan bir ABD başkanı. Trump’ın mirasını düşündüğümüz şu günlerde hala devam eden densizliği, bu kadar meymenetsiz birinin nasıl olup da başkan olabildiğini sormamıza neden olmalı
23 Kasım’da Donald Trump, yönetimi devretme sürecine başlamayı nihayet kabul etti ancak bunun kamuoyuna ilan edilme şekli bize kendisi hakkında çok şey anlatıyor.
Geçiş sürecini organize etmekten sorumlu olan Genel Hizmetler Dairesi Başkanı Emily Murphy, seçilmiş başkan Joe Biden’a yazdığı bir mektupta Trump’tan yönetimi devralma sürecinin resmen başlayabileceğine karar verdiğini söyledi. Bu karara “bağımsız şekilde” vardığını ve yürütme kolundan baskı görmediğini sözlerine ekledi. (Murphy, Biden’dan “seçimin görünürdeki galibi” diye söz ediyor – görünüşün zıttı özdür, bu nedenle Murphy’nin bu nitelemesi, nihai sonuç ne olursa olsun, “esasen” Trump’ın kazandığı anlamına geliyor.)
Murphy’nin mektubunun haberlere düşmesinden dakikalar sonra Trump, ona mektubu gönderme izni verdiğini tweetledi ama sonuca karşı çıkmaya devam edeceğini de ekledi. Kampanya ekibi, seçim sonucunu tersine çevirme girişimlerini desteklemeleri için seçmenlerini bağış yapmaya çağırıyor hala.
“Ülkemize olan sadakati ve bağlılığı için GSA’dan Emily Murphy’ye teşekkür etmek istiyorum. Taciz ve saldırılara maruz kaldı, tehdit edildi – ve onun, ailesinin ya da GSA çalışanlarının başına bunun geldiğini görmek istemiyorum. Davamız GÜÇLÜ ŞEKİLDE devam ediyor, mücadelemize devam edeceğiz…” (Donald J.Trump [@realDonaldTrump] 23 Kasım 2020)
I want to thank Emily Murphy at GSA for her steadfast dedication and loyalty to our Country. She has been harassed, threatened, and abused – and I do not want to see this happen to her, her family, or employees of GSA. Our case STRONGLY continues, we will keep up the good…
— Donald J. Trump (@realDonaldTrump) November 23, 2020
Dolayısıyla Trump yönetim devri sürecine yenilgiyi kabul etmeksizin onay vermiş oluyor; yani iradesinden bağımsız olarak yapılan bir eyleme yol veriyor.
Trump ayaklı bir çelişkiler abidesi: Kendisini geleneksel Hıristiyan değerlerinin koruyucusu olarak sunan post-modern bir alaycı; koşulsuz uygulayıcısı olduğunu iddia ettiği hukukun ve istikrarlı düzenin yıkıcısı.
Trump’ın komplo teorileriyle ilişkisinde de aynı gerilimi görüyoruz. Şiddet ya da komplo teorileri propagandası yapan radikal sağcı gruplar sorulduğunda, grubun genel vatansever tavrını övüyor ama sorunlu yönlerine resmi olarak mesafe koymaya da hazır.
Bu mesafe elbette boş ve tamamen lafta kalan bir şey: Aslında bu gruptan Trump’ın konuşmalarının içerdiği örtük şiddet çağrıları üzerine harekete geçmesi bekleniyor alttan alta – sözüm ona solcuların şiddetine sürekli saldırırken, bunu kutuplaştırıcı bir şekilde ve kendi içlerinde bir şiddet çağrısı olarak yapıyor.
Bu -burada çok sorunlu bir ifade kullandığım için maruz görün- Trump’ın iyi hali. Onlara “geri çekilmelerini”, yani şiddetten uzak durmalarını gerçekten söylüyor ama “beklemede kalın” diye de ekliyor – yani hazır olmalarını, ama ne için? Bunun anlamı açık: Trump seçimi kaybederse, şiddet uygulamak için.
Trump’ta imparatorun yeni giysileri hakkındaki eski fikrin yeni bir varyasyonuyla karşılaşıyoruz. Özgün Andersen versiyonunda, imparatorun çıplak olduğunu kamuya açık bir şekilde ilan etmek için masum bir çocuğun bakışına ihtiyaç duyulurken, bugünün müstehcen hükümdarlığı döneminde üzerinde giysi olmadığını imparatorun kendisi gururla ilan ediyor. Ancak bu açıklığın ta kendisi, ikiye katlanmış bir gizem işlevi görüyor. Nasıl?
Ernst Kantorowicz’in Kralın İki Bedeni üzerine teziyle türdeş biçimde, günümüz popülist imparatorunun iki giysisi var. Dolayısıyla kişisel haysiyet “giysilerinden” mahrum olmasıyla övünürken sembolik yatırımının aracı olan ikinci giysisini elinde tutuyor.
Bu nedenle, Trump’ın müstehcenliğini sapkın kılan şey, herhangi bir kısıtlama olmaksızın yüzsüzce yalan söylemesi değil sadece – utanacağı beklenen doğruları da dümdüz söylemesi. Ağustos 2020’de, ABD posta hizmetinin bütçesini düşürmeyi planladığını açıkladığında, bunu posta oylamasını daha zor hale getirmek ve böylece Demokratların oyunu azaltmak amacıyla önerdiğini kanıtlamak için karmaşık bir analize gerek yoktu: Niyetinin bu olduğunu zaten kendisi açıkça söylüyordu.
Yalan söylemek, bazı ahlaki normları hala örtük olarak tanıdığın anlamına gelir, onları sadece pratikte ihlal ediyorsundur. Ancak Trump’la olanlar, yalan söylemekten daha kötü: Kelimenin tam anlamıyla doğru olanı söylerken hakikat boyutunu ortadan kaldırıyor veya askıya alıyor.
Trump, QAnon teorisini ciddiye aldığını söylememeye özen gösterdi. Bunun yerine, kendisini iki olguyla sınırlandırdı, ki ikisi de doğru: QAnon teorilerini savunanlar onun destekçileriydi ve Amerika’yı seviyorlardı. Ayrıca, sübjektif bir olgu olarak desteklerini takdir ettiğini de ekledi, ki bu da doğru. QAnon’un olgusal hakikati meselesi ise gündeme bile gelmedi.
İşte böyle, pre-modern batıl inançlar (komplo teorileri) ile post-modern kinik kuşkuculuk arasında gidip gelen, hakikat sonrası söylem alanı diyebileceğimiz bir alana yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Trump işte bu yüzden bir faşist değil; belki daha bile tehlikeli bir şey.
Trump ile lider figürünü her ne pahasına olursa olsun kusursuz tutmanın gerektiği Stalinizmin zıt kutuplar olduğunu görüyoruz. Stalinist lider, küçük bir ahlaksızlığın veya kararsızlığın bile konumunu yok edeceğinden korkarken, yeni liderlerimiz haysiyetten vazgeçme konusunda oldukça ileri gitmeye hazır. Trump, müstehcen tavırlarına rağmen değil, onlardan dolayı ünlü.
Eski saray meclislerinde, işlevi ortamdaki asil havayı alaycı şakalar ve müstehcen sözlerle bozmak, böylece – tezatlık içinde – kralın itibarını teyit etmek olan bir palyaçosu olurdu kralın. Trump’ın bir palyaçoya ihtiyacı yok; o zaten kendi kendisinin palyaçosu ve eylemlerinin, bazen komik taklitçilerinin performanslarından bile komik veya tatsız olmasına şaşmamalı. Standart durum bu yüzden tersine çevrilmiştir: Trump, hakkında müstehcen söylentilerin dolaştığı onurlu bir kişi değil; o, müstehcenliğinin, haysiyetinin bir maskesi gibi görünmesini isteyen, açıkça müstehcen bir kişi.
Bütün bunlar maalesef, “aşırılıklarının” ciddiye alınmaması gerektiği anlamına gelmiyor. Seçim kampanyalarında nadir görülen bir şekilde, Melania Trump, Biden’ın “sosyalist gündemini” kınadı. Peki ya aşırı ılımlı Biden’dan daha solcu olarak algılanan Kamala Harris? Kocası Donald o konuda netti: “O bir komünist. Sosyalist bile değil. Bir sosyalistin çok ötesinde. Katillerin, canilerin ve tecavüzcülerin ülkemize akmasına izin vermek için sınırları açmak istiyor.” Bu arada, açık sınırlar ne zaman komünizmin bir özelliği haline geldi ki?
Biden hemen tepki verdi: “Sosyalist ya da komünist olduğuma inanmanıza neden olabilecek bir söz değil, tek bir hece bile etmedim.” Olgusal olarak doğru ama esas noktayı kaçırıyor. Biden ve Harris’i sosyalist ya da komünist diye kötülemek, sadece lafta kalan bir abartı değil; Trump’ın yaptığı şey, yanlış olduğunu bildiği halde bunu söylemek değil sadece.
Onun “abartıları”, kavramların gerçekçiliği olarak adlandırılması gereken şeyin mükemmel örnekleri. Kavramlar sadece adlandırmalar değildir, politik alanı yapılandırırlar ve bu nedenle gerçek etkileri vardır.
Trump’ın gördüğü şekliyle siyasal alanın “bilişsel haritası”, partiye karşı çıkan herkesin faşist bir komplonun parçası olarak görüldüğü Stalinist haritanın neredeyse simetrik bir tersine çevrilmesidir. Benzer bir şekilde, Trump’ın bakış açısından, liberal merkez yok oluyor – ya da arkadaşı Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın dediği gibi liberaller sadece diplomalı komünistler, yani sadece iki gerçek kutup var: popülist milliyetçiler ve komünistler.
Sırpça harika bir söz var: “Ne bije al ‘ubija u pojam.” Kabaca tercüme edildiğinde, “Yenmez ama kavramı / fikri öldürür” anlamına geliyor. Sizi doğrudan şiddetle yok etmek yerine kendinize olan saygınızı zayıflatan eylemlerle bombardıman eden birisini ifade eder; böylece küçük düşürülür, varlığınızın özünden – ya da “fikrinden” – mahrum kalırsınız.
“Fikren öldürmek”, fikrin daha da yüceldiği (ampirik gerçekliğinizin) gerçek yıkımın(ın) zıddıdır (mesela düşmanı öldürürsünüz ama düşman binlerce insanın zihninde bir kahraman olarak kalır). Hitler ve Nazizm’e böyle yapmak gerekir: sadece yok etmek – “aşırılıklarından” kurtulmak ve projesinin aklı başında özünü kurtarmak – yetmez, onu fikren de öldürmek gerekir.
Trump ve mirası için de aynısı geçerli. Gerçek görev sadece onu yenmek değil (çünkü 2024’te geri dönme olasılığı her zaman var), aynı zamanda “onu fikren de öldürmek” gerek. Onu tüm değersiz kibir ve tutarsızlığı içinde ifşa etmek ama aynı zamanda – ve bu en önemli kısım – böylesine değersiz bir kişinin nasıl olup da ABD başkanı olabildiğini sormak. Alman filozof Hegel’in ifade edeceği üzere, Trump’ı fikren öldürmek, “onu kendi fikrine getirmek” anlamına gelir – yani, sadece olduğu gibi görünmesini sağlamak suretiyle, onun kendi kendisini yok etmesine izin vermek.
*RT’ye yazılan bu köşe yazısı, Yeni Özgür Politika’dan Serap Güneş tarafından çevrilmiştir.