Tekrar gündeme gelen andımızın çocuk üzerindeki etkilerini psikiyatrist Evindar Karabulut’a sorduk
Hasan Akbaba
Türkiye siyaseti Cumhur İttifakı’nın ortağı Bahçeli tarafından bir süredir tekrardan Andımız tartışmalarıyla hareketlendi. Andımız, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Eylül 2013’te açıkladığı “Demokratikleşme Paketi” ile kaldırılmıştı.
Irkçı ifadeler barındıran Öğrenci Andı, Cumhuriyetin ilanı sonrası tek tip toplum yaratma hedefiyle belirlenen eğitim politikası doğrultusunda 23 Nisan 1933 günü Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından hazırlanmıştı.
Öğrenci Andı’nın neden kaldırılması gerektiğini Erdoğan, yönetmelik değişikliği öncesinde partisinin grup toplantısında o dönem şu sözlerle savunmuştu: “Andımız olarak bilinen metnin yazarı son derece tartışmalı isim olan Reşit Galip’ti. Reşit Galip Türkçe ezan zulmünün mimarlarındandır. Ayrı Reşit Galip insanları kafataslarına göre sınıflandıran sözüm ona bir bilim insanıydı. Ant uygulamasının cumhuriyetimizle uzaktan yakından ilgisi yoktur. CHP ve MHP bu uygulamanın tarihini bilmedikleri için kestirmeden bir istismar kampanyası başlatıp milleti yanıltma yoluna gidiyorlar.”
Bu sözlerle de sınırlı kalmayan Erdoğan, “30’larda Hitler ve Stalin gibi toplumu formatlamak için bu tür uygulamalar yapılıyordu” deyip, yine devamında şunları söylemişti: “Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde çocuklar içtimaya dizildiği, ırkçı sloganlar okunan metinler göremezsiniz. Bal bal demekle ağız tatlanmaz. Balı yersen ağız tatlanır, Türküm demekle Türk olunmaz. Doğruyum demekle çalışkan olunmaz.” Biz de andımızın çocuk gelişimi üzerindeki etkilerini psikiyatrist Evindar Karabulut’a sorduk
Çocukların okulda geçirdiği süre göz önüne alınırsa okulun çocuklar üzerindeki etkileri, okulun görevleri nelerdir?
Çocuk gelişirken aslında üç aşamadan oluşuyor. Birinci okul öncesi aile dediğimiz alan; anneye bağlılık, anadil, kültür, kültürel değerler bu okul öncesi dönemdir, aslında kişiyi birey yapan bu değerlerdir. Evde konuştuğunuz dil anne babanızla olan iletişiminiz, insanlarla kurduğunuz değerler, dini ibadetleriniz bunların hepsi okul öncesi olarak adlandırdığımız bölüme giriyor. Sonrasında okul devreye girer ve okulda sistematik toplumsal hayata entegre olmak, meslek edinebilmek, kendini ifade edebilmek için öğrenilen alanlardır. Dolayısıyla kimlik, kültür, kişilik ile okul biraz ayrı şeylerdir. Okul daha çok var olan sistem içerisinde bireyi hem eğitebilmek hem öğretebilmek hem de toplumsal olarak var olan ülkenin, devletin, sistemin yapısına uygun bir birey yetiştirebilmek. Okulda birey gelişirken de aynı zamanda yeni şeylere entegre olmayı öğreniyor. Kısacası okul bireyi var olan sisteme entegre eden bir yapı.
Andımızın okunduğu yaş aralığı çocuklarda ortalama yedi ile on üç yaş aralığına denk geliyor. Çocukların o dönemki bilişsel gelişim evresi hangi düzeyde?
Andımız aslında bir bireye o toplumun kurallarını öğretmek için söyletilen sistematik bir anma. Çocuk evden okula geldiğinde onun kültürüne tamamen yabancı olan ona öğretilen kavramlar. Ve bu kavramlar bazen çok yapıcı bazen çok yıkıcı olabilir. Örneğin anayasada herkes dil, din, ırk ayrımı olmaksızın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır der. Bu herkese bir şekilde ayrım yapmadan eğitim verebilmenin sağlanması demektir ama görülen şu ki sadece bir dil konuşulur ve bunun dışındaki bütün diller yok edilir. Andımız sonuçta bir sembol. Cumhuriyet kurulduğundan beri var olan eğitim sisteminin bir parçası ama biliyorsunuz Cumhuriyet kurulduğundan beridir Türkiye’de birçok azınlık, birçok insan çatışma yaşıyor; kendi dilini konuşamama, kültürünü yaşayamama, anadili ile eğitim yapamamak, ya da ev içinde öğrendiği değerler ile sistemin öğrettiği değerler arasında bir çatışma yaşıyor. Andımız Cumhuriyet kurulduğundan beri oluşan asimilasyon politikalarının bir parçası. Türkiye’de insanların kendilerine ifade edebilme koşulları ile ilgili bir sürü travmatik geçmiş var. Andımız üzerinden olan tartışma şu aslında; tek tip düşünen, herkesi tek tip gören bir düşüncede misin yoksa çok kültürlü, ötekini var edebilen bir düşüncede misin? Toplum içerisinde sistematik olarak sürekli bir ötekileştirmeyi yarattığınızda, sürekli birileri bundan rahatsız olacak; birileri de bunu hegemonik güç olarak kullanacak. Andımızın geldiğin nokta bu hegemonik güç olarak var mısın yok musun, öteki misin değil misin noktasıdır.
Bu şekilde aslında okullar birer sistem laboratuvarı olmuyor mu?
Okul sonuçta hayatın vazgeçilmez bir parçası. Matematik, fizik öğrendiğimiz, toplumsal kuralları öğrendiğimiz bir alan. Bir toplum, toplum sözleşmesi ile var olabiliyor. Ama toplum sözleşmesinin hangi kişilere, hangi gruplara eşit davranıp davranmadığı işte okul gibi kurduğunuz sistematiğin içerisinde belli olan bir şey. Anayasa’da herkes eşit hak ve özgürlüklere sahiptir diyebilirsiniz ama anadilinizde eğitim yapamıyorsanız bu adil ve toplum sözleşmesine uyan bir şey değildir. Ya da bu ülkede herkes vatandaşlık bağı ile bağlıdır demek başka bir şeydir ya da sevmiyorsan terk et demek başka bir şeydir. Evet okul vazgeçilmez bir şeydir ama okulun içini dolduran, eğitim müfredatını oluşturan sizin uygulamalarınızdır. Türkiye’de geçmişten beri biliyoruz ki bu uygulamalar bazılarını çok mutlu ederken bazı bireyleri, bazı toplumları, bazı etnik kökenleri yok etmiştir ya da asimile etmeye yönelik uygulamalar yapmıştır. Bunların içinde Kürtler, Ermeniler, Aleviler vb. birçok grup var.
Peki çocuklukta yaşanan bu travmanın bireyde ne gibi etkileri görülür ilerleyen yaşlarda?
Bu işte Türkiye’nin kronik sorunu. Yıllardır süren bir Kürt sorunu var. Yıllardır süren bir Ermeni, Alevi sorunu var ve yıllardır insanlar bir şekilde bir çatışma yaşıyor. Çünkü travma dediğimiz şey olağan akışından farklı incinmeniz, kırılmanız demek ve bu kırılma nesilden nesile de aktarılıyor. Yani bu coğrafya Cumhuriyet kurulduğundan beri bu zorlukla hep karşı karşıya kalmış. Türkiye içinde barındırdığı halklarda travma yaratmak açısından oldukça zengin bir tarihe sahip. Ve andımızın üzerinden bakarsanız bir şekilde evde konuştuğunuz dil ile okulda öğrendiğiniz dil farklı ise bu bir kırılma yaratır. Bunun da yarattığı bir şey var; sisteme ne kadar güvenceğim, ben ne kadar ötekiyim, devlete, sisteme güveneyim mi güvenmeyim mi, beni ne kadar travmatize edecek, ben geleceğe ve gelecek nesillere kendimi ve çocuklarımı ne kadar güvende yetiştireceğim ve bu yaşadığım ülkede kendimi ne kadar güvende hissedeceğim. Bu oldukça anlamlı ve önemli bir kavram, eğer siz bu kavramların altını dolduramıyorsanız, bu kavramlar sürekli bir çatışma yaratıyorsa geleceğe dair çok ciddi travmalar yarattığını görebilirsiniz. Ve her hâlükârda bu sistem bazı grupları hep mağdur ediyor ve muhtemelen gelecekte de mağdur edecek. Ve bu dramatize olmuş bireyler nesilden nesile aktarılıyor ve bu da insanlarda kendini güvende hissedip hissetmeme arasında bir çatışma yaratıyor; bu da ister istemez toplum barışını, toplum huzurunu, birlikte yaşam enerjisini düşüren bir şey.
Benden misin öteki mi dayatması
Danıştay 8. Dairesi’nden son çıkan karar ile Öğrenci Andı’nın kaldırılması onaylandı ve hemen akabinde bazı partilerden, bazı siyasi çevrelerden buna itirazlar yükseldi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Eğer bir ant olacakca sizin açınızdan bunun içeriği nasıl olmalıdır?
Bunlar anayasa ile olacak şeyler; bu toplum içerisinde yaşayacak herkesi öteki yapmayacak, bu ülkede özgür, güvenilir, adaletli, eşit bir şekilde yaşayacak, bu farklılıklara da alan yaratacak bir içerik olması lazım. Artık Andımız üzerinden konuşmamak lazım çünkü o bir siyasi sembol olduğu için konuşuyoruz. Ben, sen, o Kürt, Türk, Alevi kimsenin öteki olmadan yaşayabilmek ama maalesef polikacıların ortak özelliği bu. Kimlik üzerinden bir siyaset yaptıklarından insanları ben ve sen üzerinden ayırıp bunun üzerinden bir kutuplaşma yaratarak var oluyorlar. Andımız da şu andaki siyasi kutuplaşmanın bir boyutu, bir yansıması, ben öyle bakıyorum. Açıkçası bireyler, kişiler, politikacılar veya medya bu politik kutuplaşmadan çıkmak istiyorsa eğer bu tartışmaya girmeden ortak, birlikte yaşanacak bir toplum sözleşmesini yaratacak alan üzerinden konuşulması gerekiyor. Bir siyasi partinin bunu tekrar gündeme getirmesini şöyle okurum; şu anki politik konjonktürde benim ne işime yarıyor? Türkiye travma ile bol yaşayan bir ülke çünkü ülke kurulurken birileri ev sahibi birileri de üvey evlat diye kodlanmış ve yıllardır bu üvey evlatlar bu travmayı yaşıyor. Ama şu anda geldiğimiz Türkiye’de yaşadığımız zorluk ortak bir toplum sözleşmesinin tam olarak herkesin içine sinen bir şey yaratılamamış ve toplumun asgari çoğunluğunu kapsayacak bir alan yok. Şu anki kutuplaşma da bu kimlik siyasetine alet oluyor. Ve bu alana girdiğimizde çok tehlikeli, toplumu parçalara ayıran ve rasyonel, gerçekçi düşünmeyi öteleyen bir alan. Şimdi siz andımız taraftarı mısın değil misin derken aslında şu tartışmayı yaratıyorsunuz; benden misin öteki taraftan masın? Bendensen iyisin, öteki isen kötüsün. Bu da bu toplumda var olan güven duygusunu, birlikte yaşayabilmeyi, geleceğe umutla bakabilmeyi bloke eden bir şey. Bu da toplum çatışmasını inanılmaz arttırıyor ve biliyorsunuz ki insanlar duyguları ile karar verirler; şu anki politikacıların yaptığı şey bu aslında insanları duygusal olarak çok fazla ajite edip kutuplaştırmak ve bunun üzerinden bir siyasi malzeme elde edebilmek. Bu tuzağa düşmemek lazım ama hepimiz birey olarak bir geçmişimiz, aidiyetimiz, kültürümüz olduğu için ister istemez bu kutuba giriyoruz. O yüzen andımızı böyle değerlendirmek lazım; andımız bizim ortak toplumsal birlikte yaşayıp öteki ile barış içinde yaşamamıza hizmet mi edecek yoksa şu anki politik konjonktürde bir malzeme mi olup iyi misin, kötü müsün yarılmasını engelliyecek mi buna bakmak lazım.