Mor Çerçeve
Bursa’da 9 Ağustos’ta kaybolan trans kadın Begüm’ün ölüsü on gün sonra bulundu. İşkence edilmiş ve öldürülmüştü. Ardından İstanbul’da trans kadın Eda’ya ayrılmak istediği sevgilisi saldırdı ve çenesini kırdı. Son olarak ise, yine bir trans kadın olan Esra, Beyoğlu’nda karakola bir dakikalık mesafedeki evinin girişinde öldürüldü. Anaakım medyada ya hiç görülmeyen ya da şiddeti kışkırtan/meşrulaştıran bir dille yer bulabilen trans cinayetleri, muhalif medya için de çoğu zaman haber niteliği taşımıyor. Politik cinayet kavramını sadece devlet kaynaklı şiddetle ilintilendiren erkek muhalefet, uzun yıllar boyunca kadın cinayetlerini de bireysel suç olarak değerlendirdi. Feminist hareketin güçlenişi bu algıyı değiştirdi. Homofobi ve transfobi ise, toplumsal muhalefetin içinde pek az güç kaybetti. Trans cinayetleri hala bireysel adi suç olarak değerlendirilirken, AKP’nin yeni Türkiye’sinde artan trans cinayetlerinin politik arka planı sorgulanmıyor. Yükselen dini muhafazakarlığın, güçlenen erkek egemenliğinin ve LGBTİ+ harekete yönelik yasakların yarattığı toplumsal koşulların translara yönelik şiddeti nasıl körüklediği görmezden geliniyor. Tüm bunlara transların cevabı bir tür manifesto niteliğinde; “Trans kadınız, orospuyuz, işçiyiz; alışın, buradayız, gitmiyoruz”.
Fas’ta kadına yönelik şiddet yasası
Yaklaşın on yıllık bir mücadelenin ardından bu yıl kadınlara yönelik şiddetle mücadele yasası, Fas parlamentosunda kabul edildi. Yasa özellikle cinsel tacizi net olarak tanımlamadığı ve evlilik içi cinsel şiddeti kapsamına almadığı için kadın örgütleri tarafından yetersiz bulunuyor. Ancak bir “ılımlı İslam” ülkesi olarak tanımlanan Fas’ta kabul edilen bu yasal düzenlemenin diğer Müslüman Kuzey Afrika ülkeleri ile karşılaştırıldığında önemli bir kazanım olduğu vurgulanıyor. Yasanın dikkat çekici noktalarından biri, kadınları evliliğe zorlamanın altı aydan bir yıla kadar hapisle cezalandırılması ayrıca para cezası da verilmesi (sadece biri ya da ikisi birden uygulanabiliyor). Bir diğer madde ise kadınların ailenin geliri üzerinde her daim söz sahibi olamadıkları ve bir tür ekonomik şiddete maruz kaldıkları düşünüldüğünde daha da dikkat çekici oluyor: Erkeklerin ailenin sahip olduğu mülk ve gelirleri uygunsuz şekilde harcadıklarının tespiti halinde iki aydan bir yıla kadar hapisle cezalandırılmaları. Kaynak: www.hrw.org <http://www.hrw.org> ve english.alarabiya.net
Evlenmeyi teşvik için devlet katkısı
Üç yıl önce dönemin başbakanı Davutoğlu’nun “müjdelediği” ‘Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı’nın başlıklarından biri de çeyiz hesabına yapılacak devlet katkısıydı. Ailelerin gençler için açtıracağı hesapta birikecek meblağa 27 yaşından önce evlenme şartıyla devlet de yüzde 20 oranında katkıda bulunacaktı. Bu oran belli ki yeterli ilgi oluşmadığı için yüzde 25’e çıkarılmış. Tıpkı zorunlu hale gelen bireysel emeklilik sigortaları gibi asla reel değerini korumayacak küçük tasarrufları teşvik etmek için “çeyiz hesabı” düzenlemesi yapılmıştı. Bir yandan küçük tasarrufları sermayeye ucuz kaynak haline getirmek hedeflenirken, diğer yandan gençlerin 27 yaşından önce evlenmesi norm haline getirilmeye çalışılıyor. Patriyarkayla kapitalizmin bu işbirliğinden, gençlerin payına neoliberal aile modeline uyum dayatması düşüyor. Geçtiğimiz on yıl boyunca üç -beş çocuk dayatmasının devlet politikası haline geldiği düşünüldüğünde evlilik yaşının olabildiğince geriye çekilmesi için uğraşmalarının nedeni de daha kolay anlaşılıyor. Zira dünya örnekleri gösteriyor ki, evlenme yaşının yükselmesi çekirdek ailelerde çocuk sayısının düşmesi anlamına geliyor. Keza evlilik yaşının yükselmesi kadınların evlilik öncesinde kendi hayatlarına yön vermelerinin önünü açarken, erkeklere bağımlılığın ve itaatin aşınmasını mümkün kılıyor. Bu nedenle AKP iktidarı genç kadınları baba evinden doğrudan koca evine geçirmeye çalışıyor. Son ekonomik krizle MEB bütçesinden yapılan kesintilerle öğrenci gençliğin yurt ve burs olanakları azaltılırken, evlenmeyi teşvikten vazgeçilmiyor ve devletin katkı oranı yükseltiliyor. Böylece özellikle yüksek öğrenim gören ve sonrasında ücretli çalışan genç kadınların kendi hayatları üzerinde söz sahibi olma deneyimlerini sekteye uğratmak amaçlanıyor.