Dün gece sabaha karşı telefonum çaldı. Sur’un çocuğu Quto’ydu.
- “Veysi abe sen Saray’a mı çalışiysin? Erdogana akıl mı veriysin?”
Tepem attı: “Ağzını topla Quto, külahları değişiriz yoksa”…
“Senin kafanda Erdogan’ın külahı varmış, öyle diyiler…”
Allah Allah. Delirdi mi bu çocuk?
“Heval Karasu, Kalkan, Hozat, Bayık, Karayılan gizli planlar yapiy, sen bu planları açığa vuriysin!”
“Ulan Quto taklidi yapan benamus, trirol musun, nesin, kes sesini…”
Telefonu kapadım. Kapamamla birlikte yine zırıldadı.
“Hevaller bize ezberlediğiniz eylemler artık olmaz, ‘yaratıcı biçimler’ bulun demedi mi? Dedi. Sen ne yaptın Veysi abe, tuttun hevallerin bu gizli şifresini açığa vurdun. Açığa vurunca ne oldu? Erdogan ‘yaratıcı eylem biçimimizi’ öğrendi, kopya çekti…”
Quto başladı bundan birkaç ay önce yazdığım yazılardan alıntılar yapmaya… Aklımda kaldığına göre beş altı köşe yazımda “sokağa çıkanı tutukluyorlar, o halde sokağa çıkmayalım, kapı eşiğinde dinelip, başlayalım bağırmaya, ‘irademe dokunma’, ‘kahrolsun faşizm’ diye haykıralım, sokağın ucundan polis görünür görünmez, hep birlikte evlerimize gizlenelim, polis gidince yeniden başlayalım, bir tülbentli anne kapının eşiğinden bağırsa, az sonra yüzlerce anne ona katılır, polis de sonunda kafayı yer”…diye yazmışım.
“Şimdi Erdogan bizim ‘yaratıcı eylem biçimimizi çaliy, 23 Nisan günü saat 21’de balkona çıkacak, canlı yayında İstiklal Marşı’nı okuyacak, aynı anda Şentop TBMM’de ‘korkma sönmez’ diye bağıracak. O kadar da değil, Saray bütün Türkleri balkona çıkıp, hep bir ağızdan ‘buuu şafak’, ‘…larda yüzen” diye haykırmaya çağıriy… Görüysin, bizim ‘eylem biçimimizi’ deşifre ettin, Erdogan da onun içini boşaltıp, aynısını yapiy… Veysi abe, ihanetçiliğin de biçimleri oliy, Erdogan’a kopyayı sen verdin, yazıktır, günahtır…”
Telefon kapandı. Beni de bir düşüncedir aldı. Quto haklı mıydı?
Sonunda ona hak verdim. Boşboğazlık yapmıştım. Üstüme vazife olmayan bir konuda halka akıl vermeye kalkmıştım. Ben kim oluyordum ki, HDP’nin karar vermesi gereken bir konuda etten önce kazana düşüyordum. HDP’li kardeşlerimin benim aklıma ihtiyacı mı vardı? Otur “köşende”, burnunu böyle netameli işlere sokmasana… “Yaratıcı eylem biçimi” gerekiyorsa, bunu HDP’li kurullar yapar, neyin “yaratıcı” olacağına elbette onlar karar verir.
Kendi kendime çok kızdım. Bu kadar hayalcilik olmazdı. Düşünüyordum ki, bu partinin 60 vekili var. Bu 60 vekil 60 sokağa dağılsa, her sokakta kapı kapı gezse, sokak halkına “23 Nisan günü saat 21’de, kapımızın önüne, evimizin balkonuna, penceresine çıkalım” dese, televizyonlarımızı pencere kenarına çeksek, sesini sonuna kadar açsak, aynı saniyede ‘Hernepeş’ marşını çalıp, hep bir ağızdan söylesek…
“Deli miyim neyim” diye kendime lanet ettim. Sana mı kaldı bu akıllar, kalkmış Alamanyalardan konuşmaktasın, kes sesini, otur oturduğun yerde…
Özeleştirel yaklaşıma öyle bir “yoğunlaşmışım” ki baktım sabah olmuş.
Bugün 22 Nisan.
Yarın Erdoğan ve Türk milleti saat 21’de benim yüzümden “yaratcı eylem biçimimizi” kopyalayacak, İstiklal Marşı’nı virüse, CHP’ye, HDP’ye, DEVA’ya, İyi Parti’ye karşı “hücum” emrine dönüştürecek… Ardından 1 Mayıs gelecek. Haydi yine balkonlara. Bu defa Erdoğan Kur’an okuyacak, millet “amin” diye haykıracak. Al sana “Cihat”… Fetih Suresi… “Reis bizi Neçirvan’la birlikte Kandil’de şehitler tepesine göm” diye inim inim inliyor. Sokaklar insansız. Virüs kol gezmekte. Ahali balkonlardan salkım salkım sarkmış.
Derken yerin yedi kat altından bir uğultu. Bre aman. Deprem. Ortalık mahşer yeri. Evler çatırdıyor, balkonlar çöküyor, ahali dökülüyor.
Yatağımdan korkuyla fırladım. Kabus görmüştüm.
O sırada Quto aradı. “Roj baş Veysi abe, dün sabaha karşı seni çaldırdım, ama açmadın…Bir şey soracaktım da” dedi.
“Sor” dedim. Sorusu şuydu: “Acaba 23 Nisan’da nasıl bir yaratıcı eylem biçimi öneriysin?”
Betim benzim attı: “Defooool” diye bağırdım.