Umut etme hakkı hukuk terminolojisinde; müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüye serbest kalma imkanının tanınmasıdır. Bir başka deyişle her hükümlünün bir gün dışarı çıkabilme ihtimalini ifade eder. Hukuk dünyasına umut etme hakkı ilk olarak 1977 yılında Almanya Federal Anayasa Mahkemesi’nin 21 Haziran 1977 tarihli Life Imprisonment adlı dava ile gündeme gelmiştir. Almanya Federal Anayasa Mahkemesi kararında; insanın kişiliğindeki gelişim göz ardı edilerek mahpusların bir gün özgür kalma umutları tamamen ellerinden alındığında, devletin insan onurunun özüne ağır bir darbe vurmuş olacağını vurgulamıştır.
AİHM de Almanya Federal Mahkemesi kararları ışığında dinamik yorum yöntemini kullanarak Umut Hakkı ile istikrarlı kararlar vermiştir. AİHM bu kararlarında; yetişkin bir kişinin mahkum olduğu müebbet veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, infazın herhangi bir aşamasında yapılacak olan değerlendirme sonucu hukuken ve fiilen indirilebilir nitelikte değilse ve bu nedenle kişi, bir gün serbest kalma umudundan mahrum edilerek ölünceye kadar devam edecek bir infaz rejimi ile karşı karşıya bırakılmışsa; bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin işkence, insanlık dışı ve onur kırıcı muamele ve cezayı yasaklayan üçüncü maddesinin ihlalini gündeme getireceğini belirtmiştir.
AİHM, Sayın Abdullah Öcalan’ın başvurusunda 18 Mart 2014 tarihinde Türkiye aleyhine karar vermiştir. AİHM bu kararında şartlı salıverilme hakkına sahip olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üçüncü maddesini kapsayan işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olduğunu belirtti. AİHM, “Öcalan 2” adıyla verdiği bu karar doğrultusunda, Türkiye’den düzenleme yapmasını istemiş ve daha sonra tutsaklar Hayati Kaytan, Emin Gurban ve Civan Boltan için de benzer kararlar vermiştir.
AİHM kararlarının uygulanmasının takibi ile sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 10 yıllık süreçte kararı 2015, 2021 ve 2024 yıllarında sadece 3 kere gündemine aldı. Bu durum Sayın Öcalan ve Öcalan şahsında Kürt sorununa genel yaklaşımda AB, ABD ve Türkiye’nin uzlaşı durumlarının devam ettiğini göstermektedir. Çünkü adaleti ve hukuku sağlamakla görevli olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi on yıllık süreye rağmen halen kararın uygulanması için gereken tedbirler alınmasını sağlamamışsa ve Türkiye’nin hukuka aykırı, ipe un seren gerekçelerine seyirci kalıyorsa bunu AB ve Türkiye’nin uzlaşmasından başka bir kavram ile açıklayamayız. Avrupa Konseyi’nin 2021 yılında Türkiye’den Öcalan’ın kararının uygulanmasına ilişkin yol haritası talep etmiş ancak Türkiye’nin cevabı mutlak tecrit olmuştur. Avrupa Konseyi buna rağmen kararın icrası için şimdiye kadar etkili bir tedbir almamıştır.
Kişiye özel kanun olamaz
AİHM kararının yerine getirilmesi talebiyle Bakanlar Komitesi’ne 9 Ağustos 2022’de yapılan başvuruya Türkiye; “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan hükümlülerin şartlı salıverilmesinin mümkün olduğunu ancak istisnai olarak bazı suçlar bu olasılıktan muaf tutulmuştur” şeklinde cevap vermiştir. Türkiye’nin bu tutumu hukukun evrensel ilkeleri olan eşitlik ilkesine ve ayrımcılık yasağı ilkesine aykırıdır. Anton Çehov’un, “Eğer ilk perdede duvarda asılı bir silah varsa, o silah ikinci veya üçüncü perdede mutlaka patlar” diye ifade etmeye çalıştığı şey; eğer yaşamda bir unsur varsa o unsur mutlaka yaşamın devamında etkili olacaktır. ‘Çehov’un silahı’ şeklinde ifade edilen bu kural hukuka ve toplumsal yaşama uyarlanırsa; egemenlerin toplum aleyhine düzenledikleri hem hukuksuzluğa gerekli müdahale edilmezse o hukuksuzluk genelleşir ve toplumun genelini mutlaka etkileyecektir. Nitekim Sayın Öcalan lehine verilen 18 Mart 2014 tarihli kararın uygulanması için gerekli tepkiyi geliştirmeyen toplumun şu an Türkiye’nin mahkeme kararlarının uygulanmadığı keyfi ve otoriter yönetime geçişinde yolunu açmakta pay sahibi oldukları ifade edilebilir. Sayın Öcalan’ın umut etme hakkı kararından sonra Sayın Demirtaş’ın AİHM genel kurul kararı, Kavala kararı, Yalçınkaya kararı, Can Atalay kararı da Erdoğan rejimi tarafından keyfi olarak uygulanmamaktadır. Eğer bir ülkede yargı kararları uygulanmıyorsa bu ülkede hukuktan, adaletten ve özgürlükten söz edilemez.
Halkın barışı umut etme hakkı
Sayın Öcalan’a yaklaşım ve Sayın Öcalan şahsında özel yasalarla hakların ihlal edildiği açıktır. Hatta ihlal boyutları derinleştirerek mutlak tecride maruz kalmaktadır. Ancak Sayın Öcalan’ın etki gücü ve pozisyonu düşünüldüğünde sadece Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü umut etme hakkı ihlal edilmemektedir. Aynı zamanda başta Kürtler olmaz üzere Türkiye toplumu ve Ortadoğu’nun eşit ve özgür iklimde barış içinde yaşama hakkı da ihlal edilmektedir. Çünkü Sayın Öcalan’ın topluma çözüm önerileri herhangi bir etnik, ideolojik, inanç ve cinsiyet kimliğinin hegemonyası üzerine değil eşit temelde kendilerini ifade ettikleri ve örgütlendikleri toplumsal yapıdır. Bu öneri çok kimlikli Suriye’nin Kuzey Doğu bölgesinde hayat buldu ve oradaki farklı kimlikli halklar, inançlar birlikte barış içinde yaşamaktadırlar. Yine devlet yetkililerinin Kürt meselesinin çözümü ile Sayın Öcalan ile iletişimde oldukları dönemlerde ülkede huzur ortamı olduğu görülmüştür. Özellikle 2013 ve 2015 döneminde toplumda ciddi bir barış içinde yaşama umudu yeşermişti. O nedenle Sayın Öcalan’ın umut hakkının ihlal edilmesi, Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecrit aynı zamanda toplumun eşitlik ve özgürlük temelinde barış içinde yaşama umut etme hakkı da ihlal edilmektedir.
Türkiye toplumu şunu görmeli; şu anda mutlak tecrit uygulanan ve umut hakkı ihlal edilen Sayın Öcalan ve Öcalan şahsında Kürt halkı olsa da bu hukuksuzluk hali Türkiye toplumunun tamamını ve Ortadoğu’yu da etkilemektedir. Hiçbir hukuksuzluk ve hukuksuz yasa maddeleri sadece kişiye uygulanmaz, zamanla toplumumun tamamına uygulanır. Türkiye toplumunun tamamı barış içinde yaşamayı umut etme hakkına sahip çıkmalı ve Sayın Öcalan’a uygulanan mutlak tecride ve umut etme hakkının ihlal edilmesine karşı sesini yükseltmelidir.