Toplumsal bedelini ağır ödediğimiz “şaka” gibi bir ülkede yaşıyoruz. Bu ülkede yaşamıyor olsaydık muhtemelen Bahçeli’nin promter faciasıyla, gaflarıyla, müsebbibi oldukları krize karşılık “askıda ekmek” yüzsüzlükleriyle eğlenebilirdik. Ya da “açız, evimize ekmek götüremiyoruz” yakarışında bulunan esnafa “al keyif çayı iç” diyen zihniyete gülüp geçebilirdik.
Ülkede milyonlar açlıkla-yoksullukla pençeleşiyor, baskıya uğruyor, dili kimliği inkar ediliyor, işinden aşından oluyor, doğası, yaşam alanları yok ediliyor ama bu, bu ülkeyi yönetenler için gayet normal bir durum. Egemenlere göre toplum böyle bir konumda olacak ki yönetilebilsin. O yüzden ülkenin ağlanacak haline gülüyorlar; sadece samimiyetsizliklerinden değil, bütün bunları normal karşıladıkları için “açız, yoksuluz, işsisiz” denilmesini “abartılı” buluyorlar. Ne yazık ki toplumun bir kesimi de bunu kendisine yakıştırdığı, bütün bu yaşadıklarını normal karşıladığı için tersinden Saray’ın şatafatının eleştiri konusu yapılmasını “abartılı” bulduğu için iktidara her seferinde “yola devam” diyor. Tabi mahkum edildiği başka kaygılar ve korkularla birlikte.
Ama artık itiraz edenlerin sayısı, bunca rezaleti kabullenenlerin sayısından fazla. Birileri bu sessiz ama derinden yükselen itirazı feci şekilde hissediyor. Bu itiraz belli ki birilerinin koltuğunu sallıyor. O yüzden en bildikleri şeyi yapıyorlar; düşman üretiyorlar, suni gündem yaratıp bunu halka dayatıyorlar. Herkesi de yaratıkları bu suni gündeme hapsetmeye çalışıyorlar, “ya bizden ya karşı taraftan yanasınız” tercihine zorluyorlar.
Şayet mesele inançlara saygı ya da saygısızlıksa, önce bu inanç, onu iktidar aracı haline getiren, onu dünyevi çıkarlarına alet edenlerden azad edilmelidir. Önce din adına hareket edenlerin dine verdikleri zararlar tartışılmalıdır. Başkasının inancına el uzatarak onların dini mabetlerini camiye dönüştürenler ayıplanmalıdır. Din adına kafa kesenler, tecavüzcüler, ganimet adı altında insanların alın terine el koyanlar lanetlenmelidir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir dinin mensuplarının “açlıkla” alay etmesi günah sayılmalıdır. Dolayısıyla toplum kendisine yoksulluk, açlık, baskı olarak geri dönen politikalara taraf olmak zorun değil. Taraf olacaksa da hakkın ve hakikatten yana taraf olmalıdır. Ama maalesef muhalefet partileri milyon kez denenmiş ve her fırsatta iktidara kazandıran bu oyuna düşüyor her seferinde iktidarın arkasında sıralanıyor.
Oysaki bu halkın ekmek ve su kadar acil ihtiyacı olan esaslı ve gerçek gündemleri var. Bu toplumun en öncelikli gündemi özgürlüktür, demokratik bir düzen yaratmaktır. Kendisine reva görülen sefil yaşamı reddetmektir. IŞİD’in dünyadaki legal kolu haline gelen zihniyetinden kurtulmaktır. Başarıya ve özgürlüğe giden yolu yaratmaktır. İktidarını kuracakları bir “fikirleri”, sorunları gidecek çözümleri olmayanların, topluma çektirdiği acıyla eğlenen kara mizah anlayışlarına son vermektir. İşçileri ölüme gönderen ama hak aramalarını yasaklayan onları yaka paça gözaltına alan düzene karşı çıkmaktır. Deresi kurutulan, ormanları yakılan, doğası talan edilen insanların buna dur diyebilmesidir.
En fazla kendi gündemine sahip çıkması gereken kesimlerin başında da kuşkusuz Kürtler geliyor. Özgürlük ve eşitlikten yana Ortadoğu halklarını ilgilendiren bütün gündemler Kürt halkının da doğal gündemidir. Bununla birlikte Kürtlerin en özgün ve temel gündemi ulusal birliğini sağlamaktır. Kürt partilerinin Diyarbakır’da “Kurdistani İttifakı” kalıcılaştırma kararını alması özgürlük isteyen herkesi heyecanlandırması gereken, umudu büyüten tarihi bir karardır. Güney’de ve Rojava’da ulusal birliği sekteye uğratacak kimi gelişmeler yaşansa da, Kürt toplumu bir kez ulusal birlik rotasına girmiştir ve bundan vazgeçmeyecektir. Ulusal birliğe karşı duran herkes tarih ve toplum karşısında büyük bir vebal altındadır. Kürt halkı da kendi adına siyaset yapan bütün partilere, inisiyatiflere “ulusal birliği” dayatmaktan başka bir şansa sahip değildir. Israrla ve inatla ulusal birlik siyasetini öncelemek dayatılan suni gündemlere karşı en önemli cevaptır.
Aslında bakmayın Ankara’nın derin dehlizlerinde bir kaşık suda yaratılan fırtınaya. Türkiye toplumu bir bütünen kendi sorunlarıyla cebelleşiyor, kendi gündemlerini tartışıyor. Halkın feraseti iktidarın Fransa ile yarattığı suni krizin farkındadır. İnsanlar “van minut” krizinin, Davos efelenmesinin yıllar önce ne için yaratıldığını ve neden sonra unutulduğunu, İsrail ile al gülüm ver gülüm işlerin yürütülmeye devam ettiğini unutmadı. Toplum yıllar önce kendi çıkarları için “medeniyetler buluşmasına” öncülük edenlerin bugün yine kendi çıkarları için “medeniyetler çatışmasına” öncülük yaptığının bilincindedir. O halde bugün yaratılmak istenen Fransa krizinde “kim haklı, kim haksız” tartışmasına girmek bile bu suni gündeme teslim olmaktır.
Nasıl ki iktidarın yıllardır yarattığı savaş siyaseti, Akdeniz gerilimi onu kurtarmaya yetmediyse bugünkü kriz de onu kurtaramayacaktır. Yeter ki herkes kendi gerçek gündemine sahip çıksın.