İnsanlığın genelini korona kadar etkileyen bir başka olaya uzunca bir süredir rastlanmamıştı.
Korona sonrası yeni bir düzenin gelişeceği ise koronanın sürdüğü bu koşullardan bile rahatlıkla anlaşılmaktadır. O nedenle salgın sonrasında pek bir şeyin değişmeyeceğine, her şeyin kaldığı yerden devam edeceğine ilişkin yapılan tespit ve değerlendirmelere pek itibar etmemek gerekir. Mevcut durumda bile neredeyse değişmeyen bir şey kalmamıştır. Yaşamın her alanında çok ciddi değişimler yaşandığı gibi, şimdilik zorunluluk gibi görünen değişikliklerin koyulaşarak kalıcılaşması büyük bir olasılıktır.
O nedenle salgının insan sağlığı için yarattığı tehlikeler nedeniyle ilk dönem değerlendirmelerin merkezi her ne kadar insan sağlığı alanında yoğunlaşsa da giderek, salgınla nereye sürüklendiğimiz ve ne yapmamız gerektiği tartışmaları da artmaktadır. Evet, salgın yaşamın tüm alanlarına ciddi düzeyde etki ettiği için ilgili bilim dalları doğru cevaplar üretmek zorunda.
Toplumsallığın insanın var oluş koşulu olduğu gerçeğini gözettiğimizde esas iş, toplumbilim alanına düşmektedir. Çünkü toplumsallık insan olmak ve insan kalmanın şartıdır. O halde insanı ve toplumu araştırarak onun hakikatine varmaya çalışan toplumbilimin toplumsallığın salgından nasıl etkilendiğini, toplumsallığa ne yapılmak istendiğini, önümüzde bizi neyin beklediğini ve toplumsallığın korunması için nelerin yapılması gerektiğini ortaya koyması gerekir.
Zira salgın en çok da insanların toplumsallığını vurdu. Öyle ki insanların birlikte yaptığı tüm çalışmaları, aktiviteleri ortadan kaldırdı. Eğitimden spora, ibadetten iki insanın birbiriyle tokalaşmasına kadar hemen her şeyi değiştirdi. Adına “sosyal mesafe” denen ve esasında insan doğasına ters olan bir kavramlaştırmayla insanların birbiriyle olan tüm fiziki temasını ve yakından ilişkisini ortadan kaldırdı. Koşullar ölçüsünde olabildiğince insanların tekleşmeleri, tek kalmaları, hiç kimseyle hiçbir şekilde temas etmemeleri söylendi.
Salgınla herkes can derdine düşürülerek yalnızlaştırıldı. Yalnızlaştırılan insan güçsüz kılındı ve güçsüzleşen insan da daha fazla muhtaç hale geldi. Açık ki bu duruma düşmüş insanlar her zaman için kendilerine el uzatacak, güç ve destek sunacak birilerini ararlar. Bu ruh haline kapılmış bir insan ve toplum kendisine yardım edeceklere bağlanma olasılığını yüksek düzeyde taşır.
Bunu çok iyi bilen iktidarcı-devletçi güçler de bu durumdan azami düzeyde nemalanırlar. Zira bu onların temel karakteristik özelliğidir. İstismarcıdırlar, önce güçten düşürürler sonra da kendilerine bağlarlar.
Mevcut durumda AKP-MHP iktidarının muhalefet belediyelerinin ve diğer toplumsal güçlerin yardımlaşma, dayanışma çalışmalarında yer almalarını engellemelerinin temel nedeni budur. İktidar kendisinin dışında hiç kimsenin sorunlara el atarak çözüm gücü olmasını istemiyor. Çünkü bizzat yaratıcısı olduğu toplumsal sorunların başka güçlerce çözülmesi demek, iktidardaki ömürlerinin tamamlanması anlamına gelecektir. O nedenle özellikle kimsenin çözüm gücü olmamasına hayati dönemde önem verirler. Bir taraftan muhalefetin ve insan doğasının gereğine göre hareket ederek yardımlaşmak isteyen insanların bu çabalarını engellemeye çalışırken, öte taraftan toplumun sorunlarını çözmeye çalıştığı havasını vermektedir. Böylelikle muhalefetin de iyi izah ettiği gibi, iktidarda kalış süresini uzatmak istiyor.
Tekleşmenin, tekilleşmenin farz kılınmaya çalışıldığı, insanlara güçsüz oldukları hissettirildiği bu dönemde bunlarla mücadele etmek, insanın toplumsal olan doğasını savunmak için gereklidir. Bireycileşmeye, bencilleşmeye karşı en küçüğünden en büyüğüne kadar her türden dayanışma, yardımlaşma örneği sergilemek oldukça önemli ve gereklidir. Bu yönüyle öncülüğünü HDP’nin yaptığı Kardeş Aile kampanyaları oldukça önemlidir. En yaygın bir şekilde kalıcılaştırılarak sürdürülmesi toplumsallığın bencilliğe, zayıflığa karşı büyük bir direnişidir.
Toplumsal güçler böylesi bir dayanışmayı kendi içlerinde en yaygın bir şekilde geliştirirken, bir de tüm toplumsal sorunların kaynağı ve sürdürücüsü pozisyondaki iktidarcı güçlere karşı da eylemsellik halinde olmalıdırlar. Aksi halde tam da iktidarcı güçlerin istediği şey gerçekleşmiş olur.
İktidar herkese yerinde durmasını, evinde kalmasını salık verirken, kendisi ise iktidarını sürdürmek için tüm planlamalarını tam gaz devrede tutmaktadır. O nedenle onun durmadığını bilerek, zengin yol ve yöntemlerle iktidara karşı demokrasi mücadelesi vermek hayati önemdedir.
Salgın her şeyi değiştirdiği gibi, iktidarcı güçlere karşı gerçekleştirilecek eylem çeşitlerini de değiştirmiş durumda. Açık ki çok yaygın kitlesel eylemler yapmak şu an itibariyle pek olası değildir. Ama en fazla kafa yorulması gereken alanlardan biri olduğu yeterince anlaşılmış durumdadır. Zira iktidara karşı yapılmak istenenlerin çokluğuna rağmen, yapılanların azlığından bunun ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır.
Sosyal medya üzerinden mevcut olanı çok aşan bir düzeyde örgütlenmek, gündem oluşturmak, yanlışları eleştirerek teşhir etmek, doğrusunu ortaya koymak oldukça gerekli. İnsanları daha kolay yönetmek, hatta onlara mutlak hükmetmek, toplumu bir yığına dönüştürmek için geliştirilen bu iletişim araçlarını bilinçlenmenin, aydınlanmanın ve iktidarcı güçlere karşı daha etkili mücadele yürütmenin araçları haline getirmek mümkün. Bu yönüyle daha etkili bir sosyal medya ağına, ajitasyon-propaganda faaliyetine ihtiyaç vardır.
Yanı sıra dünyanın pek çok yerinde, iktidarcı güçlere karşı çok değişik eylemsellikler de geliştirilmektedir. İsrail’de olduğu gibi virüse karşı gerekli tedbirler alınarak, küçük-büyük demeden yaygın eylemler yapmak toplumun varlığı için hayatidir.
İnsani ve toplumsal olanın duyuşunu, duruşunu, sözünü ve eylemini toplumsal olanın hakim olması için geliştirmek bir tercih olmanın ötesinde bir zorunluluktur. O nedenle buna ne kadar kafa yorulsa yeridir…