Barış biz istersek değil, barış bizler ancak önce kendi dil ve siyasetimizde toplumsal çokluğa dikkat çekerek, sabırlı, uzun soluklu bir mücadeleye girersek mümkün olacaktır
Ercan Jan Aktaş
Toplumsal barışı inşa etmek başlıklı yazı dizisinin ilkinde ‘barış dilde başlar’(1) dedik. Ötekileştirmeyen, her türden şiddetten uzak, kapsayıcı bir dil kurmamız gerektiğini, bunun da ancak şiddetsiz iletişim ile mümkün olabileceğini ifade ettik. Her şeyden önce dilimizi eril/erk söylem ve ifadelerden arındırarak başlamak gerekiyor, zira eril hayatların ortasına doğduk, bir şekilde onlardan bulaşan kirler var üzerimizde.
Bir kez daha ifade edersek, ‘barış’, her şeye rağmen doğduğumuz, hayata karıştığımız sokaklarda çocukluğumuza, çocukluğumuzdaki hayallerimize sahip çıkarak, onlara yabancılaşmadan, günün her sabahına yürek ferahlığında, “rojbaş”, “siba te bixêr”, “calimera”, “günaydın”, “merhaba”, ” صبا الخير”, “Sobh be kheyr”, ” բարի լույս ” diyebilmektir.
– II –
Barış örgütlenmektir
Dilden sonra toplumsal barış çalışmalarının en önemli ayağını kapsayıcılık oluşturur. Kapsayıcılık, barışın inşa edilmesinde dil kadar önemli ilkedir. Farklı paydaşların veya halk kesimlerinin dışlanması veya marjinalleştirilmesi çatışmalara yol açan hak ihlallerine ve gerilimlere neden olabilir. Ayrımcılık hem halkın tamamında hem de bazı topluluklarda eşitsizlikleri artırabilir ve şikâyetleri besler. Bu nedenle girişimleri tasarlarken, uygularken ve değerlendirirken kapsayıcı bir yaklaşım benimsemek, sıradan girişimlerin barışın inşası için önemli katkılara dönüşmesini sağlayabilir. Kapsayıcı ve katılımcı karar alma süreçleri, yerel sivil toplum forumları, paydaş diyalog oturumları, halka danışma süreçleri ve şeffaf bilgilendirme kampanyalarının tümü güven oluşturabilir ve insanları ortak hedefler etrafında bir araya getirebilir. En önemlisi, bunlar işbirliğini normalleştirebilir ve paydaşlar arasındaki iletişim hatlarını sürekli kılabilir.
Bu süreç ancak iyi bir diyalog ile devam edebilir. Bunun için her şeyden önce diyalog teşvik edilmeli, çatışmaların yerini şiddet içermeyen yeni işbirliği yöntemleri almalıdır. Herkes için demokrasiye, adalete ve sürdürülebilir kalkınmaya dinamik ve katılımcı bir süreçle ulaşılabilir. Toplumsal barış kültürü; hayata, insanlara ve onların haklarına saygıyı yansıtır. Bu da insanlar arasında değer, tutum, gelenek-görenek ve yaşam farklılıkları olduğunu anlayışla kabul etmekten geçer. Bu önkabulden sonrası ise örgütlenmektir.
“Örgütlülük bireyi öldürür, bizin içinde ben kaybolur” diyerek hayatlarımızın, doğanın üzerinden korkunç iktidarlar inşa eden neo – liberal zamanın krizinin tam ortasında insan olmak, insan kalmak için örgütlenmek/örgütleri büyütmek zorunlu bir hal almıştır. Toplumsal olan her şeyin içinde örgütlenmek vardır. Hayatlarımızın her alanında bu örgütlenmenin büyütülüp çoğaltılması gerekiyor. Sistem tarafında atomize edilerek nerede ise duygularına kadar kontrol altına alınmak istenen bir zaman diliminde insanlığın yeniden kendisinin toplumsal talepleri için kurması örgütlenmekten geçer.
Özellikle de 2000’li yılların başından itibaren neo-liberal politikalar ile tüketimde sınırsızlık bir şekilde özgürlük/özgürleşme olarak pazarlandı. Alıcısı da çok oldu bunun. Üreten olmaktan, ürettikleri üzerinden toplumsallaşan, toplumsallaştıkça da özgürleşen gerçeklikten tüketimin bir nesnesine dönüştürüldü adeta insanlık. “Hep daha fazlasını iste…” sloganlarıyla yetişmiş ruhsuz, şuursuz ve son derece bencil insanların diyarında üretmek, paylaşmak, birlikte hayata dokunmak ‘ederi az, maliyeti çok’ gibi bir çıkarsama ile piyasanın bir parçası haline getirildi. İnsanlık, piyasa nesnesine dönüştürülen değerlerine sahip çıkarak yeniden örgütlenmenin öznesine dönüşebilir.
‘İnsan tüketen bir varlıktır. Tüketim insan yaşamının bir gereğidir’ mantığını akademilere kadar sokan bir sistemin toplum, özgürlük, barış, toplumsal barış ile bir işi olmaz. Ancak bizler için toplumsal barış hayatlarımızın ilk adımını oluşturmaktadır. Bu zamanı, ‘dünyada çok şey olmak kolay da, insan olmak zor’ diye tarif eden Yaşar Kemal’in romanlarındaki insanlar, içinde hayata merhaba dediğimiz, hayatı birlikte kovaladığımız sokakların insanlarıydı. Yaşar Kemal romanlarında, insan, toplum ve çevre üzerine birçok konuyu işlerken, kendi düşünsel tutumuna uygun hareket eden kadın ve erkek roman karakterlerini de başarıyla kurgulamıştır. Yaşar Kemal, bir aydın olarak adalet, barış, eşitlik, özgürlük, demokrasi ve insan hakları söylemine sahip olduğu kadar, romanlarında oluşturduğu karakterler aracılığıyla da bu olgularla ilgili tartışmaların yapılmasına olanak sağlamıştır. Bu açıdan roman evrenine indiğimizde, roman karakterlerinin düşünce dünyaları ile insana, topluma ve çevreye bakış açılarının insan sevgisi, değeri ve hoşgörü üzerine biçimlendiğini görürüz. Yaşar Kemal’in romanlarında insan en yüksek değerdir.
Yaşar Kemal’in Deniz Küstü romanındaki Balıkçı Selim insanların hayatlarındaki anlamsız karmaşalardan uzaklaşmak istediğinde Marmara’daki yunuslar ile dostluk kurar, onlar ile arkadaş olur. Gene bir gün denize döndüğünde dostluk kurduğu yunus balığının ortadan kaybolduğunu anlar, Marmara’da yunuslar yağları için öldürülüyorlar artık:“…Niçin bu kadar öldürmeyi, yok etmeyi, parçalamayı seviyor insanlar? İnsan yumuşak başlı, iyilik dolu bir yaratıktır, ağız dolusu gülen, yürek dolusu ağlayan, iliklerine kadar duygulanan, seven bir yaratıktır insanoğlu…Bu öldürme, yok etme, öfke, öç, sevgisizlik neden? Niçin koparıyorlar çiçekleri, birisi tok da yüz bini niçin aç, o tok da bu kadar gözün altında, öfkenin içinde iflah oluyor mu? Tok olan niye bu kadar ahmak?” Bir avuç tokun dünyasında parya olmaktan çıkmak için onun örgütlerini aşan yeni örgüt ve organizasyonlar kurmak gerekir.
Bir avuç tokun kendi örgüt/devlet bekası çerçevesinde konuşulan‘barış’ın bizim ihtiyaç duyduğumuz‘barış’la aynı şey olmadığını bir kez daha yaşıyoruz. Onlar yeniden güç/iktidar tahkimi için ‘kardeşlik’ten söz etmeye başlıyorlarsa, bizler ise eşit olmayanların kardeş olamayacağını daha etkili bir şekilde anlatmalıyız, bu da toplumsallaşmak, toplumsallaşmak ise örgütlenmek demektir. Örgütlenmeyi, var olan yapı ve örgütleri de gözeterek yeni bir perspektif üzerinden büyütmek gerekiyor. Sistemin baskı ve sömürü politikalarından hareketle farklı farklı örgütler ve de farklı örgütlenme biçimlerini kapsayacak bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Sosyal bilimde daha sıklıkla kullanılmaya başlanan kesişimsellik, bir bireyin sosyal ve politik kimliklerinin nasıl bir arada işleyerek toplumda farklı ayrımcılık ve imtiyaz biçimleri yarattığını anlamak için kullanılan analitik bir çerçevedir. Kesişimsellik, birden fazla avantaj ve dezavantaj faktörünü tanımlar. Bizler de hem analizlerimizde, hem de bu analizlerimize dayanan yeni örgütlenme biçimlerinde daha yaratıcı yollar bulmak için bu perspektifte toplumsal hayata bakabiliriz. ‘Barış’ı adeta bir ütopyaya (2) indirgeyerek hayatlarımızın dışına çıkarmaya çalışanlara inat; Hayır, barış bir ütopya değildir. Barış, çocukluğuna, çocukluğundaki hayallerine sahip çıkarak, onlara yabancılaşmadan, kendi bencilliğinden ve ihtiraslarından sıyrılarak hayata dokunmaktır diyeceğiz.
Bir bireyin sosyal ve politik kimliklerinin nasıl bir arada işleyerek toplumda farklı ayrımcılık ve imtiyaz biçimleri yarattığını anlamak için kullanılan bu analitik çerçeveyi örgütsel deneyimlerimize katabiliriz. Birden fazla avantaj ve dezavantaj faktörünü tanımlayan kesişimsellik üzerinden toplumsal barış perspektifli şemsiye örgütlemelere gidilebilir. Bu faktörlerin örnekleri arasında cinsiyet, ırk, etnik köken, sınıf, cinsel yönelim, din, engellilik ve fiziksel görünüm sayılabilir. Birey bir toplumda sahip olduğu etnik aidiyetinden dolayı ayrımcılık yaşarken aynı anda üst kimlik sahibi birisi ile de emek sömürüsüne tabi olabilir. Etnik ayrımcılık üzerinden yaşadığı dışlanmanın getirdiği örgütlenme farklı, sınıf ile yaşadığı sömürüden kaynaklı örgütlenme farklı olabilir. Cinsiyet ve cinsel yönelimi farklı, bundan kaynaklı baskıya ve ötekileştirilmeye maruz kalan bir birey hem bu alanda hem de sahip olduğu etnisiteden dolayı farklı bir baskı/şiddet yaşadığı alandan dolayı farklı örgütlenmelere tabi olabilir. Eril/erkek egemen sistemden kaynaklı bütün bu dışlanmışlıkları kapsayacak bir perspektif ile güçlü toplumsal örgütlenmelere gitmek mümkündür.
Huzurlu ve yenilikçi toplumsal hayatın en önemli öğesi, barış içinde yaşamaktır, bu bir lütuf ya da tercih değil, hayatın kendisidir. Maalesef en büyük örgütsel güç olan devlet ve de onun kurumları aracılığı ile tahrip edilen yapıları onarmak zaman alacaktır. Toplumsal barışın en temel etmenlerinden bir tanesi bu barışı sağlayan değerlerin korunması ve istismar edilmemesidir. Bu konuda topluluklar arasında öncelikli olarak adalet sisteminin tam tesis edilmesi ve içselleştirilmesi gerekir. Empati kurma ve bunu geliştirme önemli bir yerde durmaktadır. Ben yerine biz kavramı ile toplumsal bağları güçlendiren kültürel değerler güçlendirilmelidir.
Sistemin ırkçı/militer politikalar ile yaşamak için ürettiği çatışma ortamı, keyfilik, siyasi otoriterlik, hukukun siyasallaşması, ahlaki çürüme ve yükselen bireysel ve organize suç oranları ve çeteleşme sistemi herkesi adeta rehin aldı.(3) Bu bakımdan, demokratik muhalefet barışı tabanda yaygınlaştırarak, onu herkesin talebine dönüştürdüğünde sistem de bir şekilde dönüşmek zorunda kalacaktır. Bu sebeple sistemin dönüştürülmesine her zamankinden daha çok mesai harcamalı, inisiyatifi iktidar seçkinlerinin insafına bırakmadan daha aktif ve cesur bir yerden söz ve eylem üretmeye devam etmeli.
Bize düşen işte tam da bu iki durumun bir araya gelmesini sağlamak. Bir yandan bir asırdır Kürtlere dönük yok sayma, inkar ve imha politikalarını daha geniş kesimlere ifşa etmek, konuşmak, konuşturmak. Araya ezilmişlik hiyerarşisi sokmadan bu şiddet dalgasının ‘kurban’ı haline getirilen Aleviler, emekçiler, sol ve sosyalist güçlerin, vicdan sahibi Türklerin, diğer halkların ortaklığını büyütmek. Diğer yandan erkek toplumsallığının ezdiği, yok saydığı kadınları, toplumun diğer kesimlerini, farklı cinsiyet ve yönelimleri bir özgürleşme ideali etrafında ortak söz ve eylem üretmeye çağırmak ve kalıcı güçlere dönüştürmek. Barış biz istersek değil, barış bizler ancak önce kendi dil ve siyasetimizde toplumsal çokluğa dikkat çekerek, sabırlı, uzun soluklu bir mücadeleye girersek mümkün olacaktır.
Devam edecek:
‘Barış’ hayatlarımızda devleti küçültmektir – III
(1) Toplumsal barışı inşa etmek – I – Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşam