Şiddetsiz iletişim, anlaşmazlık içindeki bütün tarafları empati ile canı gönülden dinleyerek anlama; bu yoldan bağlantı kurarak iş birliği zemini yaratma ve herkesin ihtiyacının gözetildiği ortak çözümler üretme sanatıdır. ‘Barış’ sensin, seninle başlar
Ercan Jan Aktaş
Hayata karışmaya başladığında iktidar erkleri tarafından alıkonulan ‘barış’ın hayatlarının kendisi/bir parçası olması için, yeniden insanların zihinlerinde inşa edilmesi gerekiyor. Sadece hükümetlerin/devletlerin kendi çıkarları ekseninde siyasi ve ekonomik düzenlemelerine dayalı bir ‘barış’, dünyanın halklarının tümünün söz birliği ettiği, kalıcı ve samimi destekle sağlanmış bir ‘barış’ olmayacaktır. Bu nedenle ‘barış’, insanlığın entelektüel ve ahlaki dayanışmasına dayanmalıdır.
Toplumsal barışın inşası için önce dildeki erk/eril söylemlerden uzaklaşılmalı, diyalog teşvik edilmeli, çatışmaların yerini şiddet içermeyen yeni işbirliği yöntemleri almalıdır. Herkes için özgürlük, eşitlik ve adalet ancak katılımcı bir süreçle mümkün olur. Toplumsal barış kültürü; hayata, doğaya, insanlara ve onların haklarına saygıyı yansıtır. Bu da insanlar arasında değer, tutum, politik aidiyet, farklı cinsel kimlik ve yönelimler, gelenek-görenek ve yaşam farklılıkları olduğunu anlayışla kabul etmekten geçer.
– I –
‘Barış’ dilde başlar
Günümüzde tüketilen, tüketildikçe içi boşaltılan kelimelerin başında ‘barış’ geliyor. Sokakta, yaşamın her alanında dönüp sorduğunda ‘hayır barış olmasın’ diyen kimseyi görmemiz imkansız gibidir. Bu kadar çok konuşulan, üzerinden mutabık olduğumuz kelime neden hayatlarımızın bir parçası haline gelmiyor? Barış, neden bu kadar çok uzağımızda duruyor? Sorusunu başta kendimize, sonrasında çeperimizdeki insanlara, toplumsal/örgütlü yapılara sorarak başlayabiliriz. Öncelikle biz bize barışı konuşmalı ve gerçek anlamına kavuşmasını sağlamalıyız. Zira ‘elbette barış’ diyen her birey kadar, barışın da çok farklı tanımları, ya da ‘barış’tan çok farklı beklentiler olabiliyor.
Ancak şiddet ve savaş ikliminde ‘barış’a dair konuşmak her zaman kolay olmuyor. Mevcut siyasi elitler ‘barış’ kelimesini, ya da ‘barışı talep etme’nin kendisini bir anda sakıncalı kelimeler listesine ekleyerek ‘terörler iltisaklı’lar torbası içine atabilirler. Aslında en başında şunu ifade etmek lazım gelir ki; elitlerin hiçbir zaman ‘barış’a dair bir politikaları/dertleri olmadı/olmaz. Onlar için kendi iktidar ve güç alanlarının tahkiminde sadece bir araçtır ‘barış’.
Özünde devletler ve de elitleri ‘barış’tan ve de ‘barış iklimi’nden korkarlar. Zira ‘barış’ olursa ERKekler nasıl yüzlerinde öfke, yüreklerinde kin, dillerinde zehirle konuşabilirler ki. Devleti tahkim etmek onlar için kin, öfke ve şiddet değil midir? Parmak sallayarak, tehdit ederek, olmadı ‘yasalarımız, hukukumuz gerekeni elbette yapacaktır’ diyerek adrese kolluk kuvvetlerini salarak susturmak isterler ‘barış’ ve de ‘barış’a dair ne varsa.
Barışı konuşurken elbette bunu güçlendirecek, içinde olduğumuz şiddet ve savaş/çatışma iklimini sınırlandıracak ne varsa her şeye kulak kesiliriz. Zira öyle çok da konuşulduğu gibi ‘barış’ bir efsun değil, hayatlarımızın ta kendisidir. Belki de bizim elimizden çalındığı, hayatlarımızın bir parçası olmaktan çıkarıldığı için bizler ‘barış’a bu anlamı yükledik. Barış, her şeyden, her şeye rağmen doğduğumuz, hayata karıştığımız sokaklarda çocukluğumuza, çocukluğumuzdaki hayallerimize sahip çıkarak, onlara yabancılaşmadan, günün her sabahına yürek ferahlığında, “rojbaş”, “siba te bixêr”, “calimera”, “günaydın”, “merhaba”, ” صبا الخير”, “Sobh be kheyr”, ” բարի լույս ” diyebilmektir.
Barış, devlet ve elitlerine bırakılamayacak kadar değerli olan bizlerin kendi hayatlarıdır. Zira, içine doğduğumuz devlet ve elitleri tarafından hayata karıştığımız topraklarda ‘barış’ hayatlarımızın bir parçası olmaktan çıkarıldı. Toplulukları ayrıştırma, bastırma, yok etme üzerine kendisini kurduğu için kendisi ile suç ortaklığına girecek ‘muktedir vatandaş’larını da üretmekten geri kalmadı, onların da ‘barış’ ile işi olmaz. Bu küçük azınlık dışında kalan bizlerin elimizde çalınanı geri almak için yapmamız gereken çok şey var. Buna içimizdeki barışı bulmak, onu aynı iklim ve coğrafyada yaşayan bizim gibi düşünmeyen, inandıklarımıza inanmayan insanlar ile konuşmak ve onların da içlerindeki ‘barış’ı bulmalarına vesile olmak ile başlayabiliriz. ‘Barış’ uzun soluklu bir mücadeledir. Önümüze çıkacak engellerden yılmadan, inatla yolumuza devam edebilmeliyiz.
‘Barış’, biz istersek, mücadelesini verirsek ancak yeniden hayatlarımızın kendisi olur. Uzun yıllardır bunun mücadelesi içinde olanlar var elbette. O zaman öncelikle ‘ama’lar ve ‘fakat’lar ile kimseyi ötekileştirmeden çokluğumuzun farkında olmalıyız. Bu şekilde devlet ve de elitlerinin çeşitli politikalar ile kendi suç ortağı haline getirdiği insanlara da ulaşmamız mümkün olacaktır. ‘Barış’ toplumsal bir talebe dönüştüğünde ERKek militer sistem ile beslenen iktidarları geri iter. Devlet, egemenler ya da iktidar, adına ne derseniz deyin temelde tekil bireylerden kolektif özneler üreten yapılardır bunlar. Din, aile, eğitim gibi özünde rıza üretmeye ayarlı araçların yanında ataerkillik, militarizm, savaş gibi şiddet üreten ve uygulayan araçlarla da gerçekleştirirler, bireyleri kolektif öznelere dönüştürme süreçlerini.
Ataerkillik, savaş ve militarizm başta olmak üzere toplumsal ve bireysel kimliklerimizi belirleyen ve şekillendiren bu kategorileri ‘barış’ mücadelesi ve savaş-karşıtı mücadele perspektifi çerçevesinde ele almamız gerekiyor. Dünden bugüne devralınan toplumsal meseleler Türkiye’nin uluslararası konumunu hem de tek tek yaşamlarımızı baskı altında tutmaya ve rahatsız etmeye devam etmektedir. Şiddetin aileden orduya, işyerinden okula dek yayıldığı hatta bu kurumlar aracılığıyla üretilip meşrulaştırıldığı günümüzde; sivil, barışçı ve savaş-karşıtı, özgürlükçü bir dünya arayışının yankılarını bir araya gelmesi için daha dikkatli ve özenli çalışmamız gerekiyor.
Her şey dilde başlar. Öncelikle ötekileştirmeyen, her türden şiddetten uzak, kapsayıcı bir dil kurmamız gerekiyor. Bu da ancak şiddetsiz iletişim ile mümkün olur. Her şeyden önce dilimizi eril/erk söylem ve ifadelerden arındırarak başlamak gerekiyor, zira eril hayatların ortasına doğduk, bir şekilde onlardan bulaşan kirler var üzerimizde. ‘Barış’, devletlere bırakılamayacak kadar değerli ve önemlidir ve dilde başlar. Şiddetsiz iletişim ile konuşamayacağımız kimseler kalmaz. Bunun için; Her şekilde cinsiyetçi/seksist söylem ve şakalardan uzak durmak, yapanları uyarmak ve bu dilden uzaklaşmaları için telkinde bulunmak. Kendi insanlık/evrensel değerlerimizden ödün vermeden karşımızdakini empati ile anlamaya çalışmak. Her ne olursa olsun, karşımızdakini suçlamadan gerçek duygu ve ihtiyaçlarımızı açık yürekli bir dürüstlükle ifade etmeye odaklanarak bu iletişime başlayabiliriz.
Unutmayalım ki, şiddetsiz iletişim, anlaşmazlık içindeki bütün tarafları empati ile canı gönülden dinleyerek anlama; bu yoldan bağlantı kurarak iş birliği zemini yaratma ve herkesin ihtiyacının gözetildiği ortak çözümler üretme sanatıdır. ‘Barış’ sensin, seninle başlar.
Sen hazır olduğunda, sonrası gelir!
Devam edecek:
II – ‘Barış’ Örgütlenmektir
III – ‘Barış’ Hayatlarımızda Devleti Küçültmektir