İktidar yeni oyunlar kurarken muhalefet kararsız seçmene güven veremiyor
Nezahat Doğan
Çoklu kriz ortamında olan Türkiye’de siyasetin gündemi “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ve Seçim Yasası’nın değişikliği… Tartışmalar sürerken “yeni tasarı tam olarak neyi amaçlıyor” sorusu da kafalarda dolanıyor. Sahada yapılan araştırmalara göre kararsız hareketli seçmen oranının yüksek olduğuna dikkat çeken Sosyo Politik Saha Araştırmaları Merkezi Koordinatörü Yüksel Genç ile güçlendirilmiş parlamenter sistemi, Seçim Kanunu değişikliği ve toplumun siyasetten beklentisini konuştuk.
- Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile muhalefet kanadı neyi amaçladı? Seçmende karşılığı nasıl oldu?
Aslına bakarsanız Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem girişimi ile muhalefet, seçmene hem yekvücut olduğunu göstermek istedi, hem de temel noktalarda uzlaşabildiklerini ilan etmek istedi. Zira sahada seçmen, muhalefetin parçalılığını ve birlikte güç oluşturamama meselesini önemsiyordu. Kararsızlığın bir yanı da muhalefetin güç olarak kendini gösteremiyor oluşuydu. Parlamenter sistem üzerine bir araya gelip toplanmış olmaları ve bunu sistematik hale getirmeleri seçmende muhalefetin birlikte ortak hareket edebilecek bir gücü ifade edebildiğini göstermesi bakımından önemli idi.
- Sahadaki kararsız seçmen açısından ne ifade etti?
İki yıldır neredeyse kararsız seçmen giderek stabil olmaya başlıyor ama sağlıklı bir adres seçmiyordu. İktidara da gitmiyordu ki, bu kararsızların çok önemli bir kısmı iktidar partisi AKP’den gelmişti ama öte yandan bir muhalefet partisine de gitmemişlerdi. Çok uzun süre kararsızlar hanesinde stabil kalan sayının varlığı esas olarak da muhalefete seçmenin güvenmiyor oluşu ile ilgiliydi. Muhalefetin vaatlerinin net olmayışı ya da seçmenin onu net algılamıyor oluşu ile ilgiliydi.
- Somut adımlar atılması mı bekleniyordu?
Aslında seçmen muhalefetin somut olarak ne yapmak istediğini, nerede durmak istediğini, yaşadığı sorunlara nasıl bir çözüm dili ve projesi üretmek istediğini bilmiyordu ve evet, somutluk duymak istiyordu. “Ben çözerim” demek seçmen için çok bir şey ifade etmiyordu. Muhalefet bunu nihayet kavramış görünüyordu ve bu yüzden de bir araya geldiler, uzlaşabildikleri bir somut proje üzerinden seçmene hitap etmeyi ve kararsız seçmeni ikna etmeyi hedeflediler.
Salt kararsız seçmen açısından değil, değişik partilere, hele hele muhalefet partilerine oy veren seçmen nezdinde de esasında çözüm formüllerinin ne olduğu, ne yapılmak istendiği meselesi net değildi. Hareketli seçmen, ya da hareketsiz olmasa da adresini bulmuş bir kısım seçmen açısından bulunduğu parti ile ilgili karamsarlık ya da net olmama hali vardı, buna da hitap etmiş oldular.
Bir diğeri de, güçlendirilmiş parlamenter sistem buluşmaları ile Millet İttifakı’nın genişleyebileceği sınırlara işaret etmek istediler; yani açılabilecekleri ve açılamayacakları noktalara.
- Açılamayacakları nokta neresi?
Bunun HDP olduğunu öğrendik. Yani, muhafazakâr-mütedeyyin ve AKP içerisine uzun süre sorumluluk almış isimlere kadar açılabileceklerini, yine AKP’den kopmuş olmalarının açılım için yeterli olabileceğini, kısmen Demokrat Parti gibi oldukça küçük etkisiz siyasetlere kadar da açılabilecekleri alanlarını gösterdiler. Açılamayacak alan olarak da HDP’ye ve Kürtlere işaret etmiş oldular; niyetleri ne olursa olsun.
- 6 parti arasında HDP’nin olmaması üzerine de tartışmalar yürütülüyor. Bu partiler arasında HDP olsaydı ne olurdu?
HDP olsaydı, geçmişten farklı olarak güçlendirilmiş parlamenter sistem formu ile ilgili kastettiklerinin gerçek anlamda çoğulcu bir Türkiye ve yeni bir Demokratik Türkiye Cumhuriyeti meselesi olduğu konusunda seçmen de, kamuoyu da çok daha ikna olabilirdi. Ama şu haliyle mevcut iktidarı yenmekle ilgili açılabilecekleri sınırları zorluyorlar. Ama yeni Demokratik Cumhuriyeti içeren yeni Türkiye formunun güçlendirilmiş parlamenter sistem ile tarifle pratikleştirileceği arzusunu okuyamıyoruz. Çünkü HDP, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihi boyunca demokratikleşememesindeki en kilit hikâye. Bu hikâyenin temsili durumundaki parti olan HDP’nin kendisi parlamentoda üçüncü parti durumunda. Hatta pratik adımlarıyla beraber yer yer ana muhalefet işlevi görmüş bir siyaset.
- HDP’nin öncülüğünü yaptığı üçüncü yol açılımı ve demokratik ittifak nasıl bir alternatif oluşturuyor?
Aslında HDP’nin öncülüğünde üçüncü yol olarak tarif edilen siyasetin kendisi, sivil toplum ve taban gücünü içine alabilirse Türkiye’deki esas demokratikleşme sürecinin kurulacağı ana mekanizmayı da yaratmış olacaktır.
HDP’nin öncülüğünü yaptığı üçüncü yol -benim anlayabildiğim kadarıyla- salt resmiyette kabul görmüş, parlamenter yarışa YSK onayı ile girebilmiş sol emekçi siyasetleri değil, aynı zamanda bir parti olmamış ama dernek vakıf, inisiyatif biçiminde ya da sendikalar aracılığı ile bir şekilde demokratik kitle örgütü temsilcileri ve STK’lar içerisinde tarif edilen kesimlerinde katılımıyla geniş taban siyasetinin kurulmasıyla açığa çıkmayı öngörüyor, üçüncü yol siyaseti. Seçim odaklı olmaksızın siyasal demokratik dönüşümün tabandan desteklenmesi ve tabanın politika üretici bir güç olarak tarif edildiği bir yol olarak devam edebilir, bunu güçlendirilebilir ise Türkiye’nin esas çözüm mekanizması da açığa çıkmış olur. İster Türk tipi Cumhurbaşkanlığı sistemi ile devam edilsin, ister Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem olsun. Her ikisinin de yeni Demokratik Cumhuriyet’in inşası açısından sıkıntıları var ve bu sıkıntıların esas gidericisi, denetimcisi, subapı ve dönüştürücüsü tam da bu bahsettiğim üçüncü yol.
- Kürtler açısından da Newroz’da toplumsal siyasetin mesajı mı verildi?
Newroz’da belirgin iki mesaj öne çıktı. Birincisi Kürtlerin kendi içine dönük mesajı. Kürtler, bambaşka siyaset kulvarları içinde yer alsalar bile Newroz meydanlarında birlikte ve ulusal duyarlılıklarını göstererek var olabileceklerini söyledi bize. Toplumun bu biçimde var olabildiğini, bu biçimde var olmak istediğini söyledi. Dolayısıyla Kürt siyasetlerine Ulusal Birlik çağrısında bulundu. Toplumda var olan bir birliğin siyaseten sağlanmasını istedi.
İkincisi, büyük oranda devlete ama siyaset üreticilerine de kuşkusuz toplum bir süredir, -özellikle son altı yıldır artan bu güvenlikçi uygulamalarla beraber- ulusal kimliğini gösterenlere dönük yok sayma, asimile etme girişimini reddetti. Günlerce “geleneksel kıyafetler yasaklanacakmış, var mı böyle bir şey” diyen insanlar rengârenk kıyafetleriyle o alana girdiler. Devletin ulusal kimliğini gösterenleri asimile etmesi ve reddetmesini kabul etmediğini göstermiş oldular. Bu da Kürtler de ulusallaşma sürecinin geldiği geri dönülmesi güç bir aşamayı işaret etti. Bu, hem Kürtler adına siyaset yapanları, hem de Türkiye’de Kürt sorunu ve Kürtlerden oy bekleyen diğer siyasetlerin gözetmesi gereken bir mesaj.
- Newroz’da Kürt sorunun çözümüne dair öne çıkan mesaj neydi?
Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümü ile ilgili çok güçlü ve açık bir mesaj verildi. Aslında “şiddet, savaş ne yaparsanız yapın bu iş barışçıl bir biçimde çözülmeli, biz hazırız” denildi. Bu mesajın açık ifadelerinden biri olarak da İmralı’daki tecridin bitirilmesi, 2015 de Cumhurbaşkanı tarafından yok sayılan Dolmabahçe mutabakatına dönülüp daha ileriye gidilmesi çağrısında bulunuldu.
- Kürt sorunu demişken, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Kürt sorununun çözümü Diyarbakır’dan geçer” dedi ve Newroz öncesi Diyarbakır’a gitti…
CHP liderinin Diyarbakır’a gelmesi kuşkusuz mühim. Diyarbakır’a gelmek her hangi bir kente gelmek değil ve zaten altı-yedi ay evvel “Kürt Sorununu Meclis’te çözeceğim muhatabım HDP” demişti. Diyarbakır’a gelince tam da Kürt sorununa dair taleplerin esas muhataplarının temsil edildiği politik bir sahaya geldiniz demektir. Yani, Kürt sorununun çözümüne talip bir siyasetin lideri olarak gelmiş olması gerekir. Öte yandan bu süreçte CHP içerisinde Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının mümkün olduğuna dair söylemler çok yoğunlaştı ve Kılıçdaroğlu da bu konudaki niyet beyanını açık edecek biçimde konuştu. Sonuçta burada, cumhurbaşkanı adayının Diyarbakır’a gelmiş olma meselesi vardı. Bunlarla birlikte düşündüğümüzde Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti bu vizyon ile uyumlu değildi. Çünkü Kılıçdaroğlu burada da çözeceğim, yapacağım, helalleşeceğim gibi söylemler kurdu ama cumhuriyetin kuruculuğunda rol oynamış ve yeniden demokratik bir parlamenter sisteme geçerken rol oynamak isteyen bir siyasetin kuruculuk etkisine ait şeyler söylemedi. Ne yazık ki, Kılıçdaroğlu bu konuda bagajlarını henüz sıkı tutuyor gibi ya da temsil ettiği siyaset bu bagajları aşamadığı için kendisi ile sınırlı tutuyor gibiydi. Dolayısıyla buradaki ziyaretin çok büyük etki ve heyecan yarattığını söylemek çok zor.
- Şimdi bir taraftan da seçim yasası değiştirilerek baraj yüzde 7’ye düşürüldü. Bu seçim yasası kanunu neden değiştirildi?
Birincisi, çok uzun süredir kendisinden seçmen kaybını engelleyemeyen, gideni de döndüremeyen AKP buna ikna olmuş olmalı ki “Seçmen sayısını arttıramıyorsam parlamentodaki sayımı düşürmem ya korurum ya da arttırırım” diye düşündü. Olası bir seçimde parlamenter sayısını arttırabilecek bir formül üzerinde durmuşa benziyor. Bu formül, tümüyle az oya çok milletvekili felsefesine uygun olarak düzenlenmiş.
İkincisi, AKP’nin 2002’den bu yana söylediği bir şey var: “Seçim sandıkta kazanılır.” Sahada kaybeden bir iktidarın sandıkta yeniden kazanabilmek için tüm olanaklarını kullanabileceğini bu yasa taslağı ile yeniden öğrenmiş oldu. Aslında iktidar dedi ki; “Ben oyundan vazgeçmedim henüz yenilgiyi kabul etmedim, oyunun kurallarını değiştiriyorum buna gücüm var.” Oyunun kurallarını değiştirebileceğini göstererek seçmen nezdinde de sarsılmış güvensizlik varsa onu konsolide edebilmeyi umdu. İlk akla gelenler bunlar.
- Cumhurbaşkanlığını kaybederse parlamentoda çok sayıda milletvekili olsun mu hedeflendi?
Yasa tasarısına baktığımızda iktidar aslında oyun kurabilme gücünün hala kendinde olduğunu gösterirken şunu söylüyor: “İktidar olabilmeyi sağlayacak çoğunluk elde etmeye çalışacağım bu seçim yasası ile bu olmasa da parlamentodaki etkinliğim ile bir tür ‘topal ördek’ hikâyesi yaşatacağım.” Dolayısıyla iktidar yarışından vazgeçmemiş. Ama bu olamıyorsa da Meclis içi etkinliğiye sürecin içinde olacağını söylüyor. AKP hiçbir şey olmasa bile bu Seçim Yasa Tasarısı ile bir süre rahat tabela partisi olabilir.
Bir erken seçim tartışılıyor ve bir taraftan da bir yıl geçmesi gereği var…
Yasa çok açık biçimde Seçim Kanunu’ndaki değişiklikler bir yıl sonra geçerlilik kazanır der. Ama Türkiye’de hukuk sistemindeki tuhaf başkalaşım yüzünden umarım bir yere varmaz. Bu değişiklikler ve bu yasa ile seçime girmek istiyorsa iktidar 2023’ün Nisan’ından önce bir seçim öngörmek çok zor.
- AKP seçim yasası ile kendini güvence altına mı aldı?
AKP iki kere ikinin dört etmediğini de gösterdi. Türkiye’de çok uzun yıllardır şu yüzde 10 barajı inse de Türkiye’nin başka kimlikleri başka inançları, düşünsel yapıları, siyasetleri temsil bulsa ve çoğulcu bir parlamentomuz olsa deniyordu. Ama şimdi yüzde 10’dan yüzde 7’ye inen seçim barajı, D’Hondt uygulaması sayesinde çoğulculuğu değil, Türkiye’nin ikili ya da üçlü siyasete mahkûm olabileceği bir merkez siyaseti dizayn etmiş olabilir. Geçmişi aratabilecek bir çoğulculuk zafiyeti kapımızda duruyor.
- Bu Seçim Yasası ile ittifaklar da mı çöküyor?
Evet. Seçmeniniz az iken parlamenter milletvekili sayınızı nasıl yükselteceksiniz? Seçim çevresinde uygulanacak D’hondt sistemi ile muhalefet ittifakını dağıtmak amaçlanıyor. Niye ittifak kuruyorlar? Seçim barajını geçip vekil gönderebilmek için. Seçim barajını geçsen bile vekil çıkaramıyorsan, nasıl olacak? Yasa, bu ittifak sistemini mümkünse dağıtmaya, anlamsızlaştırmaya, o da olmuyorsa ittifaklar arasında çatışma ve gerilim yaratacak süreçleri oluşturmaya dönük yanlar taşıyor.
- O zaman bir araya gelen tabanı daha az partiler nasıl bir yol izleyecek?
Diğer siyasetler seçim çevrelerinden vekil çıkaramıyor ama kendi ortak listemden girsin diyebilir örneğin CHP. Ama bu durumda CHP’nin iç kurulları, bu adayı kabul edecek mi? Diğer siyasetlerden gösterilen aday CHP tabanında kabul görebilecek mi? Türkiye’deki kutuplaşma siyasetler arasında sanıldığından çok daha fazla uçurumlar yarattı ve simgesel isimlerin karşılığı zor. Örneğin Temel Karamollaoğlu CHP den aday gösterilse CHP’nin Alevi tabanı ne der?
- Peki, seçmen neye göre sandığa gidecek? Siyaset ne vaat ediyor?
Açıkçası, saha bu seçim sürecinin Türkiye’nin hem 100 yıllık hem 20 yıllık hatalarıyla yüzleşip daha demokratik sisteme dönüştürülmesine vesile olmasını istiyordu. Sorunların çözümünü talep ederken de aslında bunu istiyor saha.
Ekonomik, toplumsal, ahlaki kriz var ve üstelik ciddi anlamda parçalanma, politikasızlık da var. Toplumun bunu uzun süre götürebilmesi çok zor. Bu krizlerin kökeninde yer alan sorunların ve yönetilememe pozisyonunun bitmesini istiyor insanlar ve eğilimlerini ona göre belirlemek istiyorlar. Bu nedenle çok fazla kararsız seçmenle karşılaştık. Hatta hiç olmadığı kadar fazla siyasetten umudunu kesmiş, seçmen kategorisi ve geleceğe dönük endişe katsayısının inanılmaz yükseldiği bir dönem ölçtük sahada. Doğrusu muhalefetin bu kırılgan zemini, toplumdaki değişim dönüşüm istemini Demokratik Türkiye’nin vesilesi olarak değerlendirmesini umut eden bir yanımız vardı, toplumun da böyle bir yanı vardı. Güçlendirilmiş Parlamenter sistem bu umudu tırpanladı. Ama yeni yasa tümüyle tırpanlama olasılığına sahip. Şimdiye kadar siyasetler seçim odaklı yürüyordu. Seçmene hitap ediyor, seçmenin talepleriyle ilgilenmeye çalışıyorlardı. Yani seçmeni çoğaltmak ana hedefti. Ama şimdi siyaset, seçmene değil, seçim matematiğine yönelecek, sandıkta kazanma formülasyonu üzerinde tarif edilecek. Toplumun beklentileri ve krizler açısından bunun bir risk barındırma olasılığı da var.
Yaşanabilir bir ülke istiyorum
- Yüksel Genç’in derdi nedir?
Yaşanılabilir bir ülke olsun istiyorum artık. Ben insanların kendilerini nasıl tarif etmek isterse öyle tarif etme özgürlüğünü yaşayabildikleri, gerekirse vazgeçip yenisini yaşayabilecekleri bir ülke olsun istiyorum. İnsanların kendilerine daha güzeli layık görme psikolojisinin gelişmesini istiyorum. Renkli bahçe güzeldir. Herkese renkli bahçeler dilerim…